De Omnibus Dubitandum

BEAT BOHEMYA

 300,00

Kategoriler: , Etiketler: , ,

Açıklama

214 SAYFA
13,5X19,5cm

Şairin Sub İçim Önsözü
Beat Kuşağını Anlamak
A.D. Winans

Kısa askerlik görevimden sonra 1958 yılında San Francisco’ya döndüm ve Batı Yakası Beat Kuşağı Hareketinin Kuzey Sahilinin Eski İtalya Bölgesinde geliştiğini gördüm. Sonraki otuz yıl boyunca, Kuzey Sahili, evimden uzaktaki evim olacak, City Lights Kitabevi’nin raflarında Richard Brautigan, Allen Ginsberg, Gregory Corso, Bob Kaufman, Lawrence Ferlinghetti ve Bob Kaufman gibi şair ve yazarları keşfedecektim.
Daha sonrasında ise, çoğu kişinin son sokak şairleri olarak kabul ettiği Kaufman ve Micheline ile arkadaş olacaktım. Üçümüz, California Üniversitesi’nde, bir sokak şiiri gecesinde, birlikte kendi eserlerimizi okuyacaktık.
Utangaç, genç bir adamdım; burada kendimi bulmaya, beat hareketine nasıl uyum sağlayacağımı öğrenmeye çalışıyordum. Bu çabam, Beat Bohemya’nın çift dilli baskısı ile doruğa ulaşan, altmış beşin üzerinde şiir ve düzyazı kitabı ile sonuçlandı.
İlk olarak New York’ta bir araya gelip, daha sonra Batı Yakası’ndaki kardeşlerine katılan, bir grup Amerikalı yazar ve şairin oluşturduğu Beat Kuşağı’nın tarihçesi üzerine okuyucuya kısa bir bilgi vermek, benim görevim. Hareket, 1950’lerde ve 1960’larda ortaya çıktı. Eserlerine, doğaçlamalar, tutkulu diyaloglar, açık cinsellik ve uyuşturucu tecrübeleri damgasını vurdu. Beatlerin postmodern edebiyat üzerindeki etkileri tartışılmazdır.
Bireyden mantığıyla hareket etmesinin, çok çalışıp aile kurma-sının, vatansever olmasının beklendiği 1950’lerde büyüdüm. Bu, kuralların, düzenin ve materyalizmin toplumuydu. Bireysel harekete çok az yer vardı.
Elliler ilerlerken, Beat Hareketi ortaya çıkmaya başladı. New York (Greenwich Village) ve San Francisco’da (Kuzey Sahili) köklenen Beatler, kurulu düzene açık bir şekilde meydan okuyup, karşı geldi. Düzenin savunduğu her şeye isyan ederken Amerika’nın temsil ettikleri aleyhine konuştular; militarizm, ırkçılık, materyalizm, konformizm adına muhalif sesler bastırılıyordu.
Bana göre, Beat ruhunun gerçek anlamını, Bob Kaufman temsil ediyordu. Ellilerde çıkan özgün Beat şairlerinden biri olan Kaufman, her ne kadar şiirleri ırksal kimliğinin ötesine geçse de pek çoğu tarafından haklı bir biçimde döneminin en etkili siyahi şairlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Çoğu Beat gibi, o da yolcuğuna New York’ta başlamış, San Francisco’nun kuzey sahilinde devam etmiştir. Ginsberg, şiirlerini büyük dinleyicilere okurken, Kaufman farklı bir yol seçip, Grant ve Green’de bulunan Co-existence Bagel Shop’ta takılan, tartışmasız bir sokak şairi ol-muştur. Şiir tekniği, güçlü, lirik imgelem ile siyasi şiirlerinde bulunan daha kehanetli üslup arasında değişim göstererek, gerçeküstücü şairlerinkine benzer. Kaufman kendisini Budist olarak görmüş ve şairin daha yüksek bir düzene çağrıldığına inanmıştır; Budist felsefesi olan fakirlik yeminini etmiş ve maddeci olmayan bir yaşamı benimsemiştir.
İnsanlar, onu şiir okurken görme umuduyla Co-existence Bagel Shop’a akın etti. Bir gece masalardan birine çıkıp yeni yazılmış bir şiiri okuyor, bir başka gece Eliot, Pound ve Blake gibi ustalardan şiirler okuyarak izleyiciyi mest ediyordu. O okurken, dükkanda çıt çıkmıyordu. İzleyici, ağzından çıkan her sözcüğe saplanıp kalıyordu, ancak kaderini belirleyen an, dükkanın du-varlarına, “Adolph Hitler, Eva Braun ile takılmaktan ve Yahudileri yakmaktan sıkıldı, San Francisco’ya taşındı ve polis oldu,” yazdığı gündü. Artık düzenli olarak polis tarafından taciz ediliyor, eski Kearny polis merkezinde sık sık dayak yiyordu. Altmışların sonuna gelindiğinde, uyuşturucunun kurbanı olmuştu, Bellevue Hastanesi’nde gördüğü şok tedavilerinin ardından on yıl önce-sindeki Kaufmann’dan geriye sadece bir kabuk kalmıştı.
Hayatlarını, okuyucuları için kurgulayan ilk yazarlar arasında olan Beatler, ellilerin sonuna doğru, rollerini yeni Amerikan karşıt kültürü içinde sağlamlaştırdılar ancak korktukları gibi, ilgi odağı sanatlarından ziyade “yaşam tarzları” olmuştu. Onları, genel olarak şikayetçilerden ayıran şey, yetenekleri ve inançlarıydı. Dünya çapında, büyük bir gençlik ihtimalini temsil ediyorlardı. Ancak bu aynı zamanda medyanın seri “ideal” Amerika üretme-ye başladığı bir dönemdi. Medya, bir devrimi kültürel bir hevese dönüştürmek için düğmeye basmıştı. Beat sözcüğü, alt-kültürün bir parçası olarak önemini kaybetmeye başlamış, bohem bir yaşam benimseyen ya da isyankar bir biçimde davranan herkes için bir etiket olmuştu. Beatnik terimi, ilk olarak 1958 yılında, Herb Caen tarafından, San Francisco Chronicle’daki köşe yazısında uydurulmuştu.
1958’de Panama’dan döndüğümde, Beatler San Francisco’dan ayrılıp, Meksika ve California gibi yerlere göç etmeye başlamışlardı bile. Beatnik ifadesi, ciddi bir devrimden ziyade şakaya dönüşmüştü. Medya, beatler hakkında bildiği sadece iki şeyi, imajlarını ve yaşam tarzlarını sömürüyordu.
Kuzey sahilinde elliler ve altmışlar boyunca gerçekleşen yaratıcı dalgalanmayı idrak edebilmek için önce San Francisco’nun edebi geleneğini anlamak lazım. Beat hareketinin meyve verecek olgunluğa eriştiği bu yerde gelişmesi oldukça doğal, ancak işin aslı şu ki, Ginsberg, Kerouac, Neal Cassady ve diğer Beat ruhları bu şehre gelmeden çok önce, San Francisco’da edebi bir Bohemya mevcuttu.
Kuzey sahilinin yaratıcı merkezi, şairlerin, oyuncuların ve caz müzisyenlerinin uğrak yeri olan barlar ve kafelerle çevrili Grant Avenue idi. Broadway ve Columbus’a uzanan cafeler ve barlar ile Grant Avenue, yaratıcılığın merkez sahnesi iken, kendisini Beatlerin kralı ilan eden Big Daddy Nord, büyük bir ardiyede dikkat çekiyordu. Eric’s Pad, 7/24 açıktı. Haftanın herhangi bir gecesi gittiğinizde, siyahilerin ve beyazların özgürce kaynaşıp bongo ve tumbalar eşliğinde dans ettiğini görebilirdiniz. Çatıda, ilgili ya da ilgisiz izleyicilerin önünde sevişen çiftlerin olduğu döşekler vardı.
Ancak yirmi yıl önce, San Francisco hali hazırda yaratıcı enerji ile büyüyordu. San Francisco Rönesansı, olarak bilinen bu dönem, şehir boyunca konumlanan bir dizi şiirsel aktivite için tasarlanmıştı. Beatlerin babası olarak bilinen Kenneth Rexroth genellikle rönesansın kurucu babası olarak da kabul ediliyordu. Rexroth, Ezra Pound ve William Carlos Williams ile benzeşen önde gelen ikinci kuşak modernist şairlerdendi. Şehre, Chicago’dan gelmişti. Chicago’da, Green Mask olarak bilinen, bir caz ve şiir kafesini işletiyordu. Bu kafenin üst katında, San Francis-co’nun müstehcen tarihi ile uyumlu, bir de genelevi vardı. Rexroth yalnızca şair ve yazar değildi, aynı zamanda sendikacıydı. Liman işçilerini sendika üyesi yapmaya teşvik etmek için Waterfront’ta takılırdı.
Rexroth, Fillmore semtindeki plakçının üzerindeki dairesinde düzenli olarak okuma günleri/geceleri düzenliyordu. Okumalar-da boy gösteren pek çok şairin arasında, daha sonra Kerouac’ın romanlarında “Ben Fagin” olarak boy gösterecek olan Philip Whalen ve Warren Coughlin de vardı. Toplantılara katılan şairler, Helen Adams’ın baladlarından, şair ve film yapımcısı James Broughton’ın müstehcen şiirlerine kadar yayılan, geniş bir yazı tarzını temsil ediyorlardı. Okumalar, ziyaret eden şöhretler ka-dar hem genç hem de yaşlı şairler için de bir limandı.
Rexroth, Beatlerin babası ise, Madeline Gleason da kurucu anasıydı. 1940’lar boyunca Rexroth ile aralarında Jack Spicer ve Robert Duncan’ın da olduğu bir grup genç Berkeley şairi ile arkadaş olmuşlardı.
1952’de Dylan Thomas şehre geldi ve sarhoş kafayla şiirlerini okuyan Galli adamı izlemeye gelen oda dolusu izleyiciyi büyüle-di. Bir yıl sonra, Lawrence Ferlinghetti ve Peter Martin, City Lights Kitabevi’ni açtılar. O sıralarda gerçeküstücü şair Philip Lamantia’nın eserlerini basan City Lights Journal’ı finanse etmek, girişimlerinin bir diğer amacıydı.
Ginsberg, ellilerin başında şehre geldiğinde, yolunun Rexroth’un haftalık okumalarına düşmesi gayet doğaldı. 1954’te Ginsberg henüz eşcinselliğini kabul etmemişti ancak aynı yıl had Peter Orlovski ile tanıştı ve hayat arkadaşı oldular. Aynı dönem-de, RexrothGreen ve Columbus’ta bulunan bodrum katındaki küçük bir barda şiirlerini caz eşliğinde okumaya başlamıştı. Jack Spicer ise Grant Avenue’daki The Place adı verilen barda ünlü “Blabbermouth gecesini” yönetiyordu. Tam da bu sıralarda Ginsberg epik şiiri “Howl”’un ilk satırlarını yazmaya başlamıştı. Kerouac’ın da teşviki ile şiirini vitrine çıkaracağı bir yer aramaya koyuldu. Rexroth, Fillmore ve Greenwich caddelerinde bulunan Six Gallery’de bir okuma düzenledi. Ginsberg, Snyder, Whalen ve Philip Lamantia’nın da bulunduğu okumada, Rexroth, törenlerin efendisi olarak hizmet ediyordu. Kerouac listede yoktu ama etkinliğe katıldı. Kerouac’ın sarhoş bir halde kırmızı şarap şişelerini etrafta dolaştırdığı gece büyük ilgi gördü. Kerouac’ın da verdiği cesaret ile tutkuyla şiirini okuyan gecenin son ismi Ginsberg, izleyiciyi büyüledi ve şöhrete giden yolunu açtı.
Kerouac, Ginsberg ve Cassady’nin yaptığı en önemli şey, ülke-deki isyankâr gençlerin kendileri ile aynı şeyi hisseden başka insanların da olduğunu fark etmelerine sebep olmalarıydı. Dia-ne Di Prima’nın Howl’un, kendisi ile başkalarına da öne çıkıp seslerini duyurma cesareti verdiğini söylemesi, aslında da-ha sonrasında Beat Kuşağı adı verilecek olan yeni şairler topluluğunun ilanıydı.
Beatlere kötü şöhret kazandıran tek ve en önemli vaka, 25 Mart 1957’de ABD Gümrük Bürosu’nın Howl’un sevkiyatına el koyup kitabı müstehcen olarak ilan etmesidir. Ferlinghetti ve Shig Muro (kitabevinin yöneticisi) müstehcen yayın basmakla suçlandı-lar. Amerikan sivil özgürlükler sendikası, ücretsiz yasal yardım sunarak olaya müdahale etti. Yazarlar ve eleştirmenler, mahkemede City Lights’ın lehine ifade verdiler. Yargıç Clayton Horn, “bir kitap, telafi eden en ufak toplumsal öneme sahipse, ABD ve California Anayasası’nın birinci ve on dördüncü tebdilleri altında korunur ve böylece müstehcen olarak kabul edilemez,” hükmünü verdi. Bu yasal emsal, D.H. Lawrence’ın Lady Chatterley’s Lover, ve Henry Miller’ın Tropic of Cancer eserlerinin Grove Press tarafından basılmalarına olanak sağlamıştır.
Caz müziğinin Beatlerin eserleri üzerindeki önemini belirtmek de eşit ölçüde önemlidir. Charlie Parker ve Mingus, pek çok Be-ati kendilerine çeken caz müzisyenleri arasındadır. Ellilerin sonlarından altmışlara kadar caz, olan bitenin merkezindeydi. Wes Montgomery ve Cal Tjader, sahnenin oldukça büyük bir parçasıydı. Bop şehri olarak bilinen geniş bir siyahi topluluktan oluşan Fillmore bölgesi, Ella Fitzgerald ve Sarah Vaughan gibi müzisyenlerin ikinci adresiydi. New York caz müzisyenlerine San Francis-co’nun Fillmore bölgesinde rastlamak oldukça sıradan bir olaydı. Caz müzisyenleri ve caz tutkunları sabahın erken saatinde bura-da toplanırdı. Beatler ve be bop ikiz gibiydi. Carter Monroe, şuna dikkat çeker: “Bop hareketini, Beat edebiyatı açısından tartış-tığınızda, temsil ettiği özgürlükten bahsedersiniz. Etki bakımın-dan Beat edebiyatının büyük bir kısmı, içerik ve toplumsal geleneklere meydan okumak ile ilgilidir.” Bop, müziğin var olan parametrelerine meydan okudu. Bu etkiyi, Jack Kerouac’ın ve hat-ta şair Bob Kaufman’ın eserlerinde görebilirsiniz. Kuzey sahilin-de Kaufman, bop-şair olarak kabul ediliyordu ve şiirlerinin çoğuna caz ilham vermişti.
Bugün hem edebiyat eleştirmenleri hem de akademisyenler, Beatleri meşru şairler, yazarlar ve sanatçılar olarak tanımaktadır ancak meşruiyet bedelsiz gelmedi. Çoğu zaman olduğu gibi başarının da bir fiyat etiketi vardır. Beat şairlerinin çoğu sisteme dahil oldu. Ginsberg, başvurduğu Ulusal Sanat Vakfı Edebiyat bursunu aldı – hem de üç kez – arşivlerini bir milyon dolardan fazla bir meblağa Stanford Üniversitesi’ne sattı. Burroughs reklamlar çekti -hatta filmlerde küçük bir roller aldı. Ferlinghetti’nin bir zamanlar öncü olan kitabevi, bugün diğer ticari kitabevlerinden farksızdır ve kendisini pazarlamakta Ginsberg’den geri kalmayan Ferlinghetti, bir okuma için binlerce dolar ister. Ölene kadar gerçek Beat ruhuna sadık kalanlar Micheline, Kaufman, Corso ve Ray Bremser gibi şairlerdir. Ve bugünün gençleri, doğrudan etkisinde kalmasa da Beat Kuşağına karşı ilgi duymaktadır, zira Amerika’da 1960’lı yıllarda başlayan ve Beatler gibi tüm dünyaya yayılan hippi hareketinden bu yana gerçek bir karşıtkültür devrimi olmamıştır.
Hippi sözcüğü, hipstertan türemiş ve ilk olarak San Francis-co’nun Haight-Ashbury bölgesine taşınan Beatnikleri tanımlamak için kullanılmıştır. Kendi topluluklarını kuran, saykodelik rock dinleyip, cinsel devrimi kucaklayan ve bilincin alternatif hallerini keşfetmek için LSD, esrar ve peyote gibi uyuşturucuları deneyimleyen bu insanlar Beat Kuşağı’nın karşıtültür değerlerini sahiplenmiştir.
Efsanevi Summer of Love, 1967 yılına, doğu yakasında gerçekle-şen Woodstock Festivali ise 1969’a damgasını vurdu. Hippi modası ve değerleri, popüler müziği, film, edebiyat ve sanatı etkileyerek, kültür üzerinde büyük bir etki yarattı. Mirasını, bugün modern kültürde pek çok biçimde görmek mümkün – sağlıklı beslenmeden, müzik festivallerine, bugünün cinsel normlarına kadar pek çok şeyde.
Beat Kuşağını yakalamayı, hippi neslinin doğumunu ve ölümünü takip eden 1970’ler Post-beat Kuşağını tecrübe etme şansını yakaladım.