Açıklama
15cm x 20cm, 72s.
Bizler, tıp tarihi içerisinde edilgen seyirciler değildik. Bugün var olan sistem, erkek ve kadın şifacılar arasındaki rekabet ortamında doğdu ve onun tarafından şekillendirildi. Tıp mesleği özelde, bize karşı ayrımcı kurumlardan bir başkası daha olagelmiş bir meslek değildir: Bizleri dışlamak için tasarlanmış ve dikilmiş bir kaledir. Bunun bizim için anlamı, sağlık sistemindeki cinsiyetçiliğin tesadüfi olmadığı, yalnızca genel olarak toplumdaki cinsiyetçiliğin ya da tek tek doktorların cinsiyetçiliğinin bir yansımasından ibaret olmadığıdır. Tarihsel olarak cinsiyetçilik tıp biliminin kendisinden daha eskidir; kökleşmiş, kurumsallaşmış bir cinsiyetçiliktir bu.
Düşmanımız sadece “erkekler” ve bireysel olarak onların şovenizmi değildir: Erkek ve üst sınıftan gelen şifacıların üstün gelmesini sağlayan, bizi itaat ve hizmet etmeye zorlayan sınıf sisteminin tamamıdır. Kurumsal cinsiyetçilik, erkek hegemonyasını destekleyen bir sınıf sistemi tarafından ayakta tutulmaktadır.
Kadınların şifacı rollerinden dışlanmasının tarihsel açıdan tutarlı hiçbir meşrulaştırması yoktur. Cadılara pragmatik, ampirik ve töretanımaz oldukları için saldırılıyordu. Fakat 19. yüzyılda söylem tersine döndü: Kadınlar fazla bilimsellik dışı, narin ve duygusal oluverdi. Basmakalıplar erkeğin yararına olacak şekilde değişir, biz değil ve “doğuştan gelen kadınsı doğamızda” mevcut itaatkâr konuma itilmemizi meşrulaştıracak hiçbir şey yoktur.
Erkekler sağlık sistemindeki iktidarlarını bilimsel bilgide tekel olmaları sayesinde sürdürmektedir. Bizler bilimle afallatılırız, zihnimizin almayacağına, kavramamızın imkânsız olduğuna inanmamız öğretilir bize. Bastırılmışlığın verdiği hayal kırıklığıyla, bilimi tekelinde tutan erkeklere meydan okumaktansa, onu reddetmeye meylederiz bazen. Fakat tıp bilimi bizlere sağlık çalışanları olarak gerçek anlamda kendi bedenlerimiz üzerinde kendimizin denetim kurmasını ve yaşamlarımızda söz sahibi olmamızı sağlayarak özgürleştirici bir güç olabilir. Tarihimizde bugün bulunduğumuz noktada, tıbbi bilgi elde edip paylaşmak için sarf edilecek her çaba, mücadelenin önemli birer parçasıdır: bedenini tanı kursları ve literatürü, dışarıdan yardım almadan kendi oluşturduğumuz gruplarla gerçekleştirilen kendimizi geliştirme projeleri, danışmanlık, ücretsiz kadın klinikleri gibi.
Tıpta profesyonelleşme, erkek üst sınıf tekelin kurumsallaşmasından başka bir şey değildir. Profesyonelleşmeyi hiçbir şekilde uzmanlıkla karıştırmamalıyız. Uzmanlık onun için çalışılarak ve paylaşarak elde edilir; profesyonelleşme ise – tanımı gereği – elitisttir ve dışlayıcıdır, cinsiyetçidir, ırkçıdır, sınıfçıdır. Amerikan tarihinde, örgün tıp eğitimi almak isteyen kadınlar, onun içerdiği profesyonelleşme biçimini kabullenmeye fazlasıyla istekliydi. Elde ettikleri konumla kendilerine kazanımlar sağladılar – ama onlar kadar ayrıcalıklı olmayan kız kardeşlerinin sırtından, ebelerden, hemşirelerden ve alaylı şifacılardan. Bugün bizim hedefimiz, asla kadınlara karşı dışlayıcı olan tıp mesleği kurumuna değil, tıbba – ve tüm kadınlara- açık olmaktır.
Bu, kadın sağlık çalışanları ile kadın tüketiciler arasındaki farklılıkları ve engelleri yıkmaya başlamamız gerektiği anlamına gelmektedir. Ortak kaygılar oluşturmalıyız: Tüketiciler, kadınların birer çalışan olarak gereksinimlerinin farkında olmalı; çalışanlar, kadınların birer tüketici olarak gereksinimlerinden haberdar olmalı. Kadın çalışanlar kolektif kendini geliştirme ve kendi kendine öğrenme projelerinde ve sağlık kurumlarına getirilecek sert eleştirilerde liderlik rolünü üstlenebilir. Ancak onların da güçlü bir tüketici kadın hareketinden göreceği destek ve dayanışmaya ihtiyacı vardır.
Bugün bizlerin sağlık çalışanı kadınlar olarak ezilmemiz ile kadın olarak ezilmemiz arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Sağlık sistemindeki en ağırlıklı rolümüz olan hemşirelik düpedüz eş ve anne rollerimizin işyerine taşınmış bir uzantısıdır. Hemşire, başkaldırının yalnızca “profesyonelliğine” değil, kadınlığına da aykırı olacağına inanacak şekilde toplumsallaştırılır. Bunun işaret ettiği şey, tıbbın erkek elit tabakasının, genel olarak toplumdaki cinsiyetçiliğin sürdürülmesinde özellikle menfaati olduğudur: Doktorlar, işçilerinin en çok kadın olduğu bir endüstrinin patronlarıdırlar. Toplum genelindeki cinsiyetçilik, sağlık işgücü içerisindeki kadın çoğunluğun “iyi” işçiler- uysal ve edilgen – olmalarını garanti altına alır. Cinsiyetçiliği tablodan çıkarırsanız, sağlıktaki hiyerarşinin dayanak noktalarından birini de çıkarmış olursunuz.
Bunun pratikte bizim için anlamı, sağlık sistemi içerisinde işçi örgütlenmesini feminist örgütlenmeden ayırmanın mümkün olmadığıdır. İşçi olarak kadın sağlık çalışanlarıyla iletişime geçmek demek, birer kadın olarak onlarla iletişime geçmek demek.