
Açıklama
15x20cm, 132s.
Sürrealist bakış açısından, Avrupa ve Amerika’daki savaş sonrası yıllar, uzun bir karşı-devrim dönemine eklenmişti. Tüm dünya iki dev güç bloğu tarafından rakip “kamplara” bölünmeden önce Avrupa ve Amerika’nın çoğu bölgesinde, savaşın sonunda radikal toplumsal değişim için kitlesel hareketler henüz ortaya çıkmamıştı. Temelde Nazilerin uyguladığı soykırıma, çalışma kamplarına, ırkçılığa ve Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarına yol açan Ubuesk küresel sosyal sistemi halen kontrol altındaydı.
Şüphecilik, kültürel ve politik olarak hüküm sürmekteydi. Kayıtsızlık, çağın parolalarından biriydi. Bu koşullarda sürrealizm; ütopik, aptalca, alakasız, saf, çocukça, romantizmin bir kalıntısı ve her şeyden önce modası geçmiş olduğu düşüncesiyle her zamankinden daha fazla reddedilir olmuştu. SSCB’de sürrealizm, Amerikan emperyalizmiyle yakın bağları olduğu öne sürülerek kapitalist ve çürümüş olmakla suçlanıyordu. ABD’de ise Fransız, yabancı, yıkıcı ve Amerikan karşıtı olarak kınanıyordu. ABD anti-komünizm hakkında çok şey yazıldı, ancak Soğuk Savaş aynı zamanda yaygın bir sürrealizm karşıtlığı dönemiydi. Sürrealizm karşıtı mücadelenin öncüsü, elbette, Komünizm davasının Stalinist gaspçılarıydı.
Özellikle Fransa’da, Sol, Sağ ve Merkez’in önde gelen ideologları -diğer her şey hakkında ne kadar şiddetle birbirlerine karşı olsalar da- güçlerine ve ayrıcalıklarına yönelik tehdit olarak gördükleri (ki bu tamamen yanlış değildi) sürrealistleri marjinalleştirme çabalarında birleşmişlerdi. Umutsuzluk ve can sıkıntısıyla dolu ruh hali varoluşçu çılgınlığa da yansımıştı. Yavan bir kaygı, şiirsel olağanüstülüğün yerini almıştı. Çılgın Aşk ve Argo Kalesi dışa itilmiş; Bulantı ve Çıkışsızlık kapıdan içeri alınmıştı.
Modaya uygun ve gerici akımlara uymayı reddeden, yeniden örgütlenen Sürrealist Grup, hatırı sayılır bir destek buldu. Breton, Mayıs 1946’da Paris’e döndüğünde, sık sık gittiği kafelerin Sürrealizm tarafında savaşmaya istekli gençlerden oluşan bir kalabalıkla tıka basa dolu olduğunu gördü. 1948 ve 1949’da (genellikle Afro-Amerikan yazar James Baldwin ile) Paris’te Sürrealist Grup toplantılarına ve gösterilerine katılan ABD’li sanatçı Edith Smith, sürrealizmin savaş sonrası yıllarını yoğun bir faaliyet ve heyecan dönemi olarak hatırlar (telefon görüşmesi, Mayıs 1997). Paris’teki grubun savaş sonrası ilk makalesi Özgürlük bir Vietnam Sözcüğüdür (1947), Fransa’nın 1960’larda güneydoğu Asya’daki küçük bir ülkeye karşı dünyada büyük yankı uyandıran savaşını protesto etti. Bir yıl sonra, Katoliklerin sürrealizmin bazı unsurlarını kendine mal etme girişimlerinin bir eleştirisi olan Tanrı’nın Laneti İzbelerinizde! adlı makale, bir sürrealist bildirisinde hiç olmadığı kadar fazla bir sayıya ulaşarak elli iki imza topladı. Paris’teki 1947 Uluslararası Sürrealist Sergisi, yirmi dört ülkeden seksen yedi sürrealistin (on altısı kadın) eserlerini sergiledi. “Sürrealist Çözüm” adı altında, sürrealist etkinliğin dünya çapında yenilenmesinin her belirtisini gösteren bu hareketliliği koordine etmek için Nina Dausset Galerisi’nde yeni bir Sürrealist Araştırma Bürosu kuruldu.
Bununla birlikte, uluslararası düzeyde örgütlü sürrealizmin durumu, en az Fransa’da olduğu kadar birçok yerde de halen oldukça belirsizliğini koruyordu. Stalinizm Doğu Avrupa’yı ele geçirdiğinde, savaşın parçaladığı bu ülkelerdeki sürrealistler bir kez daha yeraltına ya da yurtdışına gitmek zorunda kaldılar. ABD’deki sürrealist mülteciler Paris’e döndüğünde, Sürgündeki New York Sürrealist Grubu ortadan kalktı ki son toplu tezahürleri, Nicolas Calas tarafından düzenlenen ve heykeltıraş Helen Phillips ve mozaikçi Jeanne Reynal ile ikisi kadın sekiz sanatçının eserlerinin yer aldığı Bloodflames 1947 sergisiydi. Martinik’teki Tropiques grubu ise 1945’te Aimê Cêsaire Fransız parlamentosunda Komünist milletvekili olarak yeni bir hayata başlayınca dağıldı. 1950’den çok önce Kopenhag, Londra, Kahire, Stockholm, Santiago ve Şili’de Sürrealist Gruplar kamplarını kurmuştu.
Romanya ve Portekiz’deki sürrealizm kendilerine özgü olağandışı yörüngeler izledi. Stalinizmin gelişiyle birlikte Bükreş grubu dağılmak zorunda kaldı; çoğu üye sürgüne gitti. Onları ayıran coğrafi uzaklık ve farklılıklara rağmen, sürrealizme ve hatta kolektif bir kimliğe bağlılıklarını sürdürdüler. Antonia Rasicovici’nin Romanya’da sürrealizme dahil oluşu 1934’te on beş yaşındayken gerçekleşti. Heykeltıraş Mirabelle Dors 1950’de Bükreş’ten Paris’e taşındı ve birkaç yıl Paris grubunda aktif rol aldı. En etkili Rumen kadın sürrealist kuşkusuz Lygia Alexandrescu idi ki elli yılı aşkın bir süredir şair Gellu Naum’un yol arkadaşı, macera ortakğı ve onun muhteşem androjen kroniği Zenobia’nın kahramanıdır. Nadja, Don Kişot ve Jacques Vachê’nin War Letters’ının havasını ve duyarlılığını paylaşan bu anlatı, ilk kez 1985’te yayınlandı ve o zamandan beri geniş çapta çevrildi (Naum 1995).
Salazarist devlet baskısı, 1940’larda Lizbon’da henüz gelişen sürrealist grubu hızla bastırdı. Bununla birlikte sürrealist faaliyet, son derece gizli olmasına ve yarı gizli kayıt dışılıkla sürdürülmesine rağmen devam etti ve bugün de yolculuğunu sürdürmektedir. Sürrealizmin izole bir radikal alt akım olduğu ABD, İngiltere, İtalya, Almanya, Hollanda, Rusya ve İskandinav ülkelerinden farklı olarak, Portekiz’deki sürrealizm (Çekoslovakya, Sırbistan, Romanya, Fransa, Belçika, İspanya, Yunanistan, Japonya, Fransız Batı Hint Adaları, Arjantin ve Şili’de olduğu gibi) ulusun kültürel yaşamında büyük bir güç haline gelmişti. Portekiz’in modern sanatın önde gelen öncülerinden biri olan Maria Helena Vieira da Silva’nın sürrealizmle güçlü bağları vardı. Savaş sonrası Portekiz’den ressam Paula Rego ve iki önemli şair ortaya çıktı: sürrealist temel eserlerini Portekizce’ye çevirmesiyle de tanınan Luiza Neto Jorge ve sürrealist ruhu heykellerinde sergileyen Isabel Meyrelles.
Her zaman olduğu gibi, yeni sürrealist gruplar ortaya çıkmaya devam etti. 1948’de, on altı güçlü (şair Thêrêse Renaud, dansçı Françoise Sullivan ve diğer beş kadın dahil) Montrealli “Otomatistler”, Refus global [Küresel Ret] başlıklı çarpıcı bir manifestoyla uluslararası sürrealizmle dayanışmalarını ilan ettiler. Arjantin’de 1952’de ve sonraki dört yıl içinde kurulan bir Sürrealist Grup, A Partir de cero [Sıfırdan Başlangıç] adlı taptaze bir derginin dört sayısını çıkardı ki üreticileri arasında Olga Orozco ve Perulu şair Blanca Varela vardı. 1954’te Avusturya’da yayınlanan Sürrealistische Publikationem [Sürrealist Yayınlar], Anneliese Hager’ın metinlerini içeriyordu. Carol St. Julian (diğer adıyla Beavy LeNora, the Nevermore Girl) ve fotoğrafçı Anne McKeever’in de aralarında bulunduğu, sürrealist odaklı büyüleyici bir grup 1955’te New Orleans, Louisiana’da sahneye çıktı. 1958’de Paris’teki sürrealistlerle yakından bağlantılı olan Sürrealizm Çalışma Grubu Tokyo’da kuruldu. İtalya’nın Milano kentindeki sürrealistler 1959’da Front unique adlı bir dergi çıkardı. Ancak Soğuk Savaş’ın entelektüel iklimi ölümcül oldu ve bu grupların hiçbiri uzun süre dayanamadı.
Bu arada, Belçika, Fransa ve diğer ülkelerdeki birkaç ayrılıkçı sürrealist, (elbette hiç istenmedikleri) Stalincileştirilmiş Komünist partilerde sürrealizme bir yer bulmak için tuhaf bir çabaya bulaştılar. Ne yazık ki, bu politik olarak saf ve sözde sürrealistlerin akılları birkaç ay sonra başlarına geldikten sonra içlerinden çok azı uluslararası Sürrealist Harekete bağlılıklarına devam etti; ancak yine de karşılıklı güvensizlik çok büyüktü. Kendilerini iddialı bir şekilde adlandırdıkları haliyle bu birçok eski “Devrimci Sürrealist”, sonradan plastik sanatlarda otomatizm arayışına adanmış çok oldukça ilginç “Kobra” hareketinin (1948-1951) kurulmasına yardımcı oldu. 1954 yılında, Edouard Jaguer ve Anne Ethuin tarafından ortaklaşa kurulan ve sürrealizmi daha fazla kucaklayan uluslararası Phases hareketi ise Kobra’nın başarıya ulaşmasını sağladı, Altmışlı yıllarda Phases, Fransız Sürrealist Grubu ile, sonraki yıllarda ABD, Quebec ve diğer ülkelerdeki sürrealist gruplarla ortak eylemler gerçekleştirdi.
“Devrimci Sürrealistler” ya da en azından Kobra’nın bazı üyeleri, kendilerini mevcut sürrealizmin yerini almış olarak düşündüler. Eğlenceli bir şekilde, bazı ABD eleştirmenleri aynı iddiayı New York’un soyut dışavurumcuları için de yaptı. 1950’lerde sürrealizmin yerini almak isteyen diğer hareketler, Paris merkezli küçük bir Fransız grup olan “Lettriste” hareketini ve daha da önemlisi Internationale statusniste’i [Sitüasyonist Enternasyonal] içeriyordu. Aslında II. Dünya Savaşı öncesi sürrealist siyaset teorisinde sağlam temelleri olan bir gruptu. Açıktır ki, bu grupların hiçbiri sürrealizmin yerini almayı başaramadı; gerçekte hiçbiri örgütlü bir güç olarak birkaç yıldan fazla hayatta kalamadı. Bununla birlikte, özellikle Kobra’nın, aynı zamanda bazı soyut dışavurumcuların ve hatta biraz gülünç olan “Lettriste” hareketinin getirdiği büyük yaratıcı patlama, sürrealizmin sonraki gelişimine bir şeyler kattı. Sitüasyonistler ise, sürrealizmin ileri kapitalizm eleştirisinin detaylandırılmasına yardımcı oldular. Bununla birlikte, istisnasız olarak bütün bu gruplar Sürrealist Hareket’e göre çok daha az kadın üyeye sahipti; New York soyut dışavurumculuğu ve Sitüasyonist Enternasyonal temelde erkek kulüpleriydi. Kırklı yılların sonları ve ellili yıllar böyleydi; onları kafir huzur bozucular olarak görüp onlardan korkan düzen tarafından varlıkları reddedilen sürrealistler, aynı zamanda huzursuzluklarını sürrealizmin “iptali” olarak gören eleştirmenlerle de mücadele etmek zorunda kaldılar.
Soğuk Savaş’ın ilk on beş yılı, Sürrealist Hareket ve özellikle de kadın üyeleri için gerçekten zor yıllardı. İç karartıcı bir dünya siyasi iklimi, hizipçilik ve bölünmeler uzun süreli rahatsızlık dönemlerine yol açtı. Ama aynı zamanda sevinç anları, heyecan verici keşifler ve muhteşem zaferler de vardı ve bunların hepsinden kadınlar da payını aldı. Resim ve çizimde sürrealizm; Marie Wilson, Judit Reigl, Mimi Parent, Paula Rego, Baya, Cundrun Ahlberg, Marcelle Loubchansky, Suzanne Besson, Marie Carlier, Henriette de Champrel ve Marianne van Hirtum’un gelişiyle güçlendi. Isabel Meyrelles, Mirabelle Dors ve Helen Phillips ise heykelde iz bıraktılar. Nelly Kaplan ilk filmlerini çekti ve böylece ilk kadın sürrealist görüntü yönetmeni oldu. (Alice Rahon daha önce ikinci kocası Edward FitzCerald ile bir filmde birlikte çalışsa da proje hiçbir zaman tamamlanmadı.) Kaplan’ın Belen mahlası altında yayınlanan anlatıları, hiçbir şeyden şüphelenmeyen bir halk üzerinde şimdiye kadar ortaya çıkmış en kara mizahlardandı. Agresif bir cinsellikle zenginleştirilmiş kara mizah, Joyce Mansour ve Almanya doğumlu Unica Zürn’ün hikayelerinin de ayırt edici özelliğidir.
Françoise Sullivan, Montreal’de bir dizi olağanüstü dans performansıyla devinimsel otomatizmin sınırlarını keşfetti ve aynı zamanda otomatistlerin yayını olan Refus global için bu konuda tutku ve berraklık dolu metinler üretti. Andre Breton ise aynı dönemde Paris’te, Toussaint L’Ouverture Komitesi’nde yakın bir şekilde birlikte çalıştığı Afro-Amerikalı dansçı Katherine Dunham’nın Paris’teki ilk sahnesi için dokunaklı bir övgü yazdı. Bu arada, Dunham’ın memleketi Chicago’da genç Sybil Shearer, şaşmaz sürrealist ilhamın çılgınca büyülü danslarıyla seyircileri şaşırttı.
Kırkların sonları ve elliler, birçok dilde çiçek açan şiirdeki sürrealizm için özellikle verimliydi. 1945’te on sekiz yaşındaki Montrealli Thêrêse Renaud, Kanada’da yazılmış ilk sürrealist şiirleri yayımladı. Sürrealizm daha önce Almanya’da örgütlü bir hareket olarak aktif olmasa da fotogramın ustalarından biri olan Anneliese Hager’in parlak şiirleri ve Unica Zürn’ün meteor benzeri anagramları, Lichtenberg ve Annette von Droste-Hulshoff’un dilinde savaş sonrası sürrealist bir oluşumun kurulmasına yardımcı oldu. Portekizce’de Isabel Meyrelles ve Luiza Neto Jorge’nin şiirleri, evrene yeni bir bakışın işaretini veren bir düşün ve isyanın trompet sesiydi. Buenos Aires’teki Olga Orozco ve Peru’daki Blanca Varela, şiirleriyle İspanyolcada sürrealist hoşnutsuzluk ve arzu alevlerini körüklediler.
Fransızca’da Joyce Mansour ve Marianne van Hirtum’un alışılmadık derecede sıra dışı çalışmaları sürrealizme yeni bir soluk getirdi. 1960’da bir muhabir tarafından savaş sonrası yılların en önemli üç Fransızca sürrealist şairinin sıralaması istendiğinde, Breton şu yanıtı vermişti; Malcolm de Chazal, Jean-Pierre Duprey ve Joyce Mansour. İlk ikisi, en azından Fransa’da daha önce anılan kadın şairlerin herhangi birinden daha çok tanınabilir olsa da Mansour; yalnızca Fransa’da değil, uluslararası alanda da en çok tanınanı oldu. Derin denizlere özgü cüreti, yüksek erotik öfkesi ve acı, böcek bacaklı kahkahasıyla Joyce Mansour, dünyaya hiçbir kadının yazamadığı ölçüde şaşırtıcı bir şiirsel üretim yaptı.
Marianne van Hirtum’un şiirleri, Mansour’un eserleri kadar gelenekleri sarssa da oldukça farklıydı. Van Hirtum’un vahşi doğayı yeniden canlandıran cesur imgelem dünyası, hoş bir felaket duygusu ve tehlikeli risk sevgisiyle şaşırtıcıdır. Vahşi ve ışıltılı oluşuyla, satırları uykunun kendisi kadar androjen ve saran bir hisse sahiptir.
Sürrealizmle ilişkisi yirmili veya otuzlu yıllarda başlayan birçok kadın, ellilerde de aynı derecede aktifti. Meret Oppenheim ve Toyen, Paris grubunda özellikle önemliydi. Toyen’ın Breton, Peret ve Jindrich Heisler’in metinlerini de içeren önemli bir monografisi 1953’te çıktı. Leonora Carrington, Mary Low, Irêne Hamoir ve Valentine Penrose ise on yıl boyunca çeşitli uzak bölgelerden kitaplar yayınladı.
Kırklı yılların sonları ve ellili yıllar, sürrealizm için tıpkı eski Galya sanatını keşfetmeleriyle Kelt ozanlarının şiirleri, Thelonious Monk’un müziği, Billie Holiday’in şarkıları, Charles Fort’un eserleri, Tex Avery’nin çizgi filmleri ve Flora Tristan’ın yayınlanmamış mektupları gibi yeni kolektif coşkuların yanında “Kapıyı Açar mısın?” ve “Biri Diğerinde” gibi yeni sürrealist oyunları da beraberinde getirdi. Bu yeni tutkular ve diğerleri, Fransız grubun süreli yayınlarında kronikleştirildi: Nêon (beş sayı, 1948-1949), Mêdium: Information surrealistes (sekiz sayı, 1952-1953), Mêdium: Communication surrealiste (dört sayı, 1953-1955), Le Surrêalisme, même [Sürrealizm, Kendisi] (beş sayı, 1955- 1958) ve BIEF: Jonction surrêaliste (on iki sayı, 1958-1960) (Bonnet ve Chenieux-Gendron 1982). Karma sergiler, özellikle de Charles Estienne tarafından düzenlenen 1955 “Alice Harikalar Diyarında” sergisi ve libidoya adanmış 1959 Uluslararası Sürrealist Sergisi, kadınların büyük rol oynadığı ellili yıllarda sürrealizmin diğer önemli başarılarıydı. Keyfi meyiller ve tutkulu çekiciliğe dayanan bu oyunlar, sergiler ve Mimi Parent’in hareketin “eğlence” ve “festival” niteliği olarak adlandırdığı şeyin diğer tezahürleri -kolektif oyunlar, deneyler, doğaçlamalar ve nesnel şansı arayış sürrealizm tam da merkezidir. Gündelik sefaletin baskılarından anlık bir salıvermenin ötesinde, bunlar Breton’un sefillik diyerek kınadığı egemen ideolojilerin iç karartıcı kompleksinin üstesinden gelmenin yollarını öneren zengin bir devrimci şiirsel bilgi kaynağıdır (Breton 1972, 347-348).
Ellili yıllar teori ve eleştiri alanında da verimli yıllardı, ancak burada yine kadınların katkıları hareketin dışında çok az fark edildi. Soğuk Savaş sırasında sürrealist hareketin eriştiği yüksek noktalarından biri, Paris grubunun 1951-1953’te haftalık anarşist Le Libertaire ile yaptığı iş birliğiydi. “Billet Surrêaliste” [Sürrealist Bilet] sütunları, o dönem kendilerine ait bir süreli yayınları olmayan sürrealistlerin devrimci hareketleri açısından karşılaştıkları sorunlara yeni yaklaşımlar geliştirmesini mümkün kıldı. Breton, Peret ve Adrien Dax’ın yanı sıra birçok genç yoldaşın katkılarını içeren bu sütunda özellikle dikkat çekenler, Jacqueline Senard’ın iki makalesi oldu: akla dair ironik bir tarih ve kara mizah ile radikal ekolojiyi harmanlayan güçlü bir metin. Bir sosyal görevli olan Senard’ın da bir feminist olduğu görülse de kendisini feminist olarak tanımlayıp tanımlamadığı bilinmemektedir. Görünüşe göre kendisi baş kışkırtıcıydı ve belki de kadın okuyuculara daha önceki herhangi bir grup yayınından daha çok hitap eden bir sürrealist dergi olan La Mante surrêaliste’nin (isimde l’amante/lover ve la mante/peygamber devesi ile kelime oyunu yapılmıştır) yardımcı editörü olabilirdi. Bu derginin Ocak 1953’te yayımlanacağı ilan edilse de hiçbir zaman yayınlanmamıştır.
Nora Mitrani’nin ışıltılı eserlerinde, derin bir ekolojik farkındalıkla güçlendirilmiş devrimci ve gerçekten sürrealist bir feminizm vardır. Eski nesilden veya kendi kuşağındaki herhangi bir sürrealistten daha fazla kadınlarla ilgili meselelerle ilgileniyordu. Bir filozof ve sosyolog olmak üzere eğitim görmüş, bilimsel düşünce ve eleştirel teori dünyasında kendini mükemmel bir şekilde evinde hissediyordu. Mitrani; Kierkegaard ve kara filmden, bürokrasinin eleştirisine ve nükleer gücün tehlikelerine kadar çok çeşitli konularda yazdı. Istırap eleştirisine yaptığı katkılar eşsizdir. Kadınlarla ilgili yazıları, feminizmde olduğu kadar sürrealizmde de bir yenilik olduğu için özel ilgi görmektedir.
Sürrealizm ve o dönemin küçük devrimci hareketi dışında, Senard ve Mitrani’nin yazıları çok az dikkat çekti. Bugün onları ve o yılların diğer sürrealistlerinin, kadın ve erkeklerin çalışmalarını, gerçek anlamda zamanlarının ötesinde görünen yazılar olarak görebiliriz. Bununla birlikte, o günlerde çoğunluğun görüşü zamanlarının çok gerisinde kaldığı için öyle görünmektedirler. Durgun bir siyasi gerçekliğin önünde at koşturan sürrealist hayal gücü, çoğu insanın sormaya bile cesaret edemediği sorulara cesur cevaplar önerir.
“Sürrealizm olacak olandır,” 1947’de sürrealist “Açılış Arası” bildirisi böyle bitiyordu. Hareketin kendisinin ve onun birkaç destekçisinin saflarının ötesinde, bu sözler yalnızca alay konusu oldu. Soğuk Savaş zihniyetine yenik düşenler için sürrealizm eski bir şapkaydı ve o zaman için değersizdi. Yirmi bir yıl sonra, Paris sokaklarında ve Fransa’nın her yerinde sürrealizmin tüm Avrupa’yı temellerinden sarsabilecek bir toplumsal yankı bulacağını kim hayal edebilirdi? Sürrealizmin isyan halindeki gençliğin sesi olduğu Mayıs 1968’de, hareket için eski Soğuk Savaş ölüm ilanları kulağa oldukça komik gelmiş olmalıdır.