De Omnibus Dubitandum

Helen Adam – Neşesiz Cankinin Şarkısı

Hazırlayan Şenol Erdoğan Türkçesi Şevket Kağan Şimşekalp Kendi tanımıyla, Helen Adam, hayatının içinden kendi davulunun vuruşları eşliğinde geçmiştir. O, dünyaya açıldığı zaman Viktorya çağı, henüz, şüphe içinde modern bir bilince yol açıyordu. Parçalanmış devletlerin savaşan fraksiyonlara ayrıldığı II. Dünya Savaşı’nın şarapnel şoku… Kuzey İskoçya’nın bir küçük köyünde müsamahasız bir Presbitaryan vaizinin kızı olarak büyüyüp teselliyi […]

Hazırlayan Şenol Erdoğan
Türkçesi Şevket Kağan Şimşekalp

Kendi tanımıyla, Helen Adam, hayatının içinden kendi davulunun vuruşları eşliğinde geçmiştir. O, dünyaya açıldığı zaman Viktorya çağı, henüz, şüphe içinde modern bir bilince yol açıyordu. Parçalanmış devletlerin savaşan fraksiyonlara ayrıldığı II. Dünya Savaşı’nın şarapnel şoku… Kuzey İskoçya’nın bir küçük köyünde müsamahasız bir Presbitaryan vaizinin kızı olarak büyüyüp teselliyi ve gıda kaynağını duygusal peri masalları ile dehşetli gizemleri yalayıp yutarak bulmuştur. Daha ilk okuldayken ilk şiirlerini yazmıştı ve kendisini bir deha olarak addeden Londralı edebiyatçıların gözüne girmeyi başarmıştı: Faber and Faber yayın evi o on dört yaşındayken ilk kitabını bastı; dile düşmeye yazgılıydı. Bu yazgısını önce The Weekly Scotsman’de sosyetenin köşe yazarı olarak çalıştığı Londra’ya ve sonra annesi ve kardeşi ile New York’a kadar takip etti-harabeye çevrilmiş bir Avrupa’dan daha parlak kıyılara kaçan bir göçmen.
Tarzlı, bilge ve bohem Adam ailesi (Helen, annesi ile kız kardeşi Pat) adım adım yollarını batıya düşürdü; San Fransisco’ya, Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Robert Duncan ile Jack Spicer’ın heyecan verici edebi akımları sihirle çağırdığı çok önemli bir yıl, 1954’te vardı. O dönemde erken ellilerinde olan Helen Adam baladlarını söyleyip ve kırmızı rujuyla herkesin tarotunu okuyup ve dekadan ikinci el dükkanı stilinde, kendini bu genç, maskulin ötesi, bohem, edebi tüccarların ortasına plop diye bırakmıştı; onu esinin yegane kaynağı olarak selamladılar: şiirin kehanetinin kendisi balad geleneği yolundan geliyordu.
Ve orada durmadı; bir opera yazdı, yüzlerce kolaj ile bir film; ve sonunda bir kere daha ayaklarının yere değdiği New York City’ye indi. Şimdi altmışlarındayken kendini Judson Kilisesi’nin etrafında filizlenen aşağıkent tiyatro sahnesinin tam merkezinde buldu, Bob Holman Ve Nuyorican Şairler Kahve Dükkanı’nın (the Nuyorican Poets Cafe) döndürdüğü bir spoken word sahnesi ve Samuel Delaney’in çevresinde bir deneysel bilim kurgu sahnesi.
Onun edebi ve sanatsal çıktısı etkileyicidir. Hal böyleyken balad geleneğinin 20.y.y. geç dönem-modernizmi ile olan fikir ayrılığı seyri onun edebiyat tarihi kanonuna kabul edilmesini sağlamadı; O bir dipnot olarak varlığını sürdürür. Bir egzantrik cadı olarak görünür–sadece onu araştıran birkaç kişi onun uyaklı biçimsel şiirlerinin ve vahşi sanat eserlerinin hünerinin arkasındaki dehanın farkındadır. O şimdi çatlakların arasında dinleniyor: Biçimciler için fazla tuhaf ve avangard için fazla geleneksel.
Helen Adam baladları yüksek sesle gece geç vakit okunduğu zaman keskin, duygusal, düşüncelere daldıran ve melankolik peri masallarının hayal oyunlarıdır (fantazmagori). Ve sonra, hayallere gark olmuşken o ritmi duyup, bileceksiniz: Hikaye anlatıcılığının en eski beat’lerinin ve ritimlerinin içinden geçip gelen, şiirin baş müzü olmasaydı ne Beat Kuşağı ne de San Fransisco Rönesansı olurdu. Ve Helen Adam o kehaneti elinde tutuyor.

Bir En İyi Unutulan Masal

Selam! En kutsal ANUBİS.
Akarken ağıt yakan bir ırmağın kenarındaki evde,
Bir baba yaşadı ve kızı ve köpek başlı adam.
Bir baba ve kızı ve köpek başlı adam!
O bir en iyi unutulan masal ama masal başlamadan önce
Köpek başlı adam evden ırmağa kadar topalladı.
Kan taştı ırmaktan masal başlamadan önce.
Bahçede, bahçede, ırmak yavaşça akarken,
Yürüdü kız ile aşığı ve köpek başlı adam!
O bir en iyi unutulan masal ama masal başlamadan önce
Onun kızı, akarken yansıtan ırmağın kıyısında,
Aşığının kemikleriyle besledi köpek başlı adamı.
Köpek başlı masal başlamadan önce beslenmişti.

Kestane Ağacı

Aşkımı baharda kafese tıktım.
Bir kırık kanadıyla kafesi dövdü.
Bir kırık kanadıyla kafesi dövdü.
Aygın baygın yaz geceleri boyunca.
Penceremin yanında bir kestane ağacı büyüyor,
Kule gibi yükselen karla beraber bir kestane ağacı,
Cennetten bir meltemin nazikçe estiği yerde,
Ve sıradaki yeni gelen neşedir.
Onun kafesini kestane ağacına asacağım,
Kestane ağacına, kestane ağacına,
Sarhoş arının uğrak yerinin peşi sıra,
‘Bir baskın ıtırın ortasında.
O arılar ballı şarap ile sarhoştur
Kestane ağacında çiçek açıp, çiçek açıp,
Oh! sonra, belki de bana şarkı söyleyebilir,
Kestane ağacında, kestane ağacında;
Bir sarhoş arı kadar yüksek sesle şarkı söyleyebilir
Yeşilden aşağı ve altın rengi kararmaya başlıyor.
Ballı şarapla asil bir şekilde sarhoş olduğu zaman,
Ballı şarapla ve sıcak güneş ışığıyla,
Şarkı söyleyecek ve benim olduğuna yemin edecek, benim, benim,
Arılar aylak aylak gezinirken, aylak aylak gezinirken.
Beden kafeslenmiş ama yürek özgürleşmiş.
Vahşi kalbinin bana şarkı söylemesini istiyorum
Kestane ağacında, kestane ağacında,
Hiddetli bir müzikle yine de şefkatli.
Şarkısını istiyorum güneş ışığı akarken
Kestane ağacı boyunca yükselen karla,
Cennetten bir meltem yumuşak yumuşak eserken
Ve kalbin teslimiyeti için iç çekerken.
Şşşhh, şşşhh, aylak aylak gezinen arının şarkısı.
Biliyorum, benim için hiçbir zaman şarkı söylemeyecek,
Öyle de olsa kafesini kestane ağacına asıyorum
Sıradaki yeni gelenin neşe olduğu yere.
Benim tatlı iyiliğim için hiçbir zaman şarkı söylemeyecek.
Kafesini bir kırık kanatla dövüyor.
Kafesini bir kırık kanatla dövüyor
Arı kovanında yaz evi.

*

Dürüst Genç Zevce

Bu karlı gece için bir masaldır.
Uzun zaman önce kuzey ülkesinde yaşandı.
Bir yaşlı adam, yaşamın sonuna yaklaşıp,
Kollarına bir dürüst genç zevce aldı.

Ormandaki evini çekip çevirmek için bir zevce.
Yankılı ve ıssız evi,
Ortadaki ormanlar kasvetli ve keşfedilmemiş,
Tiksinilen kurtların avlanma sahası.

Orman boyunca millerce koştu kurtlar hafif ayak.
Gecenin ölümünde onların koşusunu duydu.
Onların koşusunu duydu, velev ki pek uzağa,
Ve yüreği bir yırtıcı hayvan gibi yerinden fırladı.

“Yat sessizce, leydim, yat sessizce ve uyu.
Gerçi kuzey rüzgarı esiyor ve kar derine sürükleniyor
Ürkek aşkım, cibinlikli yatağımızda,
Kurtların mızmızlanmasından korkmana gerek yok.”

Açlık, kuzey rüzgarı estiği zaman.
Kış karlarında açlıktan ölen kurtlar.
Yaşlılık bir engin uykuda çöktüğü zaman,
Kurtların koşturması yegane sestir.

Ormanın gölgesinde yürüdüğünü düşledi,
Yalnız ve çıplak ve hatta korkusuz.
Çözülüp kırılmanın bağları.
Bedeni üstünden attığı pelerin gibi yere düştü.
Prangaya vurulmuş ruhu benzerine doğru hızlandı.
Yiyip bitiren haz içinde kurtlarla kaçtı.
Ama şafakta cibinlikli bir yatakta uyandı.
Yaşlı, gri bir adamın yanında, havasız bir yatakta.

Kurdun gözlerinin parıldadığı yerde yürüdüğünü düşledi.
Ve sonra yürüdü ve bu bir düş değildi.
Erkeğin dünyasından dört ayak üzerine düştü,
Ve kokuşmuş canavarlar koşarken mutluluğunu uludu.

Sabah yaşamı ve gece yarısı yaşamı.
Dürüst genç zevcenin güneşi ve ayı.
Ay kuzey ülkesinde gökyüzüne hükmediyor.
Yükseldiğinde ona dua ediyor.

“Görkemli ay öyle soğuk parlıyor ki.
Oh! penceremdeki ay büyük ve cesur.
Ormana yakın çayırlarda kar beyaz yatıyor,
Bu gece koştuğumuzda izlerimizi gösterecek mi?

Donmuş kar üstünde elli fersah,
Kürkümden içeri kuzey rüzgarının dolduğunu hissedeceğim,
Sıçrayan selden su içmek için,
Onun kan arayışındaki muazzam ambalajıyla birlikte.

Güçlü, özgür, kuduruk, katletmek için eli çabuk,
Ama gün ağarırken onun yatağına geri dönüyorum!
Bir kocanın arzusunun yanına yatıp uzanabilir miyim,
Vahşi aşk koşarken, ve kalbim ağlarken, Öldür, diye!”

Birken Ormanlığı

Gümüşden ve hoştur Birken Ormanlığı
Bahar meltemi telaşı içinde.
Bonnie onlar Badenoch’u büyüttü,
O etrafını kuşatan gümüşten ağaçları.

Kimse Birken Ormanlığı’nda yemek yemeye cüret etmiyor
Elf Kraliçenin korkusuyla.
Gümüşten ağaçlar o Leydi’nin yuvası
O kadar yüksekte Badenoch yeşili.

Elf Kraliçesi Birken Ormanlığı’nda sabırla bekliyor,
Buzdan bir çeşme tacı.
Tepeler açıldığında ava öncülük ediyor,
Genç adamları tepeden aşağı sürüp.

Ateşli teçhizatlı mahmuzlarıyla avlanan hizmetçileri
Lanetli küçük vadinin sisi boyunca.
Kalçalarının kenarında gümüşten hançerler sallanıyor
Adamların kalplerine susamış.

Genç çoban olacağım
Avare özgür bozkır tren yolu,
Siste öten düdükleri duyan
Ve arkasında iz süren perileri.

Ama çırçır makinesi bir delikanlının hoş gri üstelik,
Ya da bir dikenli katır tırnağı sarısı kafa,
Belki de peri gibi bir hizmetçi ona el sallıyor
Onun şerit şeklinde gri fundadan yatağına.

Kraliçelerinin yüreği bir kristal dalga gibi,
Katil denizin bir dalgası.
Merhamet göstermeyecek hiçbir genç adama
Nasıl yetkin olursa olsun.

O arpçı Robin o’ Leth idi
Elinde kocaman arpıyla,
Havalandı Birken Ormanlığı’na
Yeşil tekinsiz ülkede.

Arp müziğinin ilk notasında,
O Kraliçenin ülkesinde çaldı,
Güneş ışınında başlattı
Ve onun önünde parıldadı üstelik.
“Ne yapıyorsun, insan arpçı,
Elf Kraliçe’nin yasasını çiğniyorsun,
Arpını Badenoch’un üstünde çalıyorsun
Sihirli Birken Ormanlığı’nda?”

“Arpımı Birken Ormanlığında parmaklarla çalıyorum
Gümüşten dalların üflediği yerde
Uzakta beni önemserler, koşan dalgaların ben
Atlantis’ten aşağı harp çaldığım zaman.”

“Sana harcaman için altın vereceğim, Robin,
Ve başın için bir altın taç,
Oyuk dağıma gireceksen,
Ve çal arpını ziyafetimin yayıldığı yerde.”

“Sizin altınınız için çalmayacağım arpımı, Leydi,
Ya da bir kraliyet tacı için.
Arpımın konuşması hiçbir zaman satın alınamaz
Öyle de olsa çukur tepeler devriliyor.”

“Aceleci adam! Acelecisin, Robin.
Güçlü bir tanrıya duanı sunmalısın,
Efsanenin Kraliçesi’nin yüzüne baktığına dair
Ve senin çayın onun bana olumsuz oyu!

Yerleştirin ve vurun gemini küheylanlarınızın, hizmetçilerim,
Ay ışığı yükselince avlanacağız,
Üstünde ve altında ve dört nala koşturuyor
Işığın, çan kulesinin horozunun yanında.
O gururlu şairin kellesini alacağım
Ya da bu gece uyursam.

Kamçılarınızı serpin, perilere ait hizmetkarlarım.
Ateşten mahmuzlarınızı sıkın.
Avcılar atlarını sürdüğü zaman ve avlar koşarken,
Ha! Ha! Kim olacak ilk yorulan?”

Ve Elf Kraliçeyi ağırlayanlar atlarını sürüyor,
Ve bir adam yalnız koşuyor.
Dağın çevresinde atlar yarıştı
Kıvılcımlar taşla sımsıkı bir kavgaya tutuşana dek.

Şeklini bir uçan beyaz baykuşa dönüştürdü
Bozkır baharlarına doğru uzaklara uçtu,
Ama kadın baykuşun Robin O’ Leith olduğunu biliyordu
Kanadının üstündeki ay ışıltısının yanında.

Şeklini bir erkek kediye dönüştürdü kalaylayıp
Tutkusunun rakibi.
Ama kadın Tom’un, Robin O’Leigh olduğunu biliyordu,
Kaymış gözlerindeki tutuşan ateşin yanında.”

“Hızlı sürün, hızlı sürün, peri gibi hizmetçilerim.
Kamçılarınızı savurup, sürün.
Cin fikirli şair, biçim değiştirici,
Özgürleştirin beni o saklanmayacak.”

Şeklini daireler çizen bir kartala dönüştürdü,
Ve bir fersah boyunca yüzen deniz arslanına.
Ama her nereye kaçarsa kaçsın, dünyada ya da cennette,
Av hep topuğundaydı.

Yıldızlar kadar yüksek onun boruları ötüyor.
Derinlerde boğulamazdı.
Yeniden Birken Ormanlığı’na batırıldı,
Ve onu orada çiğnediler.
“Arpına elveda de, Robin,
Tellerini ellerinle şakırdat.
Çünkü seni bin yıl tutacağım
Sessiz peri ülkesinde.”

“Arpımın telleri güçlüdür, Leydi.
Arpımın telleri güçlüdür.
Arpım bir kıyamet günü dalgasını sürmüştür
Bir gök kuşağı uzunluğunda yelesiyle.

Tellerimi kopardığım zaman, Leydi,
Kalbimin selleri akacak.
Bir kere aşkın gerçekliği için aktığı gibi
Atlantis’ten aşağı arpımı tıngırdatırken.”

O arp tellerini temiz ve hızlı kırdı.
Ay geniş, parıldadı ve ürperti
Sanki büyük arp müzisyeni Kraliçe’nin sahip olduğu
Çukur tepelere doğru uzun yürüyüşe geçti.

Onun üzerine çöktü, kolları ile yapabiliyordu
Ama eridi, pençelerini serbest bırak.
Şeklini kutsal arpa dönüştürdü,
Onun dokunmaya cüret edemeyeceği.

Onun hakkındaki şarkıları kuşlar gibi uçuştu
Ve onu kanatlarıyla kör ettiler,
Kemikleri arpın gövdesi olana dek
Ve yüreği onun telleri.

Arp çukur dağında duruyor,
Ve arp şarkı söylerken.
Saf ve güçlüdür arpın sesi
Hiçbir evde teli tokatlanmayan
Arp aşkın gerçekliğini dile getiriyor,
Ve o, dinleyen ev sahibine
Bin yıl bir gün bile değil,
Ve bir gün bin yıl.

Anı

“Ormanda yaşayan belirli orman ruhları ya da ulu kasvetli ağaçlarda.”

–Fraser, Altın Dal (The Golden Bough)

Ev ağacın gölgesinde inşa edilmişti.
Ev yapıldığı zaman ağaç yaşlıydı.

Adam, kadın ve genç çocukları,
Yabandaki tenha eve geldiler.

Birbirini sevdiler. Kalpleri özgürce çarptı
Lanetli ağacın gölgesinin altında.

Ağaç ve ev bir yüksek tepede duruyordu.
Bu dünyaya ait olmayan durgunlukta bir ulu vadi

Ve akşam sisinde örtülmüş kar gibi,
Uzakta aşağıda tarlaları ve ırmaklarıyla uzanan.

Açık tenli genç kadın ile sevgili oğlu
Ağacın altında oynadılar alacakaranlık gidene dek.

Ve annesine dedi ki çocuk,
“Siz öldükten sonra yaşarsam,

Oh! sevgili anne, bu ağacın altında,
Gizlice gelip beni rahatlatır mısın?”

“Siz yaşasaydınız ve ben ölseydim,
Ve karanlıkta uyanabilirdim,” dedi,

“Gözlerim mühürlenmedi ve dudaklarım aptal değil,
Emin ol, sevgilim, geleceğime.”
Yalnız bir ruh yaşardı ağaçta.
Bütün insanlıktan daha yaşlı meşe ağacı.

Uzun unutulmuş ölü yüz yıllar boyunca
Meşe yavaş yavaş dev gibi boy attı

Dallarının altında sessizlik çöktüğü zaman
Güneş Tanrısı’nın rahipleri dualar fısıldadı.

Uzun uzun bir antik yıl boyunca
Meşe kutsaldı ve korkulurdu.

Hayran olunup tapıldı sonra
Ölümlü insan nesillerince.

Uzun geçmiş ama durgun, yalnız yüksekliklerde
Vadinin üzerinde ayın tutuşturduğu gecelerde

Ağaç anımsadı ne kadar önce
Beyaz giyimli druidlerin sis gibi karın içinden çıkıp geldiğini.

Ağaç hançerin parıltısını anımsadı
Dinsel şakıma. Kurbanın çığlığı.

Ve nasıl kan hayat dolu sıçradı
Kutsal meşenin kökleri beslenirken.

Sessiz geceler boyunca ve günlerce iç çekmeler,
Ağaç kurban vermeyi anımsadı.
O kadını erkekle yürürken gördü
Zamanın başlangıcından beri beraber yürüyen aşıklar gibi.

O ebeveynin çocukla oynadığını gördü,
Sessiz yabanda üç sessiz ruh.

Ama dallarının üstünde ve köklerinin çevresinde
Çelenk giydirmediler, meyveler asmadılar.
Havaya tütsü dumanı karışmadı.
Akşam duasının mırıltısı duyulmadı.

Meşe, uzun kutsal ve korkulan,
Dallarıyla karanlık yayılmış durdu,

Gövdesi bir hudutsuz sel gibi hareket etti.
Üçünü gördü ve kanlarını istedi.

Uzun yaz günleri sonbahara aktı,
Gölge erkeğin zihnine dokundu.

Ve bitap düştü ve görmek için alnını çattı,
Ulu ağacın sıçrayan ateşleri,

Görkemli kulelerle çevrilmiş ve utandırılmış
Aşkı belirsiz ve solan alev.

Kırmızı yapraklar düştü ve yıl geç geldi.
Erkeğin kalbi nefretten siyahlaşmıştı.

Gönülsüzdü hayatına ve bitap duygu durumuna.
Ve onu yalnız sevene.

Ve dinlediğinde duyuyor görünüyordu
Son yapraklarda bir ses berrak.

Dedi ki, “sana rızana karşı sarılıyor.”
Ay yükseldi ve gece duruldu.

Karısını meşe ağacına götürdü,
Göğsündeki yürek sanki bir siyah meyve.

Üzerlerindeki yapraklar neredeyse durgundu,
Nefes aldılar, rızana karşı sana sarılıyor.
Hançerini kap ve doğra onu şimdi.”
Dedi soğuk daldaki son yapraklar.
Girişir gibi hançerini kavradı.
Köklere doğru, gölgede. Sıcak kan doldu.

Köklerde, gölgede, kadın battı.
Yapraklar iç çekti ve ağaç içti.

Kan sunuldu. Adam özgürdü,
Ağacın altına yakında bir mezar kazdı.

Dünyadaki çukurunu kazdı ve süründü
Çıplak ayakla yatağa, çocuk uyurken.

Ve sabah olunca çocuğa dedi ki,
Ayın ışıldattığı yabanda geç vakit yürümek nasıl

Kadın yürüdü ve yolunu kaybetti.
Ve yalnız birlikte durmalı o ikisi.

Baharla beraber dönebilir, dedi.
Ama çocuk, dehşet içinde, düşündü ki, O öldü!

Bildiği gerçeğe dair hiçbir şey konuşmadı henüz.
Günler geçti ve çocuk büyüdü.

Zaman geldi ama erken gelmedi.
Dolunayın bir durgun gecesi.

Soğuk yastığının üzerinde oğlan uyuyor.
Konuşan bir ses duyduğunu düşündü

Gölge boyunca kaçtı, ve çıplak ayak koştu
Uzun çimenlerin içinden ağacın köküne.

Yapraklar kafasının üstünde yumuşak yumuşak hareketlendi
“Aşk unutuldu mu?” dedi yapraklar.

“Aşk unutuldu mu, ikimizin arasında
Öyle derin, öyle karanlık bir zamanlar?”

Ağacın gövdesini gecenin soğuyuyla öptü.
“Annesi misin yaşlılara dair sevdiğim?”

“Evet, ben annen, seni hala gerçekten seven.”
Ve bedeninin üstünde yapraklardan çiğ yağdı.

“Yeryüzünde bir eylem yapılmayı bekliyor.
İntikam, intikamımı al, ölümlü oğlum.

Bir höyüğün üzerinde ayın parıldattığı gökler altında.
Bak. Derin uykuda, katilim yatıyor.

Hançerini al ve onu orada öldür.”
Dedi yalnız ruh kötücül ve adil.

Çocuk dinledi ve söyleyemedi
Bir zamanlar onu iyi seven annesinin,

Ölü yattığını sessiz, bu konuşan
Meşenin yaşındaki canlı ruhtu.

Druidlerin korkup besledikleri ruh
Sıçrayan taze kanla, ve sıcak ve kırmızı.

Nasıl bir vizyonu olabilir ya da nasıl tahmin edebilir.
Çiğ serin düştüğü zaman, sis yükseldiği zaman

Ve sürdüler vadiyi bir beyaz selle.
Ulu ağaçtaki ruh kanı düşledi.

Ve karıştırdı, ve susadı, tutkulu iç çekmelerle.
Kurbanın şarabını içmek için.
Meşenin gövdesinin çevresinde süründü
Alçak tümseğe doğru adamın uyuduğu.

Kıymamak ya da kurtarmak için acıma duygusu hissetmedi.
Adam gerilmiş, kadının mezarı üzerinde yatıyordu

Hançeri alıp ona derin derin sapladı.
Uykucuya sonsuz uykuyu verdi

Kan öne fışkırdı, köklere kadar battı.
Derin, mutlu, ağaç içti.

Ama hiçbir tatlı hayalet eğlence sunmaya gelmedi,
Ya da yüreğine inmiş çocuğa bir barış öpücüğü.

Hiçbir parıldayan hayalet neşenin yanına çekilmedi.
Dehşet içinde, yalnızlığını hissetti.

Sessizliği hissetti.
Kanın sesini hızlı hızlı yere batarken algıladı.

Susamayı gördü, kadim ağacı.
Gördü, ürperdi ve kaçmak için döndü

Uzakta vadinin aşağısında, sisin saklanabileceği yerde
Karanlık dallardan kafası muazzam ve geniş.

Yayan kaçtı ama günahını hissetti
İçinde çınlayan sihirli bir çember gibi.

Erken şafakta, çiğ göründüğü zaman.
Bir kere daha korktuğu yere geldi.

Bir kere daha büyük tutkusuna geldi
Gençliğinin tekerlek taktığı evi.

Evi yaktı ve babasının etini.
Yalnızlığın dünyasında bir prens

Uzakta yaşadı ve yabanda çılgın.
Ve umursamaz bir çocuk gibi gülerdi,

Ve parlak kubbenin tepesine çıkardı
Meşe ağacı sarayı, onun tek evi;

Ve güçlü dallarında bütün gün sallanıp
Ve onun sesini deli gibi tatlı bir şarkıyla boğardı.

Gülüşü tiz sesli çanlar gibi yankılandı
Hem gece hem de gündüz vakti sessiz tepede.

Ve bunu duyanlar, uzakta vadinin aşağısında,
Yanakları solarken kendilerini çarmıha gerdiler.

Bir zaman geldi, ancak hemen gelmedi,
Dolunayın bir durgun gecesi.

Hançeri aldı, artık pastan kararmış,
Kalbinin derinliğine bıçak ağzını süngüledi.

Ağzı halen gülümserken öldü.
Ağaç, son defa, susuzluğunu dindirdi.

Zaman çimenlik otlağın üzerinde rüzgar gibi esiyor,
Ve yalnız yeşil tepede yaşıyor ağaç.

Ve yabancılar ne daha fazla ne de daha az farkındalar
Yabanda yalnız bir ağaçtan,
Yangında harap olmuş bir kır evinden siyah taşlar,
Ve kırılgan kemiklerden bir küçük çemberden.

Ama efsane fısıldıyor, ve bütün adamlar korkuyor
Yakındaki vadiyi ve müesseseyi terk etmeye.

Evet, yabanıl ormandaki özgür kuşlar bile,
Kendini antik ağacın gölgesinden sakınıyor.

Derin sessizlik çöktüğü zaman dünya boğulmuştur,
Vahşi hiçbir şey kıpırdamıyor, ne ses ne de seda,

Ama kış rüzgarı kubbeli gökyüzünde,
Eskilerin zamanı, eski, ayinler geceyi resmediyor;

Sonra altında yıldızlı, muazzam göklerin,
Ağacın ruhu ürperip ağlıyor.

Yaprakların dolanmadığı yerdeki donmuş dallar,
Kollarını karanlığa kaldırıp şarkı söylüyor

Kanın karanlık methiyesindeki bir haz şarkısı.
Rüzgar esiyor ve yıldızlar parıldıyor.

Yeşil ses, berbat ve tanrısal,
Susuzluk içinde kutsal şarap için kükrüyor

Bayan Laura

“Siyah, siyah, siyahtır gerçek aşkımın saçının rengi.”
-Geleneksel şarkı.

“Siyahtır gerçek aşkımın teninin rengi.
Beyaz kız, siyah adam, günah nerede?”

Tatlı muhabbet Bayan Laura’nın ağzında mırıldandı.
Lynch ateş ediyor uluyup aşağı ve yukarı Güney’de!

Caddeden yukarı centilmenler gezintiye çıkmış.
Bayan Laura altın gelinleri olsun istiyorlar.

Böyle hoş leydiler ağaçlarda yetişmiyor.
Zengin erkekler, yoksul erkekler, diz çökmüşler.

Zengin erkekler, yoksul erkekler, her erkek beyaz.
Bayan Laura, sabah ışığı kadar sevimli,

Kimi seçeceksin yatağına götürmek için
“Atımın başının yanında ayakta duran siyah oğlanı.”

Eski caddeler, sık sık uğruyor kasvet.
Bayan Laura karanlık damadıyla sürtüyor,

Yosundan kefenlerin altında yavaşça sürtüyor
Taşan ırmağa, karşısında tozun estiği.

Atlarını yürütüyorlar gün batımı parıltısında,
Savanayla yan yana, ırmağın hafifçe dalgalandığı yerde

Kısık sesiyle ne fısıldadığını duy,
Ve söyle bana gerçekten o adamın bir seçimi var mıydı?
Oh! söyle bana gerçekten o adamın bir seçimi var mıydı?

“Bak, Balım, Savana’nın dalgası üzerinde,
Hala akıyor olacak biz mezarda yattığımız zaman.

Aşıklar geleceğin ışığında yürüyüp,
Siyah ya da beyaz olduklarını umursamayacaklar artık.
Oh! Siyah ya da beyaz olduklarını umursamayın artık.

Sev beni Balım, Savana’nın aktığı yerde.
Çıplak sev beni. Giysilerimi uzağa at.
Bedenim açık ve seni içime istiyorum.
Siyahtır gerçek aşkımın teninin rengi.”

Sabah erken beyaz adam geldiği zaman,
Ambalajlanmış, koşup alevi taşıyorlar.

Onları koşarken duydu, sonra feryat etti ve dedi ki
Siyah oğlan beni zorla yatağına aldı!
Miss Laura’yı cangıl yatağına aldı!”

Çalı çırpı demetini tutuşturdular ve alev yüksekliği yalayıp geçti.
O ağladı “Bayan Laura!” son yüksek sesli ağlayışıyla.

Onun için gözlerindeki son vahşi ışıltıydı.
“Şimdiye kadar yakılışının ilanı göklerden güneşi salladı!
Yanan siyah adam göklerden güneşi salladı!

Bayan Laura konuşuyor ve susamıyor.
Aşk sözcükleri dökülen hoş dudaklarından.

Konuşuyor, konuşuyor, bir ateşten dille
Tutkuyu ve asla yorulmamayı söylemesi gereken.

O ırmağın kenarında yürüyen ahali,
Tam kırmızı güneş batmayı hedeflerken,

Dalların altında yosunun yavaşça hareket ettiği yerde,
Bayan Laura’nın boğuk ve kısık sesle konuştuğunu duy.
“Sev beni, Balım, Savana’nın aktığı yerde.
Çıplak sev beni. Giysilerimi uzağa at.

Bedenim açık ve seni içime istiyorum.
Siyah, siyah, siyah, siyahtır rengi
Gerçek aşkımın teninin rengi!”

Dis Çanları

“Orası, aşağısı karanlık mı, Prens Dehşetli? Aşağısı karanlık mı Betsy Kurukafa eşliğinde?
Aşağısı karanlık mı

Saçlarının arasında çimenin büyüdüğü yerde? Hükümsüzün alt-ülkesi karanlık mı?” “Burada, aşağıda ışık var, Mükemmel Yabancı, Tahtımın çevresinde gülüp oynayan ışık,
Burada, aşağıda ışık,

Geçmiş dehşet ile korku.

Nihai kemikte ışık var.”

“Krallığınız sessiz mi, Prens Dehşetli?” “Evet, oldukça, Mükemmel Yabancı, aşağıda Hükümsüz’de. Yeraltındaki sarayımda Bir ses değil, bir ses değil, Ama tatlı, Betsy Kurukafa’nın bitkin iç çekişleri.”

Krallığınıza geliyorum, Prens Dehşetli, er ya da geç tarihteki yerimi almaya
Çalıntı gelin, çalıntı gelin.
Onu senden kaçıracağım

Kemikte titreyip yanan kırmızı ışığın yanında.” “ Hayır, hayır, hayır, hayır, Mükemmel Yabancı!
Betsy Kurukafa’dan ayrılamam. Dis’in ulu çanları
Haykırıyor bunu yasaklayıp,

Büyük çanlar ve kıskanç kalbim.”

“Krallığını devireceğim, Prens Dehşetli, Saadet kaynağım leydiye sıkı sıkı sarılacağım.

Sevgilin benim olacak İhtişamlı kemiklerin parıldadığı, Yine de Dis’in çanları tarafından haber verilmiş kıyamet” “No, no, no, no, Mükemmel Yabancı! Betsy Kurukafa’yı seveceğim, ve yalnız seveceğim, Uzak dur, uzak dur,
Alelade kilden evinde

Kemiğin parlak sarayından.” “Krallığında sessizlik, Prens Dehşetli, Sessizlik, Sessizlik ve kemikler ışıltılı parlıyor.
Sevdiceğime ağladığım zaman

Duyacak, duyacak,

Toprak altındaki gecede duyacak!

Aşağı geliyorum, aşağı geliyorum, Prens Dehşetli. Güneşin alçaklara battığı gibi
Aşağı geliyorum.
Betsy Kurukafa ile evleneceğim Hükümsüzün alt ülkesinde Yine de çanlar kentin her yerinde kuduruyor. Dört bir taraftan, dört bir taraftan,
Sallayan bir deprem sesiyle, yine de çanlar kentin her yerinde havlıyor.”

*

Bahar Rüzgarları

Bahar rüzgarları taze taze esiyordu;
Hava, sıcak ve hoş.

Kurt Mumlar ve şarap arasında yazmak için yere oturdu.
Kurt Unutma-beni’ye yazdı,
Bir adil, temiz sayfanın üzerine,
“Kelleler nerede! Zıvanadan çıkıp çevirdiğim adamların kellesi nerede?

Gidin onları üfleyen ateşte yakın Gün batımı denizinin yanında.
Kanun tepeden tırnağa izimi sürüyor, darağacından korkuyorum.
Biliyorum ki o ayrılmış kelleleri Şu kadarcık umursamadınız.
Hoş hepsi sizin aşkınız için yapıldı, Kutsal Unutma-beni.”

Unutma-beni yazdı kurda, bu onun baştan çıkarma yöntemiydi,
“Kelleler böğürtlen çalılığında sallanıyor, Ve orası onların duracağı yer.
Evet, orada duracaklar, sevgili Kurt, çürümeye başlayana kadar.
Londra Kentinde işin rast gitsin, Tatlı Unutma-beni’den.”

Kurt tüy kalemini salladı. “Cehennemlik haspa,” yazdı.
“Kelleleri aşağı çek. Kelleleri aşağı çek Ya da esrar gırtlağımda.
Git kelleleri sakla. Git kelleleri sakla Ya da mutlaka tarla kuşlarının şarkı söylediği gibi
Darağacında mücadele edeceğim
Bahar rüzgarlarını içime çekmek için.”

Unutma-beni karşılık verdi, “Sevgili Kurt, söyleyecek fazla sözüm yok.
Kelleler ırmağın çamurunda okul oğlanlarının oynadığı yere yakın.
Bir geleceği parlak delikanlı misinasıyla bir kelle yakalayabilir.
Bahar rüzgarları tazeleyici esiyor. Hava sıcak ve hoş.”

Yarı hummalıydı Kurt, yüzü
Mum alevinde beyaz.
Ve şimdi parmakları titreşti böylece
Onun adını zar zor yazdı.
“Bütün kellelerden, bütün kellelerden, biliyorum ki bir tanesini seviyordun.
Nathan’ın kellesini tut, Unutma-beni, Ve Tanrının dilediği olsun!”

Unutma-beni sakin ve hızlı yazdı. Gri bir kaz tüyü kullandı.
“Kelleler kilise bahçesinin çimenlerinin altında Hastaları çalıştıramadıkları yerde.
Ama ben ateşte dans ediyorum Gün batımı denizinin yanında,
Nathan’ın kellesiyle, Nathan’ın kellesiyle, Bana söz verdiğin kelle.
Evet ateşte dans ediyorum
Dalgaların yanında soğuk.
Kral Nathan’ın kellesi için
Ağırlığınca zengin altın verecek.
Ağırlığınca zengin altın, sevgili Kurt, sen sallanırken ben onu harcayacağım
Şimdi yüksek, şimdi alçak, darağacında, Bahar rüzgarları yüzünden harabeye dönmüş.”

Kurt yumruğuyla son coşkulu sayfasını mürekkebe buladı.
Kalbine bir kalem-bıçağı saplayıp Yalnız hiddet içinde öldü.
Kanı başı etrafına üflendi
Bahar rüzgarlarıyla.

Neşesiz Cankinin Şarkısı

Bir günün akabinde aşkı arayıp yazın bir onur günü,
Long Island periferisinden ayrılıp
Aşağı Doğu Yakasına gitmek için.
Kükreyip şimşek çakan tren,
Ve çığlığının üstünde şarkı söyledim,
Bir hamam böceği üzerime geliyor
Ama rüyamı berbat edemez.
Aşk! Aşk! Ve l.s.d.
Rüyamı berbat edemez.

Tompkins Meydanı üzerinde ay.
“Ayrıl, radyo dalgasını ayarla, aç.”
Köy her tarafımda,
Ve Long Island’ın periferisi gitti.
Uzakta aşağıda Birazdan Dördüncü Caddede bir rampada
Alaca karanlığı seven sıçanın
Yaklaşımını hoş karşıladım,
Ve çevik ayaklı böceğin
Aşk! Aşk! akşam üzeri,
Gri sıçan ve böcek.

Aksiyon neredeyse oradayım hep.
Bütün gün aklımı başımdan alıyorum.
Long Island’ın kortlarında
Şahsiyetsiz periferililer tenis oynarken.
Ve ben periferide doğdum!
Kim buna kredi verir?
Beni sade ve ucuz gören hiçbir fıstık
Hamamböceği ve sıçanla.

Hooo ata ya da metaamfetamin
Sallanan ruh halini tutuşturmak için.
Sıçanlar kıyafetimin bacağından yukarı tırmanırken
Böcekler ayağımı paylaşıyor.
Sıçanlar ve böcekler burunlarıyla eşeliyor beni
Karanlık ve sıcak olduğu zaman.
Aşk! Aşk! Hepsi aynı
Spid ile Otu karıştırıyor.
Önce bir sıçan, sonra bir böcek,
Ya da ikisi de değil gibi
Bu gece bir çözüm bulamazsam
İlik kemiğim çürüyecek.

Hoşça kal transandantal Rompkins Meydanı
Uzun kalmayacağım.
Bir çift doz eroin ve yola koyulacağım.
Bırakın beni sıçanlar ve böcekler gömsün.
Beni debdebe ve ihtişamla gömecekler,
Verranzo köprüsünden aşağı
Golden Gate’e yürürken,
Tam kıtanın karşısına.
Oradaki bırak yalan söyleyeyim,
Ashbury Tepelerinin hendeklerinde,
Yoldan geçenleri çıldırtmak için
Bütün turistlerin ağzı açık kalıp
“Kardeş! O kafası kıyak öldü!”, diyene kadar.
Bırakın sıçan kuyrukları yazsın mezar taşıma
Kardeş! O kafası kıyak öldü!

Bir Deniz Kulesi için Şarkı

Deniz kıyısında bir kulede dört kız kardeş yaşardı,
Mavi sular ile zambak çayırı arasında.

Kız kardeşlerden biri bir kurttu, biri bir nazik koyun,
Biri bir kuğu ve biri bir balık, fabllaştırılmış derinlikten.

Dört kız kardeş bir erkeği sevdi, o güzeldi.
Zambak çayırının yanındaki mavi sularda yüzdü.

Koyun ona yalnız yatağını ısıtsın diye yumuşacık yün verdi.
Kuğu ona kıvırcık kafasına taç yapması için tüyler verdi.

Balık ona gösterişin enkazından süslü püslü yüzükler verdi.
Kurt zambak çayırının etrafında yapayalnız koştu.

Kurt zambakların gururla yükseldiği yerde yapayalnız koştu.
Adama gözlerinin bir kısa bakışından başka hiçbir şey vermedi.

Yaz denizi kıyısında yabani gözlerinden bir bakış.
Dalgayı terk edip onu zambak çayırı boyunca takip etti.

Üç afsunlu kız kardeş gelgitli kulede.
Kalplerinin uyandığı yerde, orada ikamet etmeliler.

Büyülenmiş üç kız kardeş, bir koyun, bir balık, bir kuğu.
Sel suları kulelerini dövüyor. Zaman geçip gidiyor.

“Sabırla beklersek, ne kadar acı olursa olsun,
Tanrı yeşil sulardan çıkıp gelecektir yeniden.”

Üç antik kız kardeş, inançla bekliyor
Genç ve seven adamı kurtun yediği.

Sayışmaca

Yedi hoş görünüşlü kız kardeş batıda bir adada:
En genci en dürüsttü ve en çok sevilen.

Yedi arzulu kız kardeş evlenmek istiyor:
Alaycı dalgalar kıyıda bir ölü denizciyi yıkıyor.

En yaşlısı, onu dalgaların vurduğu yerden taşıdı,
Dedi ki, “Boğulmuş bir adam cansız adamdan iyidir.

Gerçek ay ışığında kemikleri gösterişli olacak;
Sıcak sıcak dans edeceğiz birlikte eti çürürken.”
Altı kız kardeş bir bota batana kadar yarışıyor: Dalgalar kıyıda kafayı çeken bir adamı yıkıyor, leş gibi kokan, kabadayıca sarhoş.
Altı kız kardeş yeniden itişip kakıştılar, altıncısı sabırla beklemeyi tercih etti.
“Bir arbede ve bir yumruklama, bir gelin için bir mor göz!
Ama bir kafayı çeken adam yanımdaki adamların hiçbirinden iyi değil.”

Beş baştan çıkarıcı kız kardeş canlı alevler içinde:
Deniz kabarıp bir aç gözlü adamı getirdi, gelir gelmez yemeği silip süpürdü;

Azı dişleriyle çok miktarda balık kuyruğunu çatırdattı.
Beşinci kız kardeş homurdandı, “bir balina kadar büyük!

Aslında korkutucu bir şekilde ağız tadıyla tıkınıyor
Ama bir aç gözlü adam bir hiç besleyemeyeceğin adamdan iyidir.”

Zorlu dalgalar yayılıyor, bir adam içlerine dalıyor:
Dördüncü kız kardeşi sıkıştırıp, onu etlerini karartıp morartana kadar dövdü.
Dördüncü ağladı, “Bir zalim adam beni tokatlayıp diz çöktürüyor,
Ama bir zalim adam memnun edecek bir adam olmamasından iyidir.”

Üç umutlu kız kardeş köpüklere doğru döndü:
Donuk bir adam süzülüp içeri girdi, eve süzülüyormuş gibi.

Üçüncü iç çekti, “Bir donuk adam boş konuşup traşlayacak.
Israrla belirtip kusur bulup kulağıma gürleyecek, sabah akşam.
Ama bir donuk adam nefret edecek hiçbir adam olmamasından iyidir.”

İki hoş görünüşlü kız kardeş gecede çıplak,
Soğuk dalgalar kırılıyor, ay parlak.

Soğuk dalgalar kırılıyor, sörf sırılsıklam:
Kumların üzerinde bir hödük adamın içinde ay gibi yuvarlanıyor.

Kaya midyeleriyle kalın kabuk bağlamış, denizden kalan.
Yaraladı, tırmaladı ve aç gözlülükle sırıttı.

“Bir karışık eşek sıpası kadar pis!” dedi ikinci kız kardeş.
Ama bir pis adam hiçbir adamın yatağımda olmamasından iyidir.”

En genç ve dürüst olan yalnızdı,
İlk yıldız titreşip martılar uçtu.

“Bir donuk adam, bir pis adam, bir sarhoş adam,” dedi,
“Bir zalim adam, bir aç gözlü adam ya da yatağımda boğulmuş bir adam?

Denizin dalgaları onları dibe batırabilir, çünkü hepsini geri çevirirdim.
Yalnız yaşayacağım ve mutlu ve hiçbir erkeği sevmeyeceğim.”
Kilise bahçesinin kedileri onun yanına doğru yöneldi.
Buradaki ve berideki kediler onunla sabırla beklemek için geldiler.

Kedilerin coşkulu mırıltısıyla ve balık yavaşça yüzüyor
Deniz meltemlerinin esişi gibi yumuşak kalpli yaşadı.

Dalgalar etrafına telaşla ve kükreyip vurdu.
Ay ışığında parıldadılar ama kıyıya hiçbir erkeği atmadılar.
Güneş ve ay ışığında, kıyıya hiçbir erkeği atmadılar.

Bir kız kardeş tuhaf, orak gibi ayın altında yürüyor:
Fosforlu dalgalar, gece öğle vakti kadar berrak.
Bir uzun dalga yükselip, kırılırken gömdü.
Serpintiden uçuşan kaşı sunak dumanı gibi havalandı.

Sonra unikorn geldi, aydan daha parlak,
Gösterişli kristal tacıyla dalgayı özgürce hoplatıp.

Çıtır çıtır ve kabuklu kumsalın yukarısında korkusuzca koştu.
Yalnız genç kızın dizine alımlı başını koydu.

En genç kız kardeşin kucağına kraliyet kafasını yasladı.
Kız kalbine bıçağı sapladı ve Ah! Nasıl da şevkle kanadı!

Muzaffer ve doymuş öldü, boynuzu onun dizlerine karşı.
Hilal fosforlu denizle buluşmak için aşağı kaçtı.
“Yedi!” diye miyavladı kilise bahçesi kedileri. “Yedi” diye tıngırdadı meltem.
Orada serap-vari denizin balığı “Yedi” diye şarkı söyledi.

“Yedi lanetli kız kardeş batıda bir adada:
En gençleri en dürüst ve en çok sevilendi.”

Aynalı Ev

Sevgilimin ayakta durduğu tepede.
Ellerinde bir yanan dal.
Taşın üzerinde sabırsızlıkla ayaklarını yere vuruyor,
Beni çağırıp kendine istiyor.

Kapımı sürgülüyorum. Işığımı söndürüyorum.
Koşup panjurları sıkı sıkı kapıyorum.
Perdelerimi sıkı sıkı kapatıp çekiştiriyorum.
Saati durduruyorum tik tak etmesin diye.

Evim karanlık. Evim sessiz.
O parıldayıp şimşek gibi çakıyor tepede.
Odamı adımlıyorum ve ben geçerken
Kendimi bardağın içinde görüyorum.

Bardak uzun ve bir kapı gibi.
Gecenin tepesinde beklerken
İmajım onu seyrediyor
Ve cennetsel ışıkla evimi yerle bir edişini.

Yaklaştığı zaman sanki denize doğru
Kalbimin beni patakladığını duydum.
Bu taş ev saman kadar kırılgandır
Çünkü bir tokatla dümdüz olur.

Ama kalbim nerede çünkü iyi anlıyorum
Erkeklerin hiçbir zaman bulamadığı bir aşkı arıyor
Başarısızlığa mahkum ve lanetlenmiş, o genç kadını arıyor
Camın karanlığını lanetleyen.

Aynada parıldayan hayalet,
Birinin rüyasında gördüğü gibi kendi halinde süzülen;
Onun için kuduruyor, çılgın ve kör,
Bulmak için bütün etimi yağmalıyor.

Alevler içinde dalıp beni aşağıdan sarıyor
Sanki sürüklenen karda beni zaptetmek için.
Sıkıca tutamadığı için feryat ediyor
Dokunmanın kederinin arkasında ne yatıyor.

Oh! yine de göğüs göğüse duruyoruz,
Ve sert öpüşüp dinlenmek için ağlıyoruz,
Ve gına gelene kadar bütün hazlara cüret edeceğiz,
Huzur bulmuyoruz, ve küçük keyif.

Gölge hala aramızı karıştırdığı için
Hiçbir zaman ekoseli kumaşının altında durmayacak.
Ona vereceğim sadece hayaletim.
Hiçbir erkek hayaletime dokunup, yaşayamaz.

Oh! ayna gece yarısı göğü gibi.
Öyle yüksek ve karanlık, öyle karanlık ve yüksek!
Hayaletim orada erkeklerden uzakta sabırla bekliyor,
Yeryüzü aşıklarının bilmediği dünyalarda.

Etim sabah akşam çok aç
Bütün aşkın dehşetine ve hazzına.
Tutkudan ayrı hayaletim ayakta duruyor;
Talepleri seven ruhum.

Kanım kulağımı yüksek sesle yumruklarken
Ve kemiklerim keyifli korkuyla yorgun düşerken
Tepenin üzerinde aşığım haykırıyor
Kan ya da kemiklerin sahip olmadığı şey için.