₺ 300,00
Açıklama
280S
Ne çığlıklarım, ne de ateşim benim. Ruhumun ve aklımın gizli ikincil duyuları ağır saldırılar altında.
Gerçekliğime biraz benzeyen bir yerdeyim. Havası çok da yabancı gelmiyor.
Azıcık da olsa bir bilinç edinmeyi yemek yemeye yeğleyecek haldeyim.
Düşüncelerin sallanıp durduğu bu yaşamın darağacında.
Özümden beni boğan bir ipe asılıyım.
İnsanı idam edilmekten kurtaracak kadar mühim bir doğruyu aradığım için,
Saf doğruyu aradığım için buradayım.
Bilincimin zayıflığı artık o kadar da eziyet verici görünmüyor.
Doğal yapımı kaybetmeme sebep olan sürece yeni unsurlar ekleniyor.
İçimdeki kayba dair yeni bir farkındalığa kavuştum gibi hissediyorum.
Ölümün pençesindeyim biliyorum,
yine de uydurduğum şeyin doğru çıkmasını umarak bekliyorum, işte bu yüzden hayattayım.
Bazen saatlerce bir fikrin ya da bir sesin bende yarattığı etkilere sarılıyorum.
Duygularım zamanla değişmiyor, dünyevi bir sekanstan değiller.
Ruhumun gelgitleri, aklımın mutlak hakimiyetiyle uyum içerisindeler.
İçimde taşıdığım boşluğu doldurabilmek için yarattığım bu metafizik düzlemle karşı karşıya geliyorum.
Gerçekliğimin en saf noktasından, bedenimin ve aklımın birleştiği yerden filizlenen bu acıyı durdurmak için sahte telkinlerle kendimi oyalıyorum.
Bir yalanın yalan olduğu anlaşılana kadar geçen süreyi kaçış zamanım ilan ediyorum. Kanım beni hangi yanlış yöne çekerse oraya gidiyorum. Zekamı bir anlığına kapatıp, konuşulmayanları konuşuyorum. İçimden hangi kelime çıkarsa işte o kelimenin yarattığı illüzyonlar evrenine teslim ediyorum kendimi.
Yalanların akıp gittiği bu anda birden bilinmeyenlerden bir gerçeği çalıyorum. Ani mucizelere inanıyorum, bu yüzden kanımda taşıdığım gerçekleri bir gün bulacağım, biliyorum.
Felç ilerliyor. Öbür tarafa dönemiyorum. Artık beni ayakta tutacak bir gücüm yok…
Nerede olduğunu bilmediğim kendimi arıyorum. Duygularımın ve hayallerimin beni çevirmek istediği yönlere aklım gidemiyor. Küçücük bir hareket belirtisinde bile kuvvetten düşmüş hissediyorum. Zekamı ve duygularımı bütünüyle terk ederek içimden geçen ışığı görebiliyorum. Bunlardan etkilenen, içimdeki yaşayan adam… İçimden beni saran felç, yazgılı olduğum kaderi değil, genel kişiliğimi hedef alıyor. Yaşamdan bütünüyle izole edilmişim. Çektiğim acılar haşin oldukları kadar da gizli ve detaylılar.
Bu darlayıcı asfeksi yüzünden sıkıntılarımın ne olduğunu düşünmek on katı zorlaşıyor. Eğer bu uğraşı kovalamaya devam edeceksem, ilk olarak boğulma hissinden kurtulmam gerek.
Bu felcin sağlığımı tehdit ettiğini belirtmekle yanlış yaptınız. Çünkü gerçekten beni tehdit ediyor ve her gün ilerlemeye devam ediyor, acı bir gerçek gibi var olmaya devam ediyor…
Hala bacaklarımla bir şeyler yapabiliyorum, tabii bacaklarımın da felç olması ne kadar sürer bilmem. Buna rağmen aklımın kontrolü uzun zamandır bende değil. İşte bu yüzden bilinçdışım sinirlerimdeki öfkeyi ve kanımdaki fırtınayı kullanarak kontrol ediyor beni. Telaşlı ve hızlı imgeler gözüme görünüyor, sadece öfkeli ve gözü kör bir nefret dolu sözler söylerek, bir bıçağın saplanması ya da bir şimşeğin çakması kadar hızlı bir şekilde yok oluyorlar.
Israrlı bir ölüm her gün lekeliyor beni,
işte bu yüzden
korkmuyorum
ölümden.
Onları da beraberimde götürmemi isteyen bu şekiller, içimde umutsuzluk benzeri bir duyguya dönüşüyor.
Sonsuzluğun ötesindeki yollardan hayata doğru kaymaya başlıyor şekiller.
Sonsuz bir ayrılık yaşıyorum.
Ellerindeki bıçakları kendimi insan olarak hissettiğim yerlerime batırıyorlar.
Duru gerçekliğimin rüyasını görmemi sağlayan hayati bağı da koparıyorlar.
Mühim ve öz umutsuzluğun şekilleri
Ayrılığın yol ayrımları,
Etlerimi artık hissedemeyeceğim dönüm noktası,
Bedenimin beni terk edişi,
İnsanı insan yapan her duyunun beni terk edişi…
Bu duyguları ancak ölümcül bir hastalığın yarattığı hezeyan haline benzetebiliyorum.
Beni öldüren acıyı yaratan şey, ruhuma ulaşabilirken bedenimi kullanamamamın yarattığı ikilem.
Zaman aksa da, insanlar farklı fikirleri yüzünden birbirine girse de, fenomenleşen her fikre karşı bağışıklığım var. Sönük bulutlarımla, sonsuz zayıflığımla, mantıksız umutlarımla baş başa bırakın beni.
Yanlış yapsam da tükürdüğümü yalamayacağım, bunu bilin yeter. Eğer yanlış bir yargıya varsam da bu bedenimin suçudur. Aklımda yaşadığım aydınmalarla beraber, geçen her saatte kanı yıldırımlarla kutsanmış bir bedene kavuşuyorum.
Bana Narsisizmden bahsediyor, ben de ona hayattan konuştuğumuzu hatırlatıyorum. Kelimelerimde egomdan eser yok, sadece bedenimi kullanıyorum. Doğrudan bedenime hitap etmeyen hiçbir şey beni harekete geçiremiyor. Ardından ego hakkında konuşmaya başlıyor. Egoyla benliğin birbiriyle karıştırılmaması gereken kavramlar olduğunu, ikisinin de birbirini dengeleyen belirleyici faktörler olduğunu belirtiyorum. Her düşüncemi temellendirmem gerektiğini biliyorum. Kişisel temellerimin bu konuda işlevsiz kaldığının farkına v arabiliyorum. Birden bire hayatımı üzerine kurduğum temeller garip bir biçimde somut ve edimsel gözükmeye başlıyor gözüme. Her şeyin hareketlerden, iletişimden, müdahalelerden ve yörüngelerden ibaret olduğu bir düzlemin düşüncesine takılıp kalıyorum. Düşüncelerimin temelini sarsan bu erozyon, zekamı ve içgüdülerimi hedef alırken aklımın soyut kısmını hedef dışında bırakıyor. Aklımdaki noktalar birleşmeye başladıkça bu erozyon yeniden ortaya çıkıyor ama başarısız oluyor. Çünkü hissettiğim soyutluk damarlarıma ve etlerime işlemiş durumda.
Korkunç bir soğuk,
Feci bir yoksunluk,
Kemikten ve kastan kabusların boğuculuğu,
Fırtınanın ortasındaki bir gemide kalmış gibi bir bulantı hissi…
Hiçbir gerçekle alakası olmayan ve başkasının eliyle önüme koyulmuş gibi görünen larvamsı imajlar.
Hayat ağacına beni ipleriyle bağlayan ellerim, ayaklarım, midem ve etten kalbimdir beni insan kılan.
Onlar da konuşuyorlar benimle. Ama mesele kelimeler değil; mesele aklımın ne kadar dayanabileceği…
Ruhun dökülen bu kelimelerle alakası olmadığını sanmayın. Aklın yarattığı boşluğa varlık geçiyor ve lif gruplarıyla birleşerek yaşamı yaratıyor.
Ne başkasına muhtaç kalmak, ne de bedenimin bana yük olması bana acı veren.
Bana asıl acı veren şey fiziksel bilgiden ve iç dengeye sahip olma hissiyatından mahrum olmak.
Ruhun konuşacak bir dili yoksa, duyu alanlarında lanet ve umutsuz bir bozukluk mevcutsa bu en büyük acısıdır insanın. Çünkü bu durum sadece teni ya da kemikleri etkilemez, bütünüyle bedeni bozar. İnsanın içindeki son yaşam kırıntısını götüren şey de insanın bütün evreni saran boşluk ve değersizlik hissidir.
Bu zalim hissiyatın içimde olduğunu belirtmeme gerek yok.
Ben hayatın bir parçasıyım.
Bana yazılan kaderi yaşamakla yükümlüyüm.
Canlıların bunu anlamaması normal:
çünkü yaşadığım şey canlarını almakla tehdit ediyor onları.
İnsanların gündelik rutinlerinin en mühim parçası bu işte:
ruhu olanı İsa gibi çarmıha germek.
Bilinçdışımla zekamı birbirine bağlayan ip, bu ağaç benzeri dokunun her bir lifini görmemi sağlıyor. Daha köklü, daha sağlam ve yeni bir yaşam yaratılıyor böylelikle.
Boğulan ruhumun bana gösterdiklerine hiçbir zaman güvenemiyorum. Çünkü ruhu oluşturan ve psikolojik olarak ayakta tutan şey, hayat tarafından kırılmaz bir berraklığa sürüklenerek yok olmaya başlıyor. Ama bu yaşadığım duyguyu berraklığa kavuşturacak bir şey yok. Etkisi geçmesi gerekirken hala yaşamaya devam ediyor. Kurbanı olduğum bu lanet boşlukları doldurmak için çok faydalı olabilir, ancak dünya bunu anlamıyor.
Bir şeklin çiçeklenmesinin yarattığı duygu, bedenimin sıvılarının sonsuzluğa kadar sürecek bir gerçekliğe akmasının yarattığı duygu, hareket edebilmemden çok daha mühim benim için.
Ruhani yalanların mihenktaşı işte bu duygu.
Bilinç, yaşıyor olup yaşamadığını bilmek için akılla karşı karşıya geldiğinde aklın geri adım atmasına sebep olan duygu budur. Ruhu ateşten daha çok rahatlatan şey, bu hem soğuk hem de sıcak olan duygunun yarattığı doğal, basit ve berrak saflık hissidir.
Bunun ne anlama geldiğini bilen ve öğrenmek için büyük bedeller ödeyen işte odur.
Kendini bile bilmeyen bir hiçliğin ölçütüdür o.
Kendimi düşündüğümde, düşüncelerim yeni bir boyut açarak kendini orada aramaya başlıyor.
Ben başkalarının balkonlara çıkıp seyrettiği dolunayım.
Aklımdaki çatlaklarda yer edinmiş gezegenlerin yer çekiminin bir parçasıyım.
Hayat devam edecek, olaylar olacak, ruhani tartışmalar sona erecek ve bunların hiçbirinde benim parmağım olmayacak. Hiçbir aleme dair umudum kalmadı: ne maddi, ne manevi… Beni bekleyen tek şey kederim, gölgelerim ve ruhumun içinde bulunacağı karanlık. Yardım isteyecek bir sesim bile yok.
Zenginliklerinizi bu garipten uzakta yaşayın. Çünkü ruhun ve etin dünyevi zevklerinden anlamaz bu beden!
Ben karanlığı ve kederi seçtim
onlar ise ışığı ve birikimi.
Sizlerin uğraştığı hiçbir şeyle uğraşmıyorum.
Tek çabam var, o da sonsuzluğumu yaratmak…