De Omnibus Dubitandum

bir anarşist olarak william blake

 140,00

Kategoriler: ,

Açıklama

56 s 13,5×19,5cm
kapak değişir

ÖNSÖZ
Artık William Blake ve William Godwin ile radikal yoldaşlarının iki yüzyıl önce Fransız Devrimi’nin patlak verişine tanıklık ettiği o mutlu zamanların şafağında yaşamıyoruz. Muzaffer Devlet toplumun her alanına, günlük yaşamın en özel, en gizli taraflarına burnunu sokmaya başlamış durumda. Zalim hâlâ tahtta, hükümet kabinesinde, yargıç kürsüsünde ve yemek sofrasında masa başında oturuyor. Bununla birlikte, yirmibirinci yüzyılın başlangıcında, giderek daha fazla sayıda insan demokrasinin doğrudan şeklini işaret eden ve bireylerin kendi kendilerini yönetip kendi yaşamlarını ve kendi tarihlerini yaratmalarına olanak sağlayan özgürlükçü bir alternatife dönüyor yüzünü.
William Blake, doğrudan, bu büyüyen özgürlükçü harekete söylemektedir sözünü. Çünkü tüm o sisli puslu retoriğine ve pürüzlü belagatine karşın, mesajı hem yalın hem de dolambaçsızdır. Onun mitolojisinin kilidi bir kez çözülünce, ününün ona atfettiği zor biri olması hali tamamen ortadan kalkar. Abartılı şiiri ve sivri dilli düzyazısında, herkes için ekmek ve hakkaniyetiyle çalışılmış bir günün hakça karşılığının olmasını talep eder. Sermayenin, verginin ve tahakkümün sonunun geldiğini görmeyi ister. Eksiksiz cinsel ve ırksal eşitliği ister ve evrensel hoşgörüyü yüceltir. Baskının her türlüsünü reddeder ve cinselliğin tüm potansiyeliyle gerçekleştirilmesi gerektiğinde ısrar eder. En önemlisi, Devlet’in, Kilise’nin ve Akademi’nin artık gerekli olmadığı bir dünyada, herkesin kendi zihnini ve hayal gücünü geliştirme, kendi evinin kralı, rahibi ve sanatçısı haline gelme özgürlüğüne sahip olacağı zamanların gelmesini özlemle bekler.
Blake bir hayalciydi belki, ancak son derece de dünyevi bir insandı. Sanayi Devrimi zanaatini tehdit ederken, gravürcü olarak çalıştı. Uzayıp giden savaş döneminde barışa susadı hep. Golden Square yakınlarında, Broad Street’te doğdu ama kederin karanlığını iliklerine dek duyumsayarak deneyimledi ve çağdaşlarıyla taban tabana zıt hissetti, duydu. Yalan ve riya dolu Londra’nın her yerinde, bütün caddelerinde gerçeği arayıp durdu boş yere. Ama insanlığın tekâmül kabiliyetine, doğayla uyum içerisinde özgür ve eşit bir toplum yaratma ihtimaline inanmaktan hiç vazgeçmedi. Hayal gücünün kızgın ateşinde, özgürlüğe ve aşka dair harikulade imgeler dövüp biçimlendirdi.
Blake’in dünyasına giriş niteliğindeki bölümün, onun sembolizminin bulutlu sıradağlarının ötesinde parlayan bir nevi ışık doğurmasını umuyoruz. Peter Cadogan’a bu metni okuyarak faydalı önerilerde bulunduğu için teşekkür borçluyum. British Library, British Museum, Tate Gallery ve Ulusal Portre Galerisi ellerindeki görselleri kullanmama izin verme nezaketinde bulundu. Son olarak, Freedom Press Group’a bu eserin yaratım sürecindeki dostça ilgi ve destekleri için teşekkür etmek isterim.
Peter Marshall
Sonbahar Ekinoksu 2008


GİRİŞ
“Deli” derler bana hep: “Aptal” diyorlar bana,
Kıskandıkları hangimiz peki acaba, Sen mi Ben mi?

William Blake her türlü insan için neredeyse her türlü anlamı ifade etmiştir. Yaşarken yok sayıldı, ölümünden sonra ise birbirine hiç benzemeyen birçok hareketin kendi yararına kullanmak istediği bir isim oldu. Deli, ayrıksı, mistik, peygamber, proto-Marksist ve hümanist Blake’lerimiz oldu. Kibar sınıfın asil vahşisi, Çiçek Çocuklar kuşağının saykodelik gurusu oldu. Kimileri onu felsefi açıdan bir idealist, kimileriyse bir tarihsel materyalist olarak görür. Eleştirmenlere gelince, genel olarak iki karşıt kampa ayrılmışlardır: onun dini ve politik bilgi ve sezgilerine hayranlık duyarak en başta onun ölümsüz felsefesine ilgi duyanlar ile toplumsal temelli oluşuna ve siyasal taahhüdüne vurgu yapanlar. Başarısının kesin niteliği üzerine ise hâlen pek az uzlaşı mevcuttur.
Bununla birlikte Blake’in toplumsal ve ruhani yönleri birbirini dışlayan şeyler değildir. Küçük bir çocukken ağaçlarda melekler görmüş, ‘Göklerden Gelen Haberciler’in seslerini dinlemiş olsa da, ayakları sağlamca yere basardı. Gel gör ki, yerin cansız bir özden değil, ruhtan teşekkül olduğunu düşünürdü. Gerçekten de, Blake’in cazibesi toplumsal olan ile ruhani olanı ve bugün olsa ekolojik diye adlandıracağımız şeyi birleştirmesinde yatar tam olarak. Geçmişe, Ortaçağ’ın aykırı gnostik düşüncelerine bakıp modern anarşizmi ve sosyal ekolojiyi öngören devrimci bir anarşistti o. William Godwin’le birlikte, İngiliz anarşizminin en büyük öncülerinden biri.
Blake yaş aldıkça görüşleri de derinleşip daha detaylı bir hal almış olsa da, toplumsal ve ruhani olana duyduğu ilgi sürekliliğini korumuştur. Fransız Devrimi’nin başarısızlığa uğramasından sonra, önceki radikalliğinden vazgeçmedi, kâhince yazılarının keskin ve puslu, el değmemiş doğasına gömülüp kalmadı. Hayatı boyunca, ruhsal ve toplumsal özgürlüğü aradı ve ister Devlet ve Kral, ister Kilise ve Tanrı, isterse Efendi ve Servet kılığında olsun otoritenin her türüne başkaldırdı. Ortalık kan gölüne dönmeye başladığında, Fransız Devrimi sırasında taraftarı olduğu bonnet rouge’u [Devrim zamanında radikallerin giydiği kırmızı başlık Ç.N.] başından çıkarıp atmış olabilir ama, ilk olarak Amerikan bağımsızlık mücadelesinden esinlenmiş olan özgür toplum görüşüne sıkı sıkıya bağlı kaldı. Hayatının son günlerine kadar, ‘Özgürlüğün Çocuğu’ olarak kaldı. Şair Swinburne’un söylediği gibi: “Sanata hizmet etmek ve özgürlüğü sevmek Blake’e göre insanın yaşadığına ve çalıştığına değecek iki şeydir (ikisinin aynı ve tek şey olmadığı hallerde tabi).”