₺ 340,00
Açıklama
15x20cm 152s
2.BASKI
BİZİM BİZ OLMADIĞIMIZA VE ZATEN BİR BİZ OLMADIĞINA DAİR BİR BİLİM…
“KUTSAL” KELİMESİNİ KULLANABİLSEYDİK O BURADA İŞİMİZE YARARDI, BU KİTAP İÇİN…
“MUCİZE” DE DİYEBİLSEYDİK GENE BU KİTAP İÇİN DERDİK…
GÖRÜLMEYEN VE DUYULMAYANIN VARLARINA…
Bizlere, Modern İnsanın probleminin, kendini doğadan ayırmaya çalışması olduğu söylenir. İnsan; polimer, cam ve çelikten yapılmış en üst kademelerde oturmuş bacaklarını sallaya sallaya gezegenin kıvranan yaşamını uzaktan seyretmektedir. Bu senaryoda, İnsan müthiş bir öldürücü güç olarak sahnelenmekte ve yerküre, bir taşra gölünün yüzeyinde yükselen baloncuklar veya narin kuşların uçuşları kadar hassas bir şey olarak resmedilmektedir.
Ancak yerkürenin yaşamında herhangi kırılgan bir şeyin var olduğunu düşünmek bir yanılsamadır; şüphesiz o, evrende hayal edilebilecek en dirençli çeperdir, olasılıklara ve ölüme karşı geçirimsizdir. Tüy gibi hassas, geçici ve savunmasız olan taraf biziz. Dahası, insanın, hayatın geri kalanından üstün olduğunu tasavvur ettiği bir varoluşu uydurması da yeni bir şey değildir; bu onun binlerce yıl boyunca en istikrarlı entelektüel çabası olmuştur. Bu yanılsama, geçmişte olduğu gibi bugün de hiçbir zaman tatmin edici bir sonuca varmamıştır. İnsan doğayla bütünleşiktir.
Son yılların biyoloji bilimi bunu yaşamın daha kaçınılmaz bir gerçeği haline getirmektedir. Yeni ve zor problem, ne derece iç içe geçmiş olduğumuzu pekiştirerek gün yüzüne çıkmakta olan gerçeğin üstesinden gelecektir. Özel üstünlükle alakalı çoğumuzun sahip olduğu ve sıkı sıkıya bağlanılan eski fikirler derinden sarsılmaktadır.
Madde. Varlıklar olarak yokluğumuz adına güçlü bir savunmada bulunulabilir. Bizler, her zaman varsaydığımız gibi, sürekli değiştirilen parçalarımızı içeren paketlerden ibaret değiliz. Paylaşılmış, kiralanmış ve işgal edilmiş durumdayız. Hücrelerimizin içinde, bu hücreleri yönlendiren, ışıldayan her günün iyileştirilmesi için bizi dışarı yollayan ve oksidatif enerjiyi sağlayan mitokondriler yer almaktadır ve bunlar tam anlamıyla bize ait değildirler. Bunların, birbirlerinden ayrı küçük yaratıklar oldukları ve büyük ihtimalle göçmen pro-karyositlerin sömürge nesilleri olarak ökaryotik hücrelerimizin atalarının öncüllerine yüzüp orada kalan ilkel bakteriler oldukları ortaya çıkmıştır. O zamandan beri, bizimkinden oldukça farklılık gösteren kendi özel DNA ve RNA’ları ile kendi türlerinde çoğalıp varlıklarını ve gidişatlarını sürdürmektedirler. Fasulyenin köklerindeki rizobiyal bakteriler kadar ortakyaşarlardır. Onlar olmadan, tek bir kasımızı dahi kıpırdatamaz, parmağımızı oynatamaz, herhangi bir şey düşünemezdik.
Mitokondriler istikrarlı ve sorumluluk sahibi kiracılardır ve ben onlara güvenmeyi tercih ediyorum. Peki ama, ya hücrelerime benzer şekilde yerleşmiş, beni sınıflandırıp dengeleyen, beni bir araya toplayan diğer küçük hayvanlara ne demeli? Vücudumda yer alan sentriyoller, bazal cisimler ve muhtemelen hücrelerimin içinde iş başında olan, her biri kendi özel genomuna sahip daha pek çok daha belirsiz minik yaratık, karınca yuvalarındaki yaprak bitleri kadar yabancı ve gereklidir. Hücrelerim artık birlikte büyüdüğüm halis varoluşlar değildir; Jamaica Körfezi’nden daha karmaşık ekosistemlerdir.
Onların benim çıkarım doğrultusunda çalıştıklarını, her nefesi benim için aldıklarını düşünmek isterim ama belki de sabahın erken saatlerinde yerel parkta yürüyen, duyularımı algılayan, müziğimi dinleyen, fikirlerimi düşünen onlardır.
Yeşil bitkilerin de aynı durumda olduğu düşüncesiyle biraz avunuyorum. Kloroplastları olmadan, fotosentez yapan ve hepimiz için oksijen üreten bitkiler olamazlardı ve renkleri de yeşil olmazdı. Görünüşe göre, kloroplastlar da kendileri-ne özgü bir dili konuşan kendi genomlarına sahip ayrı yaratıklardır.
Hücre çekirdeklerimizde, atalardan kalma hücrelerin her-hangi bir zamanda kaynaşması ve atasal organizmaların sembiyozda bağlanmalarıyla oluşmuş olabilecek DNA depoları taşıyoruz. Genomlarımız, doğadaki her türlü kaynak-tan gelen, her türlü beklenmedik durum için dosyalanmış talimatların kataloglarıdır. Bana gelince, farklılaşma ve türleşme için minnettarım, ancak birkaç yıl önce, bana bu şeyler anlatılmadan önce hissettiğim kadar ayrı bir varlık olarak hissedemiyorum ve başka birinin hissedebileceğini de düşünmüyorum.
Madde. Dünya yaşamının çeşitliliğinden daha hayret verici olan tekdüzeliği, başlangıçta, dünyanın soğuması esnasın-da bir yıldırımla döllenmiş tek bir hücreden türemiş olmamızın yüksek olasılığıyla açıklanabilir. Görünüşümüzü bu ana hücrenin soyundan alıyoruz; hala bu genleri paylaşıyoruz ve otların enzimlerinin balinalarınkiyle benzerliği ailesel bir benzeşim.
Virüsler, tek amaçları hastalık ve ölüm olan ajanlar olmaktan öte hareketli genlere benzemektedirler. Evrim hala sadece kazananların masada kaldığı sonsuz uzunlukta ve sıkıcı bir biyolojik oyun niteliğindedir ama oyunun kuralları daha esnek olmaya başlamıştır. Virüslerin dans ettiği bir matriste yaşıyoruz; tıpkı arılar gibi, organizmadan organizmaya, bitkiden böceğe, memeliye, ardından bana, tekrar geriye ve denize sıçrıyorlar ve bu esnada şu genomdan bir parça, bun-dan biraz gen şeridi derken, DNA aşılarını aktarıp, adeta büyük bir partideymiş gibi kalıtım dağıtmaktadırlar. Virüsler, yeni, mutant DNA türlerini içimizdeki en geniş dolaşımda tutmaya yarayan bir mekanizma olabilirler. Eğer bu doğruysa, tıpta dikkatimizin büyük çoğunluğunu vermemiz gereken tuhaf virüs hastalığı bir kaza, gereğinden fazla büyütülmüş bir şey olarak görülebilir.
Madde. Dünyayı bir tür organizma olarak düşünmeye çalışıyorum ama olmuyor. Bu şekilde düşünemiyorum. Görünür bağlantılardan yoksun çok fazla işleyen parçaya sahip olan dünya çok büyük ve çok karmaşık. Geçen gece güney New England’ın ağaçlarla kaplı dağlık bir bölgesinden arabayla geçerken bunları düşündüm. Bir organizma gibi değilse o halde nasıl bir şey, en çok neye benziyor? Sonra, o an için tatmin edici bir şekilde aklıma şu geldi: en çok tek bir hücreye benziyor.