De Omnibus Dubitandum

JAYWALKING BLUES

 120,00

7 adet stokta

Kategoriler:

Açıklama

16,5 x 23 CM büyük boy 48 s

Söz verdiğimiz gibi levy’mize geri döndük. Azınlığımız bilir; hayatını eserleri ile sunmuştuk, o günden bugüne 3 koca yıl geçmiş.

Şimdi JAYWALKING BLUES kitabını Gary Snyder efendimizin levy hakkında yazdığı giriş yazısı ile sunuyoruz. Anıl çok zor ve çok komik dedi, haklıydı!

Aşağıda gereksiz şeyler var: bonus, afiyet olsun

-Şenol Erdoğan

Şairin Güneşi Yemeye Çalışan Genç Bir Adam Olarak Portresi

Mike Golden

Çeviren: Merve Deniz
Edit by Şenol Erdoğan

(d.a.levy’nin yaşamı, efsanesi ve gizemli ölümü)

ONLARIN RÜZGAR OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜM çınlayan/ geceleri sokak-larda/ genç gözlerimle/ doğuya doğru baktım/ ve hayalet midillilerin uzaktan çınlamalarına/ topraktaki güller/ Midilliler Midilliler Midilli-ler…/ (genç atlar/ komik tınlayan kelimelere dönüşüyor)/ doğuya bak-tım/ bu sesleri meşrulaştırmak için buda’yı arıyorum/ karanlıkta ağlı-yor/ Yeraltı atları şahlanıyor/ Cherokee, Delaware Huron/ sana topra-ğını geri vereceğiz/ midillilerin gözyaşlarıyla toprağı arındırmak için/ Yeraltı atları şahlanıyor/ babalarına söylemek için/ geceleri karanlıkta/ Cherokee midillilerinin gözyaşları çınlıyor.

-d.a. levy, ‘’Cherokee Midillilerinin Sesleri’’

Hiçbir zaman herkese yetmek mümkün değil. Doğru sorular sorulmu-yor, anlamlı cevaplar alınmıyor. Kelimeler dahi kayboluyor. Kayıp, vahşi kelimeler başka bir zamanda başka bir toplumda ortaya çıkana ve etki bırakana kadar yıllarca, bazen bir hayat boyunca evsiz barksız, başıboş dolanıyor. Bu d.a. levy’nin hikayesi; o, vahşi kelimelerin tartış-malı ustası, Amerikan Rimbaud’a benzeyen, yazmayı bıraktıktan sonra geriye büyük bir şiirsel ilham bırakan. Sadece 25 yıl önce, ününün zir-vesindeyken tutuklandı ve aslında sadece bir şair olduğu için kendi böl-gesinde bir davada yargılandı. Otoritelerin aşırı tacizi ve yerel hippilerin dalkavukluğu arasında geçen iki yılın ardından ya intihara kalkıştı ya da hala birçok arkadaşının inandığı gibi kendi jenerasyonunun en büyük seslerinden biri olarak tanınmaya başladığı anda öldürüldü.
levy’nin hikayesi modern bir Roshamon; bir savaşçı-sanatçının yolunda beliren ikilemleri aydınlatma çelişkileriyle dolu. o’nun hikayesi, karşı kültür tarihinin gölgelerinde gizlenmiş derin karanlık bir sırrın izi gibi; bu hikaye, yozlaşmış bir toplumun ya bir sanatçıyı, ahlaksızlığa meyilli bir kamikazeyi, tinsel aşkınlığı arayan genç bir mistiği, başarısız bir devrimin acıklı liderini ya da post-beat edebiyat hareketinin keşfedil-memiş bir yazarını yok etmesini anlatıyor. Tartışmasız bu, sadece ger-çek bir karşı kültür kahramanının değil, aynı zamanda o dönemde ka-bul görmeyen büyük sanatsal bir etkinin ve çevresiyle çarpışma yaşa-yan bir kurbanın da hikayesi. Gri kalemlerinizi çıkarın, baskıcı ve den-gesiz bir zamanı hayal edin. 60ların ortasında Ohio, Cleveland’a hoş geldiniz.
Zamanının tüm tantanasının içinde d.a. levy bir şekilde kaybolmuştu. 26 yaşında ölmeden önce, büyük güç, küçük l’nin güçlü tüm eserleri- olağandışı bir şekilde- o zamanlar Amerika’nın edebiyat dergilerinde ve yeraltı yayınlarında basılmıştı. Gerçekten paradan bağımsız çalışan, pek enerjik ve odaklı biriydi. Cleveland’da neredeyse tek başına bir alan yarattı; yüzlerce el kitabı, booklet, dergi ve kardeşinin onun için buldu-ğu bir gazetede küçük bir el tipo baskısı üretti. 1963 ve 1968 yılları ara-sında kurduğu Yedi Çiçek Yayınları (Seven Flowers Press); üç ayda bir yayımlanan Marahwanna ve The Buddhist Third Class Junkmail Oracle birçok şair, yazar, sanatçının eserlerini bastı ve pek bilinmeyen yeraltı basımda dolaşan bir dizi Charles Bukowski, R. Crumb ve Ed Sanders gibi daha sonradan kimisine övgüler dizilen isimlere yer verdi.
Cleveland’ın dışında olsaydı belki de zamanın ruhu tarafından yutulma-yacak, çalışmaları ve ünü yerel bir yeraltı kült figürü olmanın sınırlarını aşacaktı. Ya da belki de 26 yıl sonra bu kadim, genç Buda-kafalı adamın üçüncü gözü açılacak, 22lik tüfeği bacaklarının arasına alıp (hikayesi tamamlandığında) kendi çıplak elleriyle tetiği çekmeden evvel tüm kasları rahatlayacaktı. Akademinin kutsallığını reddeden diğer birçok şair gibi o da hala bu dünyada yaptığı işlerin maddi karşılığını almakta sorun yaşardı. Ama tartışmasız, 1996 kasımındaki büyük jürinin kendi-sini müstehcenlikle suçlaması ve reşit olmayanlara karşı işlenen suçlara iştiraktan (kilise tarafından fonlanan bir kafede iki lise öğrencisi önün-de şiir okumak) tutuklayarak aynı yılın mart ayında mahkemeye sevk etmesinden sonra da olduğu gibi, Doğu Cleveland’daki yarı döşeli bu tek göz odadaki tartışmalı ölümünden 25 yıl sonra, hala, sesi güçlü ve ger-çekçi yankılanıyor.
Budizm’i kucaklayan bu cılız, utangaç, yarı Yahudi (baba tarafından) çocuk, iyi puanlar aldığı Rhodes High Lisesi’nde giderken tehlikesiz bir şekilde pul toplayarak vardığı, işçi sınıfı mahallesi 65. Cadde Lorain’de büyüdü. Ve ‘Hey Sen’ olarak bilinen yıllık yazısı ile hatırlanıyordu. Üni-versiteye gitmesi için tavsiyeler aldı ama onun yerine donanmaya ka-tıldı. Fakat, yedi ay sonra ‘’manik depresif eğilimler’’ gösterdiği gerekçe-siyle geri döndü. Daha sonra tutuklandı ve ‘’Ehil bir lider ya da öğret-menle tanışmadığım, yönetimde zeki bir kişiyle tanışmadığım, Hristi-yan bağnazlığı ve cehaletten başka bir şey bulamadığım için 17 yaşımda intihar etmeye karar verdim. Son dakikada fikrimi değiştirerek her şeyi okumaya ve şiir yazmaya başladım.’’ diye yazdı. Yüzlerce, ama yüzler-ce şiir yazdı. Bunaltıcı kaosun tam ortasında, Cleveland ve Amerika’da büyümek hakkında, kendi bilincini aşmak hakkındaydı şiirleri.
İsminin baş harflerini küçülten Darrly Allen Levy, ilk olarak şair Russel Salomon ile birlikte Cleveland Konutları’na ve Cuyahoga Nehri’ne bakan pis bir çatı katında yaşadığı sırada d.a.levy adıyla Clevelandlı şairler tarafından çoktan tanınmaya başlamıştı. Manzarasından, gittikçe büyü-yen endüstriyel atıklara baktığı bu evde yüzlerce uzun, vezinsiz şiir yazdı. Bu şiirler, yalayıp yuttuğu Doğunun sırlarla dolu dini metinlerine referanslar ile yürüdüğü sokakların dilinin birleşimiydi.
Salomon; ‘’Cleveland’ı ünlü yapacaktık.’’ diyordu. ‘’ Üniversitedeydim- bir şiir okuma etkinliğinde tanıştık. Hala, şehrin yaklaşık 50km uzağın-da Erie Gölü’ne yakın Avon’da akrabalarıyla birlikte yaşıyordu. Çoktan seyahat etmişti- Meksiko’ya iki kere ve San Francisco’ya da bir kere gitmiş, Meksiko’da şairlere olan yaklaşımdan oldukça etkilenmişti. Ora-sı burası gibi değildi. Yanıma taşındı- uçurumun kenarında, Konutlar’a bakan beş odalı bir evde yaşıyordum- şehrin pitoresk görüntüsü ve kirli nehrin akışını gören bir manzarası vardı. Alt katımızda neredeyse 40 kediyle yaşayan bir kadın oturuyordu ve evi her zaman kokardı. levy salonu kullanıyordu. Ürettiği sürece burada bedavaya kalabileceğini söyledim. O sırada Cleveland’ın Gizleri’ni yazıyordu. Ben de başka bir uzun şiir üzerine çalışıyordum; Cleveland’a İniş. Her zaman ‘’Bu şiiri bitirdikten sonra kendimi öldüreceğim.’’ derdi. Ama kafası çok meşgul olduğundan hep başka bir şeyin içine dalardı. Cleveland’ın Gizleri’ni neredeyse atıyordu ki- şiirin olmadığını düşünüyordu- ‘Bir bakayım.’ dedim. İki ve üçüncü kıtaların yerini değiştirdim, başka da bir şey yap-madım. ‘Tamam, işte bu.’ dedi. Ufak tefek birkaç şey dışında gerçekten de tamamdı.
levy, Salomon’a Kerouac’ın Zen Kaçıkları kitabındaki Japhy Ryder (Gary Snyder) karakterini anımsatıyordu. Doğu mistisizmine düşkün, uyuşturucuya tamamen karşıydı. Kullanımını destekledi çünkü özgür-lüğü savunuyordu.
‘’Manik depresif olduğu konusundaki laflar tamamen saçmalıktı. Do-nanmaya katıldı, bir hata yaptı. Donanmadan ayrılmak istemesine ka-rar vermesi bir ayını aldı- ve sonuç olarak deli taklidi yaptı. İniş ve çı-kışları doğal olarak yaptığı şeylerden geliyordu. Ama yanlış olmasın, başardı! Bunu yapmak istiyordu ve yaptı! Bu bir ünlem işaretiydi. Rim-baud’a daldı ve şiirden uzaklaşma düşüncesine kapıldı. Cleveland çevre-sinde takılacaktı ve bir amacı vardı. Yerliler gibi, kendini bir mızrağa bağladı. Ruhun devamlılığına inanan tinsel bir varlıktı. Bedenini arkada bırakmaya hazırdı… 1965’te askere alındım, bu yüzden o zamanları kaçırdım. 69 yılında geri geldim ve ‘levy nerede?’ diye sordum. Şaşır-madım ama, yaptığı şey, hassiktir ya… siktir ya….’’
Yaşlı ve ünsüz Charles Bukowski’den 1988 yılında duyduğum kadarıyla bu ağır zamanlar, 66, 67, ve 68 yılı aynı zamanda ‘’Çoğaltma Devrimi’’ (The Mimeograph Revolution) ile eşzamanlıydı. levy’nin Cleveland’da yaptığı gibi Bukowski de Los Angeles’ta, Laugh Literary ve Humping Guns gibi edebiyat dergilerine takıntılıydı. ‘’Biz Et şairleriydik, yavrum. Kemiğe kadar iniyorduk. Ievy vardı, Şikago’da Doug Blazek, sonra Ole… Bu süreçte iyi yazınlar ortaya çıktı. Bugünkü gibi değildi. Şimdi hiçbir şey söylemeyen çok fazla şey var.’’ Amerika’da ünlü olan (Bar Kelebeği yüzünden) Bukowski, Avrupalıların 1970’den beri bildiği şeyleri daha yeni yakalıyor, geçmişi düşünürken uzun süre bekliyor ve eşsiz Fields-yen tonuyla ‘’Ievy benim Kitlelerin Dehası adlı küçük bir kitabımı bas-tı, ama dergileri hakkında ve mektupları haricinde onunla hiç konuş-madım. Sanırım grubun Ezra Pound rolünü oynuyordum ve biraz şans-lıydım. Ievy şanssızdı, bu utanç verici. Daha yeni olgunlaşıyordu. Onu ne öldürdü? Bilmiyorum, yavrum. Cleveland, polisler, parasızlık, bilmi-yorum…Biraz sabretmeliydi.’’ diyordu.
Şiir ve yeraltı gazetelerini çıkarmaya başladığında, şehrin uykucu baş-kanının kursağına bir şeyler takılmıştı. Ievy, Cleveland sözcüğünü daha önce hiç basılmamış bir şekilde kullanıyordu. The Chicago Seed, The Berkeley Barb, RAT, The Great Speckled Bird, The San Francisco Oracle ve Amerika’nın her köşesinde onlarcası ve yüzlercesinde Cleveland karşı kültür saldırısı altındaydı ve Ievy, hem sanatsal hem de politik amaçla kendi şehrine siktir git diyerek hücum ediyordu. Daha sonra gayrimenkul ilgisine, polislere ve narkotiklere odaklandı ve Cleve-land’ın yeni gelişmekte olan gençlik kültürü içinde görünür bir figür haline geldi. O ve arkadaşları (D.R Wagner, rjs, T.L. Kryss, Kent Taylor, John Scott, Geoffrey Cook, Steve Ferguson, Franklin Osinski…) Yeraltı Düşünce Devriyesi (The Underground Thought Patrol) olarak tanınma-ya başladı. Tıpkı bir matadorun boğayla alay etmesi gibi düşmanla doğ-rudan savaşa girdiler. Ve muhtemelen tıpkı ‘The Revolution’’a katılan diğer çocuklar gibi ilk önce o da toplum içinde küçük düşmelerine karşı kurumların vahşi ve kirli tepkilerine şaşmıştı.
1 Aralık 1966’da James Lowell’e ait Asphodel Kitapevi, olmayan uyuş-turucuları aramak üzere baskın yemişti. Asphodel, o zamanlar Ievy’nin çalışmalarının yegane noktasıydı ve ulusal olarak edebiyatın Mekke’si olarak bilinirdi. Ievy’ye ait materyallerle doldurulmuş kasalar, Lowell ve Ievy’nin ahlaksızlık suçlamalarının kanıtı olarak kullanılması için toplandı ve suçlamalar düştükten sonra dahi geri iade edilmemek üzere götürüldü. Polis, levy’nin basım aracı, yeraltının sesi olan çoğaltma ma-kinesini de evinden aldı. O günden sonra Lowell, ne bu olay hakkında ne de levy hakkında pek az konuşur oldu. ‘’Ne anlamı var?’’ diye sorup, ‘’Artık çok geç.’’ diye ekliyordu. Ievy’nin yaşamının parçası olan birçok kişi tarafından benimsenen bu davranış biçimini gösteriyordu. Hepsi, taşan duygularıyla aşikar bir şekilde açık yaradan fışkıran bir kanı en-gellemeye çalışıyorlardı.
Case Western Reserve Üniversitesi’nde Ievy yararına düzenlenen etkin-liğe ‘The Fugs’la beraber gelen Allen Ginsberg ‘’Ievy, hapse atılmaktan ya da tutuklanmak ve mahkemeye çıkmaktan oldukça etkilenmişe benziyordu. Bu açıkça uydurma bir suçlamaydı. Cleveland kelimenin tam anlamıyla bir polis bölgesiydi. Cleveland polisi, öfkesiyle ve atlı polis fırtınası taktiğiyle ünlüydü. ’’ diyordu. Bugün Kaliforniya’da ama öncesinde Şikago’da şair olan ve Ievy’nin yakın müttefiklerinden Doug Blazek ‘’Cleveland polisi, Şikago polisini Boy Scouts gibi gösterdi.’’ diye pekiştiriyordu.
Kent State’den ayrılıp ev paylaşmak üzere arkadaşının davetiyle 19 yaşındayken Philadelphia’dan Cleveland’a gelen karikatürist R. Crumb ‘’Tatsız bir hadiseydi. Ne biliyordum ki? Cleveland, bir dolu hassas orta sınıf çocuğun- kimsesizlerin- intihara kalkıştığı bir yerdi. Hem de LSD’den önce! Kasvet dolu, hippi duygusallığında bir sahneydi. Çimlerin üzerine kıkırdadığımı ve hepsinin bana dönüp baktığını hatırlıyorum.’’
Crumb, levy ile 66’da tanıştı ve ‘’her şeyi kişisel ve ciddiye alan biriydi. Rahat biri değildi. Sanki yapılabilecek en havalı şeyin kendilerini etkile-yici insanlarmış gibi göstermek olduğunu düşünüyorlardı. Ievy oldukça karamsardı ve mizah anlayışı yok gibiydi. Adamı en son gördüğümde yüzünün acıyla büzüştüğünü hatırlıyorum.’’
‘’Tanıdığım en komik insanlardan biriydi.’’ diyerek aynı fikirde olmadı-ğını belirtiyordu D.R. Wagner. Ievy’nin en yakın arkadaşlarından biri ve şimdilerde minyatür kilimler yapan bir görsel sanatçı olan ve Runcible Spoon dergisini çıkaran Wagner, Ievy ile birlikte Concrete Poetry Mo-vement hareketinin başlıca kişilerindendi. ‘’Ievy, Ed Sanders’ın Kral, Lord, Kraliçe, Ucube (King Lord Queen Freak) adlı erken dönem eserle-rinden birini basmıştı. O sırada Sanders, Fuck You: A Magazine of the Arts’ı çıkarıyordu. Bu, Sanders’ın yayımladığı ilk işlerdendi. Bence Ievy, The Fugs’ın kurucusu, besteci ve şair Tuli Kupferber’den ilham almıştı. Tuli’ye ait Birth Press, (muhtemelen Askerlikten Yırtmanın 1001 Yolu eseri en çok bilinenidir, Türkçesi için; bkz Underground Poetix Kitaplığı Yayımları, Haz Şenol Erdoğan) sersemce, fazlasıyla linolyum baskının kullanıldığı işler bastı. Bence Ievy bu tarzı seviyordu.’’ Ievy’nin bedeni bulunduğu sırada, iddialara göre Cleveland’dan ayrılıp Kaliforniya’ya Wagner’in yanına gidiyordu.
Ievy öldüğünde hem komşusu hem de bir Cleveland avukatı olan arka-daşı Tony Walsh tüm cenaze ayarlamalarını yaptı. Ievy’de her zaman bir parça Woody Allen gördüğünü söylüyordu. ‘’Kendisine olan şeyler dışında oldukça esprili biriydi.’’ Walsh gülümsüyordu. ‘’Külleri bende, aslında yarısı diyelim. Ailesi yarısını aldı ben de diğer yarısını. Bazen bu küllerin Ievy’nin hangi yarısı olduğunu merak ediyorum.’’ dedi ve tek-rar güldü.
Tuli Kupferberg, ‘’The Noel Coward of Bohemia’’ adlı eserinde Cleve-land’da ölmenin özellikle hiçbir mizahi tarafının bulunmadığını söylü-yordu. Cleveland her zaman Amerika’nın çukurlarından biri olarak bi-lindi. Ievy, Village’da yaşayan birbirinden farklı düzinelerce adamla anlaşamıyordu ama bir sebepten Cleveland’da yaşadı.
Cleveland şairlerine düşkün olan, Ievy’nin kuzeniyle evlenen ve şimdi-lerde Kaliforniya’da yaşayan yazar Kent Taylor sadece yakın çevreden biri değil, aynı zamanda ailedendi. ‘’Cleveland dışında gerçekten ürete-miyordu. Birlikte batı kıyısına gittik, ve eve dönmek için sabırsızlanıp durdu. Sanki bir mıknatıs gibi her zaman Cleveland’a geri döndü. Onun için kötü bir mıknatıs olsa bile.’’ diyordu.
Bir etkinlikten çıkıp New York’a geldiğinde şair Carol Berge ya da son-radan bilinen adıyla Allen Katzman’ın yanında kaldı. Berge’e göre ‘’Ievy intihara yatkındı. Dünyayı çok erken yaşta, gerçekten olduğu haliyle gördü.’’ diyordu yıllar sonra Santa Fe’deki stüdyosunda otururken. ‘’Şeyleri oldukları gibi kabul etmek için gerçek bir yol arıyordu.’’ diyor ve birkaç saniye düşündükten sonra öfke patlamasıyla ‘’Neden Ievy’nin konusunu açtın? Onu rahat bırak! Ölümsüzlük diye bir şey yok! Ievy gitti, bunun için onu asla affetmeyeceğim!’’ diye çıkışıyordu.
Woodstock Rönesansı’nın önderlerinden ve o yıllarda Ievy’le yakın iliş-kileri olan Fug’dan Ed Sanders hala yas tutuyordu. ‘’ İlk defa bir ölümün bende yara bıraktığını söyleyebilirim. d.a. güçlüydü- Hart Crane gibi Cleveland’ın dışına sürüklenmek istemedi. Anladığım kadarıyla tek dertleri şairlerden arınmaktı; gayrimenkul sahtekarlarının aksine şair-lerden kurtulmak istediler. Çünkü onlar Cleveland’ı geliştiriyordu. Te-melde açgözlülükleri baş gösterdi.’’
Kuzey Kaliforniya’da yaşayan diğer bir Cleveland şairi Franklin Osins-ki’ye göre ‘’Bütün o sokağın köşesi (115. sokak ve Öklid Meydanı) bir-kaç yıl sonra gizemli bir şekilde yakıldı. Ievy bu entrikayı The Buddhist Third Class Junkmail Oracle’ın erken sayılarında üniversite kavşağına dikkat çekmek için yazmıştı. İsimleri veriyor, yangından sonra virane-ye dönmüş evleri mümkün olduğunca ucuza alma planları yapanlardan bahsediyordu. Belki de bu bir kundaklamaydı, kim bilir? Ama 66-67 kışında çocuklar buranın tozunu attırdı. Medyanın Aşk Yazı (The Sum-mer of Love) dediği o yaz, tüm gençler muhite taşındı. Belediye başkanı ve diğer otoriteler bu noktada bir tehlike sezdiler. Kızlarının buralarda dolaşmasını istemediler. Dolayısıyla Ievy’i tehlikeli olarak gördüler. Gençler için tehlikeli bir tipti yani.’’
R.J. Sigmund (rjs) ile birlikte Steve Ferguson, Ievy’nin cansız bedenini buldu ve The Oracle yayınını yazarın ölümünden sonra devam ettirdi. Ievy’nin insanlar üzerindeki etkisinden haberdar olmadığını söyledi. ‘’Poo-Bah olduğunu düşünüyordu ve o tacı giydi.’’ diyordu.
Müthiş bir kara mizah anlayışına sahip olan ve Ievy’nin gayri resmi ko-ruması John Scott, Kuzey Kaliforniya’dan gülümseyerek ‘’Benim işim levy’yi kendisinden korumaktı. Anlamanız lazım, ben bir şair değildim, bir yalakaydım. Ievy birçok farklı sebepten dolayı benim en iyi arkada-şımdı. İyi bir insandı, gerçekten çok iyi insandı. Ama bu dünyada mutlu değildi. Her zaman intihara meyilliydi. Duyumsamalarının diğer insan-lardan farklı olduğunu biliyordu. Bir keresinde ona ‘Ya başka bir şey yoksa, hepsi bu kadarsa?’ diye sordum. Önce sessizleşti, sonra da geri çekildi. Eğer gidecek başka bir yer olsaydı, giderdi.’’ diye ekliyordu.
Ievy öldüğünde Scott otuz yaşlarındaydı ve ıslahevindeydi. Grubun içindeki bir muhbir tarafından tuzağa düşürüldüğünü söylüyordu. ‘’Cle-veland pis muhbirlerle doluydu.’’ diyordu. İki yıl hapiste kaldı. Tutuk-landığı sırada ‘’Asıl istediğimiz sen değilsin, d.a.’yi istiyoruz. d.a.’yi verir-sen evine gidebilirsin.’’ demişlerdi. Scott’a göre ‘’Bence ölmek istemedi. Cuz’dan (Ievy’nin kuzeni) bir valiz ödünç aldığını öğrendim. Böyle bir seyahate bavul hazırlamazsınız. Bunu gerçekten Ferguson ve rjs bilebi-lir.’’ diyor ve gülümseyerek ekliyordu ‘’Benim orada olmadığım su gö-türmez gerçek.’’ diye ekliyordu.
Ayrıca Scott da, Ievy ve sonrasında rjs gibi, reşit olmayanlara karşı işle-nen suçlardan dolayı ceza yatmıştı. Yıllar sonra, davaya bakan ilçe sav-cısının asistanı George Moscarino, Cleveland Magazine’e ‘’Bilgilerin ço-ğunu tutuklananlardan aldık, bize arkadaşları hakkında onlar bilgi ver-di.’’ demişti.
Birçok Amerikalı çocuk Kovboyculuk ve Yerliler oynarken, bu oyun 60ların sonunda Feds and Heads’ e evrildi. Bu oyun Cleveland’da aynı zamanda Feds and Poets olarak da biliniyordu. Başka bir zamanda şair-lerin görünmezden gelindiğine şüphe yoktu ama bu başka bir zaman değildi. Karşı kültürün kalp atışlarının başladığı yer, saykodelik devri-min başladığı noktaydı ve çocuklar Cleveland’ın ve Shaker’ın çevresin-den bu ortamın bir parçası olmak için akın ediyordu. Genelde, üniversi-te kavşağının kenarında ve 115. sokağın doğusundaki Öklid Meyda-nı’nda toplanıyorlardı. Gençler, Adele’in Barı, Stanley’nin ot dükkanı, Kahve Evi ve Ievy’nin raflarını şiirle doldurmaya yardım ettiği ve Mara (Dagmar) Ferek ile tanıştığı Sam Dogan’ın kitapevinde takılıyordu.
Cleveland’ın çevre muhitinden yeni kopmuş ve işçi sınıfından bir Ma-donna’ya benzer haliyle Dagmar, Öklid’e anında alışmıştı. Önce Adele’in Barı’ndaydı, sonra kitapçıya gitti. ‘’Şair olduğuna dair hiçbir fikrim yok-tu.’’ diyordu Ievy hakkında ödüllü belgesiyle (If I Scratch, If I Write) ilgili araştırma yapan film yapımcısı Kon Petrochuck’a. ‘’Benimle dışarı çıkarak bana iyilik ediyormuş gibi davranıyordu. Bir şair olarak ilgimi çekmedi, daha çok çöpçüye benziyordu. İnsan olarak ilgimi çekti. Her zaman şair olarak anılmak istemesini bir anlamda komik buluyorum. Gerçekten umurumda değildi, ama onun umurundaydı! Küçük, cılız (1.70cm boylarında, 55 kilo civarında) bir adamdı. Bir anneye ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Anne arayan bir şair.’’ diyerek gülüyordu. ‘’Bilemiyorum, insanların onun arkasından koşturmasına alışkındı. Bu-nu anlamıyordum. Yani bilirsiniz, o yaşlarda ailemden daha iyi insanlar bulmaya çalışıyordum. Müzisyenlerle falan sigara içiyor, takılıyordum. Bence Ievy tam bu çerçeveye uydu.’’
Hala Cleveland’da yaşayan yazar ve grafik tasarımcı Steve Ferguson ‘’Ievy’nin aptal olmaya başlamakla ilgili bir takıntısı vardı. İnsanlar saç-larını uzatmaya başladığında bunun artık anlamını yitirdiğini düşünür-dü. Açıkçası, tüm çocukların evine dönmesini ve bizim kendi alternatif evrenimizi yaratmamızı istiyordu.’’ diyordu. Bu biz -sonradan The Un-deground Thought Patrol olarak anılmaya başlandı- ama bu bir grup değildi. ‘’Gerçekten ince planlanmamıştı, daha çok kayıp ruhlar adasıy-dı. Ievy uyuşturucu görünce pısırıklaşırdı. Bir bira ya da bir buçuk bira-dan fazlasını içemez, birkaç fırt ot çekebilirdi. En kötüsü de paranoyak-lığıydı. Polisi dikkatini çekiyordu ve o zamanlar Cleveland’dan kaçan tüm kızlar yüzünden günah keçisi haline gelmişti.’’ diye açıklıyordu Ferguson.
Ievy’nin ilk avukatı Jonathan Dworkin ise, ‘’Ievy’e göre uyuşturucu bir deneyimdi, bir yaşam biçimi değil. Çeşitli yollar deneyerek levy ile ilgili gerçek bir falso bulma niyetindeydiler.’’
Dagmar ‘’Herkes uyuşturucu kullandığı için Ievy’nin de uyuşturucu kullandığını düşünmek istiyorlardı ve bir sebepten onu içeri almaları gerekiyordu. Polis bunun için çabaladı, ama Ievy neredeyse bir uyuştu-rucu karşıtıydı. Tek kullandığı şey halüsinasyon görmeyi sağlayan maddelerdi ve onu da çok idareli tüketirdi. İnsanların tamamen bilinçli bir şekilde olmalarını ve öyle kalmalarını düşünürdü, uyuşturucu alıp bir yere gittikten sonra oraya nasıl geldiğini ya da nasıl geri döneceğini düşünmeyi değil. Çünkü bazı insanlar geri dönmedi! Budizm’e olan güç-lü ilgisinin bir tarafı da buradan geliyordu; çünkü Budizm, bilincin ka-demeli bir şekilde genişlediğini düşünüyordu. Bir okul gibi, en uzağa gidip nerede olduğunu öğrenirsin ve geri dönersin ve sonra tekrar gi-dersin.’’ diyordu.
Ferguson ise ‘’Hepsi tanrının varlığı ile ilgili başladı. Bu yegane olgu, Ievy’nin intiharıyla diğer her şeyden çok daha ilintili. Bu benim spekü-lasyonum, çünkü Ievy iyi bir Budizm öğrencisiydi ve Budizm’de bir tanrının varlığına inanılmaz, bunun için de bir dayanak yoktur. Bence kendi yöntemiyle bir yapboz üzerinde çalışıyordu, ve sonunda umudu tükendi. ‘’diyordu.
Ed Sanders ‘’Jeremiah gibiydi.’’ diye fısıldıyor ve ekliyor ‘’Dindar bir yazar, bir şair olmak için potansiyeli vardı. Şüphe yok ki, bunu gelişti-rebilirdi… Henüz Shelley ’nin yaşına varmadan tüm o farklı şapkaları-nın ağırlığı altında ezildi. ‘’
Interview’den genç bir fotoğrafçı ve muhabirle röportaj yaparken (kuş-kusuz Auld Lang Hippie için pek de sakin olmayan günlerde, Fug’s ile birlikte kaydettiği büyük çaplı Amerikan operası ve Fug’s Star Peace’in tekrar bir araya gelmesiyle ilgili) levy’e ait bir mektubu (12 Ocak 1965) Sanders çekip çıkardı.

sevgili ed,
söyleyecek bir şeyim yok…sanırım kağıt üstünde her şeyi kaybediyor ya da uyuşturucuyla ilgili her şeyi reddederek arkamda bırakıyorum…ama artık uyuşturucu almıyorum ya da uzun bir süredir kullanmıyorum di-yelim… birisi bana (Philadelphia’lı bir kız) ‘geçen yıl dünya tersine dön-dü, bu yıl da aynısı oluyor.’ dedi. neler oluyor? Tek bildiğim bu ülkenin bir ucundan diğerine bir akıl olayı olduğu. Belki de bütün dünyada olu-yordur ama Amerika dışında hiçbir yerde bağlantım yok. meksiko’dan ve kanada’dan bir ses titriyor. bir şey biliyor musun? ‘’Kutsal Mantar- Sonsuzluk Kapısının Anahtarı’’nı okudun mu? mısır’da geçen bir bridey murphy olayı. mısırlı şairlerle ilgili ne biliyorsun? kitabı henüz bitir-medim ama okurken kozmik bir ışık gibi yükseliyorum.
dün gece (başka vakit yok) arkadaşlarla adele’in barına gittim. küçük bir zencefilli gazoz içtim ve coşkunlukla sarhoş oldum. insanların ne düşündüğünü bilerek kontrolü elden bırakmadım (ya da bilinçli bir şekilde nerede olduklarını biliyordum- ama tam olarak söyleyemem).
hala biraz paranoyağım. cia ve fbi peşimde (bu mektubu yak) ve bura-daki insanlar oldukça hassas davranıyorlar.
1966 yılında levy’nin en yakın arkadaşı olduğunu söyleyen Geoffrey Cook ‘’Cleveland’daki büyük balıktı levy. Robinson Jeffers’ın yerine ko-nacak bir yazardı. Hayatını vahşi bir hızda yaşıyordu. Yeteri kadar ye-mek yemezdi ve dişleri dökülüyordu. Bu yasal süreçlere girdiğinde fii-len çöktü. Kendini kapattı, ve arkadaşları artık onun entelektüel ve sa-natsal denkleri değildi. Rjs de onlardan biriydi. Benimle ve Kent Taylor ile ilgili paranoyak hale gelmişti. Nedenini bilmiyorum. Hepimiz ger-gindik; birçoğumuz batı yakasından taşınmıştı. Söylentiler ölüyor oldu-ğu yönündeydi. Şüphesiz, Asistan D.A., levy’yi intihara sürükleyerek öldürdü.’’ diyordu.
Ama levy’nin davasındaki baş savcı George Moscarino davadaki gerçek-leri hatırlamakta zorlandı ve bu olayın neden haber değeri taşıdığını konusunda sorgulandı. Cleveland’daki hukuk bürosunda yapılan röpor-tajda, sürekli olarak levy’nin savunma avukatı Gerald Gold ile konuş-manın daha uygun olacağını söyleyip durdu. Sonra taramalı tüfek gibi konuşmaya başladı ve ‘’Hikayenin nerede olduğunu bilmiyorum, sadece şair olduğunu hatırlıyorum. O zamanların bir kült ve çokça uyuşturu-cunun olduğu bir dönem olduğunu da hatırlıyorum. Başka şeylere bu-laşmış olsun ya da olmasın, bilmiyorum, mahkeme kayıtları bunu gös-termiyor. Yani adam öldü, huzur içinde yatsın. Öldü değil mi? Şiirlerini seven insanlar olduğunu hatırlıyorum ama ben onun şiirlerini yargıla-yamam. Ben okuryazar biriyim. Gerry Gold’a sorun. Size namımdan bahsedecektir. Ama dosyaları tutmak ve o kadar eski zamanlarda ne olduğunu hatırlamak gibi bir süper gücüm yok.’’ dedi.
Hiçbir şekilde James Lowell’ın kim olduğunu, kitaplar, levy’nin baskıla-rının toplandığını ve geri iade edilmediğini hatırlayamadı. ‘’Muhtemelen hiç akıbetini sormamıştır.’’ diye ısrar etti Moscarino. ‘’El konulan malla-rı almanın yolları var. Burada bir olay olduğunu sanmıyorum. Eğer mallarını almak için başvuru yapmadıysa onları alamaz, değil mi? Bu bir haber değeri taşımıyor. Eğer beni avukatıyla görüştürseydi ve ki-tapçının, yasadışı ya da yasal da olabilir, baskın yediğini söyleseydi, kitapları ona geri gönderirdim.
Size bir şey söyleyeyim. Bunun benimle hiçbir ilgisi yok, bundan emi-nim!’’ diye devam etti.
Gerald Gold olayı başka bir şekilde anlattı. ‘’George Moscarino şu anda şehirdeki en büyük hukuk firmalarından biri için çok büyük mücrim davalara bakıyor. O dönemler savcıydı ve d.a.’yi yakalamaya çalışıyor-du.’’
1966’nın kasım ayında, büyük jüri levy’i ahlaksızlıkla suçlamıştı. Cezayı sabah kapısına gelen gazetede okuyarak öğrenmiş, polis gelmeden ev-vel Collinwood’daki John Scott’un evine gitmiş ve saklanmaya başla-mıştı. Kısa bir zaman sonra, aralık ayının ilk günü, Cleveland Narkotik Amiri Komiser Burt Miller, Lowell’in kitapçısını basmış ve levy’ninkilerle birlikte Robert Duncan’ın da tehlikeli çalışmalarını top-lamıştı. 16 Ocak 1967’de levy, The Oracle’da ‘’polisin sonraki suçlama-larına engel olmak için kendim teslim olmaya karar verdim.’’ diye yazmıştı.
Ertesi gün mahkemede, savcı hakime ‘’bu adam kefalet için uygun değil. İki haftadır kamuya açık halde olan suçlamalar başladığından beri po-listen kaçıyor. Ne işi ne de bir adresi var.’’ dedi.
‘’Şiir yazıyorsun… satıyor musun?’’ diye sordu şehir mahkemesi yargıcı Frank Celebrezze.
‘’Günlük 8-9 cent karşılığında.’’ diye cevapları levy, ki bu çok para değil-di ve genelde Dagmar’ın garson maaşıyla yaşıyordu.
‘’250 dolar kefalet büyük bir şair için fahiş bir rakam değil. Belki 8-9 centten daha fazla istemelisin.’’ dedi yargıç.
New Yorklu bir sanat simsarı levy’nin kefaletini ödedi ve levy şehir mahkemesi hapishanesinde bir hafta kaldıktan sonra salıverildi. Bu süreçte polisle olan durumu, karşı kültürle ilgili şehirdeki en görünür kişi olduğundan bir halk figürüne dönüşüverdi. Hem Plain Dealer hem de Cleveland Press, olayı taciz olarak görmeyi bıraktı ve bir efsane ya-ratmak, aynı zamanda da levy’nin namını yükseltmek için bu hikayenin yeni gelişmelerine hatırı sayılır oranda yer verdi.
Tutuklanmasına cevap olarak The Oracle’da ‘’Param yok, elimde olan tek şey bir Amerikan geleneği; uzamak. Bu yeni bağnaz ayak takımına küfür etmeye başladım…..- şehir yönetimiyle karşılaştım. Şu an ifade özgürlüğüm, bir lider olduğumu düşünen ve kendi kör halüsinasyonla-rıyla beni takip etmeye başlayan bu yerel psikozlular sayesinde engel-lendi.
‘’Onların yüzünden bir sembole döndüm ve içtenlikle umuyorum ki acizlikleri beni bir kurbana dönüştürmez. Bu gerçekten anlamsız ve ben kesinlikle herkesin ağzı bozuk bir azizi taklit ettiği bir dünyaya yeniden doğmak istemiyorum. Bu şehir beni bir mite dönüştürmeye çalışıyor, ve ben onlara henüz ulaşamadım. Belki siz ulaşırsınız. Üzerlerine git-meyin, belki bir gün medeni insanlara dönüşebilirler.’’ diye yazıyordu levy.
İki ay sonra, 28 Mart 1967’de levy evinde tutuklandı ve reşit olmayan-lara karşı işlediği iddia edilen beş farklı suçlamayla karşı karşıya kaldı. Özellikle The Gate’de, sözde ahlaksız bir şiiri ( geçen yaz gerçekleşen Hough ayaklanmasını öven levy’nin yayımladığı politik bir şiir) yedi yaşında bir oğlan ve 15 yaşında bir kızın önünde okuması gerekçe gös-terildi. Çocuğun ailesi Marrahwanna Quarterly’nin bir kopyasını oğulla-rının odasında bulup polise şikayet etmişti. Ievy’nin bir zamanlar arka-daşı olan bir kız ise bir kayıt cihazı ile okumayı kayda almış ve polise vermişti.
Ievy’nin avukatlığını üstlenen Gerald Gold ‘’Elbette d.a. tanıtımlar yap-maya çalışıyordu. Hatırlarsınız, o zamanlar herkes daha tutucuydu. Aslında dava için yaptığımız ibrazlardan biri hiçbir zaman gündeme gelmedi. Cleveland Sanat Müzesi’nde May Show’da sergilenen ve üze-rinde ‘’Siktir’’ yazan bir resim vardı. Eğer bu sanat müzelerindeki çağ-daşlık standardıysa neden kafelerde de bir standart olamıyor?
Ne olduğunu biliyorsunuz. d.a.’in hiçbir zaman parası olmadı. İnsanlar onu kollamak için para topluyorlardı. Korkak, biraz endişeli ve küçük bir adamdı. Hapse girmemesi için bir anlaşma yapmıştık. Hapse gir-mekten ölesiye korkuyordu. Biliyorsunuz, dindarlıktan çok Katolik olan bir toplumla karşı karşıya olduğundan hapishaneye gireceğinden dolayı korkuyorduk. Sonunda bir anlaşma yaptık; geçmişe baktığımda üzgünüm ama, yaptık. Çünkü bu kavgayı devam ettirdiği sürece hayatta kalacağını düşündüm. Bence sadece yorulmuştu. Yaşamak için bir se-bebi, sevmek ya da nefret etmek için hiçbir şeyi yoktu ve bu onu kendi-ne döndürdü.’’
‘’Her zaman ona bunun kazanabileceğimiz bir dava olduğunu söyledik ama kaybedebilirdik de. Biliyorsunuz, Juvenile Mahkemesi o zamanlar ve şimdi de hep reşit olmayanlara karşı işlenen suçlarla ilgili oldukça hassastı. Sanırım bu son noktaydı, onu bir daha gördüğümü sanmıyo-rum.’’ 20 Şubat 1968’de levy savunmasını, şartlı tahliye alıp hakkındaki ahlaksızlık iddialarını düşürmek üzere ‘’itiraz’’ etmeme yönünde yaptı. 200 dolar ceza ödedi ve serbest kaldı. Ama arkadaşlarına göre hiçbir zaman aynı kişi olmadı.
Ievy ve arkadaşları her zaman anlaşılır bir biçimde paranoyaktı. Dag-mar’a göre Ievy takip ediliyor, dairesi gizlice aranıyor ve kimliği bilin-meyen bir muhbir grup içine sızmaya çalışıyordu. Her zaman birbirle-rine pek de yakın olmayan Ievy’nin arkadaşları bu muhbirin kim oldu-ğuyla ilgili paranoyalarını büyüterek birbirlerinden daha da uzaklaşı-yordu.
Franklin Osinski’ye göre ‘’Cleveland’da McCarthy dönemini andıran bir ‘’Yıkıcı Ekip’’ vardı. Yaptıkları şey, herkesin dosyasını ele geçirmek ve incelemekti. Bugün buna neredeyse gülüyoruz ama o zamanlar Nazi mangasında olmak gibi bir şeydi.’’
O günlerde bir hukuk öğrencisi olan Tony Walsh, levy’e yakın oturu-yordu. ‘’Doğu Cleveland’’ dedi, ‘’oldukça çeşitli bir nüfusa sahipti; Öklid Meydanı’nın aşağı tarafında siyahiler, D. Rockefeller’ın mülkü olan Fo-rest Hills Park’la ayrışan beyazlar. Hough ayaklanması başladığında levy bu ikisinin arasındaydı ve bir birliktelik kurmaya çalışıyordu.’’
Suburban Monastery Death Poem:
Sadece 10 blok ötede/ binalar yandı- ve belki de şu an yanıyor/ Ağustos gecesi pusu ateşiyle bölündü,/ Polisler sokakta kanıyor / Bir suikastçı teslim oluyor (muhtemelen teçhizatı bitti)/ Silahı mı sıkıştı?/ birisi kapıya asıldığını söyledi/ bir resim gibi- elleri havada/ vurulduğunda/ sadece 10 blok ötede/ sessiz dairemde/ yeşil Buda seramikleri / ve bilim kurgu kitaplarıyla/ okunmamış dergi kapakları /kesilmiş/ bir kolaj için/ sadece 10 blok ötede/ çaresizliğimden/ devlet zoruyla gelen sıkkınlığımdan/ dükkanları yağmalıyorlar/ televizyon almaya çalışı-yorlar/ ayaklanmayı izlemek için/ 11 haberlerinde.

Kent Taylor, levy’nin şehirde her zaman ‘’öldürücü doz ile’’ dolaştığını söylediğini hatırlıyor. Bir nebze kendinin de yarattığı bu kaostan uzak-laşmayı başardığında levy yok olacak ve Jonathan Dworkin’in evine varacaktı. ‘’Buraya bir ya da iki gece yemek yemeye ya da gazeteler için para almaya gelirdi. Karşılığında da hep bir şey bırakırdı; bir resim veya şiir ve sonra geri dönerdi.’’
‘’Bir gün bana ‘Evrende güvenlik diye bir şey yok.’ demişti.’’ diyordu Steve Ferguson. ‘’Cevap verdiğimde levy ‘Oh?’ dedi, ‘Kimseye bunu söy-lediğimi söyleme, yanlış kişiler duyarsa başım belaya girer.’’’
Dagmar ‘’bazen bilinçsizliğe yakın bir noktaya varıyordu. Gerçek bir manik depresifti. Bir öyle, bir böyleydi. Çok nadiren orta noktayı bulu-yordu. Bu durumu seviyor gibiydi. Düşmeyi de yükselmek kadar sevi-yordu. Biliyorsunuz, sadece ‘bunu hissediyorum, şunu hissediyorum’ demeyi severdi. Her şeyin yolunda gittiği orta durumlardan zevk ala-mıyordu. Ona göre bu yeteri kadar iyi değildi, olaylar bir şekilde derin-likli olmalıydı. Çok iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olabilirdi. Bana göre hayatın kendisi olan arada olma durumundan keyif almıyordu. Bir durumu etiketleyip bir yere oturtamadığı sürece huzursuz hissediyor-du. Aslında bu şeyleri de sadece iki uç noktaya koyabiliyordu.’’
‘’Ievy ile beraber yaşadı ama onu gerçekten tanımıyordu.’’ diyordu John Scott, levy’nin dört yıl boyunca ilişki yaşadığı Dagmar’ı ve hayatında her şeyin dağılmaya başladığı zamanı kastederek. Ed Sanders, diğerle-riyle birlikte, 1968’deki Demokratik Kongre için Ievy’i Şikago’ya getir-meye çalışıyordu. Ama levy Sanders’a okuması için şiirlerini verdi ve daveti reddetti. Yazın sonuna doğru D.R. Wagner’e yazdığı yürek bur-kan mektubunda:

‘’hayır’’ dedim ama içimden gitmek geliyordu ve ‘’hayır’’ dedim ve mara (Dagmar) ‘lütfen hayır’ dedi ama yine de istediğim şeyi yapmama izin verirdi- o ‘’iyi bir insan’’ & beni seviyor & büyüyor & bazen çok yakınla-şıyoruz- ama’ … ben &mara… Birbirimizin içinde mi büyüyoruz? belki de iki kadına ihtiyacım vardır? ya da üç? belki hiç- ŞİKAGO’ya gidemez-dim!
anlayacağın burada sıkıştım kaldım, Aralık- Ocak’a kadar ya da büyük ihtimalle bahara kadar- ya sonra? ölmek için kaliforniya’ya gelsem? yaşamak için? büyümek? ya dinlenmek? burada benim için güzel şeyler olabilir & yanlış bir karar vermek istemiyorum- silah üzerine atlamayı düşünmüyorum- & düşündüğün gibi cleveland’a takıntılı değilim &bir süredir buradayım- sadece buradayım işte & burada bir şeyler yapabili-rim.

Osinski’ye göre, politika çanları diğer her şeyde olduğu gibi levy’in şiir-leri üzerinde de çalmaya başlamıştı. levy – onu yönlendiren sesleri- me-leklerini hissediyordu, iyice kimsesizleşmişti ve bu metafor değildi.
‘’levy, Scott ve ben bir tipinin ortasında Toronto’ya doğru gidiyorduk.’’ diyordu
Wagner ve ‘’Sanırım Cuz da oradaydı. Ievy bana döndü ve (telepatiyle ilgili) ‘Bu boka gerçekten inanmıyorsun, değil mi?’ diye sordu ve ben ‘Hayır, inanmıyorum.’ diye cevapladım. ‘Bu çok kötü çünkü sen hepi-mizden daha iyi bir alıcısın. Dinle.’ dedi. Sonra levy ve Scott aralarında herhangi bir ses çıkarmadan ve ağızlarını oynatmadan bir diyalog baş-lattılar ve ben konuştukları her kelimeyi duyuyordum.’’ diye ekledi.
O sonbaharda Ievy, Dave Wagner (D.R. değil) ve Morris Edelson tara-fından Wisconsin, Madison’daki yeni Açık Üniversite’de Şair Rezidan-sı’na davet edilmişti. Edelson’ın tarifine göre The Madison Poets’deki sunuşta bu ‘’küçük, siyah saçlı, solgun suratlı gergin herif; siyah panto-lon, beyaz çorap, siyah ayakkabı ve Waikiki sahillerini değil de Greyho-und otogarını hatırlatan şu uzun kollu Hawaii gömleklerden giyiyordu. Lenny Brucehood ile uğraşıyordu. Gazeteleri ve şiirleri aracılığıyla er-genlere porno kaynağı sağlamaktan yakalanmış ve genel olarak Cleve-land’da duygusal olarak aşırı bir kırılma yaşayacak seviyede tacize uğ-ramıştı. Sınıfımı ziyarete geldi, ona bir şiir okuma saati ayarladık. Aynı zamanda Açık Üniversite’de bir buluşma odası ve bir de yer bulduk. Sanırım dersin başlığı Tantrik Yoga, pardon Telepatik İletişim’di. Dersi muazzam bir başarıydı. Sadece telepati üzerine konuşuyor olmasından dolayı da değildi bu başarı. İlk akşam derse girmesi gerekiyordu, onunla beraber öğrenci birliği binasına doğru yürüdük. Binanın ilk katında bu-lunan oda sessizce ve dikkatli bir şekilde oturan, Jim Jones’tan Kool-Aid’e geçmeyi bekleyen hınca hınç bir insan kalabalığıyla doluydu. Bundan ya da başka bir sebepten dolayı bilmiyorum, bir şey yanlıştı. levy durumu hemen kavradı ve kapıya doğru yürüdü ve dışarı çıktı. Bir an için içeri girip başka bir konuşma olmayacağını söylemeyi düşün-düm, ama boş verdim. Hepimiz birden 602 Club’a kadar yürüdük ve Ann Krooth bana levy’nin dersinin şu ana kadar Açık Üniversite’deki en iyi derslerden biri olduğunu söyleyene kadar hiçbir şey düşünmedim. Oradaki insanlar levy’nin onlara telepatik olarak ulaşmaya çalıştığını düşünüyor, birçoğu onu duyuyor, sınıfta oturup meditasyon yapıyordu. Ievy Cleveland’a dönene kadar bu ders bir süre boyunca devam etti. Sadece birkaç ay sonra levy artık hayatta değildi.’’
Birkaç yıl sonra, yaşananlardan bir anlam çıkarmaya çalışarak Dag-mar’a (Madison’dan) geri döndüğünde Atina’daki bir şair rezidansından daha teklif almıştı. Cesareti falan mı kırılmıştı bilmiyorum. Olmak iste-diği yere ulaşmış gibi görünüyordu ama sadece yirmi dört saat geçme-den öldü. Ben orada değildim, ne olduğunu bilmiyorum. Ama kesinlikle çok garipti- tüm vaktini kimsenin onu takdir etmediğini söyleyerek geçirdi, sonra insanlar onu evlerine davet etti ve o da kendi kendini öl-dürmeye karar verdi.
İlişkimizle ilgili mutlu olmadığım bir noktaya gelmiştim, ve geri dön-düğünde artık aynı evde yaşamıyorduk. İnsanlar Ievy’nin onlara hoşça kal dediğini söyledi. Ne olduğunu bilmiyorum. Eğer gerçekten intihar ettiyse, onun kadar arkadaşlarını da suçlarım. Çünkü bunun havalı ve eğlenceli bir şey olduğunu düşündüler. Burada komik olan bir şey gör-müyorum ben. İnsanların bunu neden bu kadar tertipli gördüklerini anlayamadım. Hala o gün ne olduğunu anlamıyorum.’’ diyordu. Gerçek-ten intihar ettiğine inandığında sesi titriyor: ‘’Göründüğü gibi! Polis pek fazla araştırma yapmadı. Çok açık bir davaydı ya da gerek mi duymadı-lar bilmiyorum.’’ diyordu.
Mahkemeye arz edebileceği hiçbir kanıtı olmamakla beraber Osinski, film yapımcısı Petrochuck’a ‘’Kişisel hissiyatıma göre tek bildiğim levy’nin öldürüldüğü. Diğer bir ihtimal’’ diyordu ‘’levy, Cleveland’dan ayrılmasına izin vermeyeceklerini fark ettiğinde belki de birilerinin onu öldürmesine kendi müsaade etti. Gerçekten ayrıldığını görmek isteme-yen birkaç kişi vardı. Küçük bir çocuksanız ve babanız gidiyorsa üzgün hissedersiniz. Kalmasını istersiniz. Bir bakıma Cleveland’dan ayrılacağı-nı söylediğinde de aynı şeydi. Sevdiğiniz birinin gitmesi ve uzun bir süre belki de hiçbir zaman dönmemesi olayı gibi.’’
Dört yıl boyunca, levy’nin Cleveland’dan ayrılıp Kaliforniya’ya gitmeye karar verdiği, orada postanede bir işe gireceği ve D.R. Wagner’in yanına taşınacağı, hatta Wagner’e bir kartpostal gönderip yolda olduğunu bil-dirdiğine dair söylentiler dolanıp durdu. Hayatının son üç ya da dört haftasını -nereye gideceğine dair bir netlik olmamasına rağmen- iddia-lara göre teorik olarak gitme hazırlıkları yaparak geçirdi. Antioch Colle-ge’da bir okuma yaptı, geri geldi, Dagmar’ı kasten uzaklaştıracak bir kavga çıkardı, Dagmar gitti, peşinden gidip onu geri çevirdi, eve getirdi, yanında kalmasını istediğini söyledi, ‘’şiirinin olması gerektiği yerde olmadığını- bunun başka bir oyun olduğunu’’ fark ettiğini söyledi, ve yayımlanmamış tüm taslaklarını fırına atıp yaktı. Dagmar, bu davranış-lar karşısında ne yapacağını bilemez halde, söylenene göre geri dönece-ğini söyledi, ama dönmedi. Bunun üzerine levy, Jaenne Sonville’in evine gitti ve şehirden ayrılacağını söyleyerek ona, siyam kedilerinden birini vermeyi teklif etti ve bir arkadaşının kitap baskısının reklamından aldı-ğı Oracle’a ait bazı bozulmamış çekler verdi. Sonra, hikaye devam edi-yor, kardeşi Jim’i aradı ve bir bavulunu ödünç alıp alamayacağını sordu. Daha sonra ailesini aradı. Babasıyla konuşmak istedi ama babası evde değildi. Annesine göre levy ehliyeti olmadığı için babasının gelip onu almasını istedi. ‘’Darryl’nin eve gelmeyi düşündüğüne inanıyorum.’’ diyordu bir muhabire (şu anda merhum olan) Caroyln Levy.
‘’Karım onu canlı gören son kişiydi’’ diyordu ölümünden altı ay önce levy’nin apartmanına –çapraz alt katına- taşınan Osinski. Eskisinden daha da inatçı bir şekilde levy’nin öldürüldüğüne inanarak ‘’Ievy’nin dairesinde sadece orada yaşayarak bilebileceğiniz özel eşyalar vardı. Eski tip bir yapıydı ve kilitleri ve kapının yanında basmanız gereken bir düğmesi vardı. Ievy kapısını hiç kilitlemezdi… Biliyor musunuz bilmi-yorum ama, psikoloji bilimine göre, birisi intihardan bahsediyorsa o kişi intihar etmez! Bu insan intihardan bahsetmiyordu. Ievy bizim tabi-rimizle bir çeşit psişik şiddet içindeydi. rjs’nin de tanık olduğu bir tar-tışma yaşamıştık ve levy’yi bu ruhsal şiddetin kötü bir şey olduğuna dair uyardım. Ama o devam etti ve altı ay gibi bir sürede öleceğini söy-ledim. Dokuz ay sonra ölmüştü.’’ diyordu.
‘’Kapısını hiç kilitlemezdi. Özellikle ölmeden evvelki son haftalarda evine giderdim. Elbette Madison’dan geldikten sonra kimseyle görüş-müyordu; ondan ayrılan yaşlı kadını Dagmar’la da. Ama yine de kapıyı kilitlemedi… ve o gün işlerini yoluna koymaya çalışıyordu. Aslında, market alışverişine yardım ettiği eşimle A&P’de buluşup levy’nin kedi-leri için kum almaya gitmişlerdi ve mutluydu! Mutlu görünüyordu. Ola-cak şeylerden şüphelenmenizi gerektirecek hiçbir ibare yoktu. Konuş-tuğumuz sırada uykuluydum ama Afrika’ya gitmekten bahsettiğini ha-tırlıyorum.’’
Wagner’e Kaliforniya’ya geleceğini yazdığı kartpostalın tarihi 18 Kasım 1968’di. Ön yüzünde, ‘Seni kendinin seveceğinden daha fazla seven ilahi bir cananım.’’ yazan Meher Baba fotoğrafı vardı. Arka tarafında levy; d.r., bu yanılsamadan kurtulmak için yanılsamanın yaşamasına& bü-yümesine ihtiyacım var, ya da bu başka bir yanılsama mı? YARDIM ET- cevabın gerekli- kısa olabilir.
Ievy bazen okulu bırakmayı düşünürdü ama en nihayetinde üzerine hep ‘SİKTİR’ yazdığı bir eğitim bursu alırdı. Bir keresinde bir çocuğun ona neden okula gitmediğini sorduğunda ‘İstediğim dersler orada yok. Ona melekler hakkında çalışmak istediğimi söyledim.’ Demişti. Ya da Tombstone as a Lonely Charm’ın (3.) bir bölümünde yazdığı gibi:

bir devrim istiyorsan/ çocukluğuna dön/ tam ortasına tekmeyi bas/ değişmek demek değil/ manşetleri değiştirmek./ yaşam adına düşün/ ve bil/ öleceksin/ & neden diye merak edeceksin./ bir devrim istiyor-san/ spirallerin içinde büyümeyi öğren/ her zaman geri dönebilen/ çocukluğuna/tam ortasına tekmeyi bas./ İşte budur/ söylemeye çalış-tığım- eğer saldırırsan/ yapıya-/ sistem- kurum/ kendine saldırırsın/ BUNU BİL!/ & zorundaysan eğer zorundaysan/ haricen kendine mey-dan oku/ ama bir devrim istiyorsan/ çocukluğuna geri dön/ & tam or-tasına tekmeyi bas./ değişimine hazır ol / kendi iç kimyanın/ sokağın aşağısına yürü/ & kafandaki fenerle/ çocuklara doğru

Anlaşılan melekleri henüz Ievy ile konuşmuyordu ve şiirlerinin yeniden keşfedilmesi ona hem bırakması konusunda güven veriyor hem de bir oyundaymış gibi depresif hale getiriyordu. Ne yapacağına karar verdi. Bu hareket Cleveland’dan ayrılmasıydı ya da birinin bu terk edişe engel olmasıydı ama bu olay neredeyse 30 yıl sonra bile hala gizemini koru-yor.
Ievy’i en son canlı gören insanlar olarak düşünülen Ferguson ve Sig-mund, 25 Kasım, bir pazar günü Ievy’nin canız bedenini buldular. Söy-lenene göre levy, The Oracle’ın gelecek sayısının taslaklarını rjs’ye ver-miş, rjs ve Ferguson da basımı yapmıştı.
‘’Huzurlu ve güzel görünüyordu.’’ diyordu cenazede bir muhabire Sig-mund. ‘Tanıdığım herkesten daha çok şey biliyordu. Herkes aynı şeyi yaptı. Bu bir oyundu. Bazıları hatırladı, bazıları unuttu, ama en azından levy, Hemingway gibi bir efsane oldu.’’
Ievy ile çok özel ve yakın ilişkisi olan rjs, The Oracle’ı çıkardıktan sonra genel olarak kendini yorumlanamaz bir hale getirdi ve d.a.’in diğer ar-kadaşlarıyla olan tüm bağını koparmaya başladı. Birçoğunun da hala aklında olan o şüphe duygusundan bir duvar ördü. Ed Sanders durumu anlamamıştı, ama ters giden bir şeyler olduğunu seziyordu. Fugs ile birlikte Notre Dame’a doğru turdaydı ama gösteri iptal edildi. Cleve-land’a döndüğünde bir şeylerin üstünün örtüldüğüne dair garip bir hisse kapıldı. Bugün hala bu hissi açıklayamıyor.
Kendini İncil terimiyle ‘basit koyun’ olarak gören Steve Ferguson durdu ve ‘’İnsanlar bana, benim gibi adamların Ievy’i delirttiğini söyledi. Ama bilmediğiniz bir şey hakkında sorumlu hissedemezsiniz! Eskiden her şeye ‘tabii ki’ derdim.’’ diyerek ‘’rj’nin arayıp levy hakkında endişelendi-ğini söylemesi ve onunla gelmemi istemesi üzerine yine ‘tabii ki’ dedim. Sanırım yanında biri olsun istiyordu, belki de bir şeylerin gerçekten ters gittiğine dair bir önsezisi vardı ve bu yolculuğu yalnız yapmak istemedi. O günlerde nerede yaşadığımı bilmiyorum, levy ve rj bir sokak ötemiz-deydi. Dolayısıyla hemen gittik ve içeri girmeye çalıştık ama kapı kilit-liydi. Kapıyı açmak için temizlikçi kadını çağırmamız gerekti. Kapıyı döndürerek açtığında levy’nin odada olduğunu gördük.
Lotus teorisini kendime göre yeniden yorumladım- bir ayak diğer dizin arkasında, diğeri yerde. Dizlerin ikisi de karşıya bakıyordu ve bedeni bütün bir lotus şeklinde geriye yaslanmıştı. Tüfek hala bacaklarının arasında duruyordu. Polis araştırmasından memnun değildi ve ufak tefek şeyler üzerine yeni teoriler üretiyordu. Kaydettikleri en enteresan şeylerden biri levy’nin kaslarında hiç gerilme olmamasıydı. İntihar va-kalarında, kurşunun vücuda gireceği algısı olduğundan hep kas gerilme-si olurdu. İkincisi ise, yukarıdan giren ilk kurşunun açısıydı. Bunlar duyduklarımdı, dosyalara hiçbir zaman el sürmedim.
Ievy’nin kısa kollarıyla bu 22lik tüfeği o pozisyonda nasıl ateşleyebile-ceği üzerine spekülasyonlar yapıyorlardı. Benim için yatağın kenarına oturup tüfeğin üzerine yaslandığı ve tetiği çektiği çok açıktı. Vücudunun eğildiği arka taraftaki duvar üzerinde kan sıçramaları vardı. 22lif bir tüfek olduğu için başka bir şey yoktu. Üçüncü gözdeki küçük temiz bir delik, kara şiir, çok teşekkürler. Polis elbette kendi yöntemlerine göre olayları değerlendiriyordu. Polislerden biri ‘Oo bu hiçbir şey değil, ge-çen hafta av tüfeğiyle kafasını uçurmuş bir adam gördük.’ diyordu. ‘’
Olaydan birkaç yıl sonra, ne kadar süre olduğunu hatırlamasa da Fergu-son, The Oracle’ı belirli aralıklarla çıkarmıştı. ‘’O zamanlar gerçekten yeterli malzemem yoktu. Sadece bir şeyler yapmam gerektiğini hisset-tim. Sonra, birisi intihar ettiğinde bir tür suça ortak olma hissi doğdu-ğunu fark ettim. Sorumlu hissediyorsunuz, bilmediğiniz ya da orada olmadığınız için sizin suçunuzmuş gibi düşünüyordunuz. İlerleyen za-manlarda, eminim levy’nin de deneyimlediği bir sürü şey deneyimle-dim ve daha iyi bir bakış açısı geliştirdim. Kendime göre bir dini tasav-vur kurdum, çok uzun süre dikkatli bir şekilde kimyasallarla münase-betteydi ve psikolojik olarak kendimi dengeliyordum. Bu, geçtiğimiz birkaç yılda tam olarak levy’nin yaptığı şeydi. İçinde paranoyak bir denge taşıyordu, bir nevi tanrıyla bütünleşen bir adam gibi. İntihar hi-kayesi aklıma yatıyordu çünkü kişiliği kabul edememekten bahsedi-yorduk. Artık memnuniyet duymadığı şeyler yazıyor, ama kendisini şair yapabilmek için kendini zorluyordu. İçine dönüp o şeyi bulup çı-karmak ve dışarı atmak için yetersizdi. Her sözü bir hakikat olarak alı-yordu ve bu durum özellikle, tanınmaya başladığı sırada peşini bırak-mayabilecek bir duruma gelebilirdi. Hiç bu kadar ileri gitmedim ama’’ dedi Ferguson bir an düşünerek ‘’hatta sonradan bunu söylediğime de pişman olabilirim, ama, levy abes bir adamdı. Muhtemelen hissiyatı, yapabileceği en dramatik şey tasfiye edilmeden ve tavuk salatası çok pahalı hale gelmeden bir an önce çıkıp gitmekti-özellikle mitoloji doruk noktasındayken-. Bir etki ustasıydı, bunu söylemeliyim. Çok fazla kafa karışıklığı vardı, bilirsiniz, Dagmar’ın gerçekte hangi rolde olduğu ya da ona ne kadar borçlu olduğu ile ilgili bir dünya kafa karışıklığı. Nikahsız eş, partner, kız arkadaş, her neyse… Aslında birkaç defa liste yaptığını biliyorum; Dagmar hakkında ne düşüneceğini kestiremiyordu ya da ilişkisinin onunla nasıl olduğu veya olması gerektiği ile ilgiliydi ve so-nunda kalbi Dagmar için yeteri kadar iyi değildi, ama bunun bir parçası da dominantlık oyunuydu. Eğer parası olsaydı Dagmar’dan bu kadar şey almak zorunda kalmazdı.
‘’Birlikte olması kolay biri değildi Dagmar, depresyona meyilli bir yapısı vardı ve kimseyle konuşmadan evi silerdi. Bence işlerini yoluna koy-maya çalışan sıradan biriydi ve levy oradaydı. Ievy’yi desteklemek ya da desteklememek arasında bir yerde pek bir değer bulamadı ve so-nunda levy’yi destekledi. Olduğu yerde mutlu değildi… Ievy ölmeden bir buçuk hafta önce daireden ayrıldı ve şu tuhaf tipli gözbebeği resimleri yapan adamın yanına taşındı. Resimleri kötüydü; belki de resim başına yirmi ya da otuz gözbebeğinden oluşan resimleri duvarlardaydı. Fare diye çağırdığı bir eşi vardı ve onun üzerinde bir dizi sado-mazo şeyler denemişti. Dewey Fagenber ve ben gidip Dagmar’ı oradan çıkarmaya çalıştık ama olmak istediği yerde olduğunu söyledi. levy, Madison’dan henüz dönmüştü. Bu yolculuğun levy üzerindeki etkisi büyüktü; so-nunda insanlar ona ciddi bir şair olarak davranmış ve belki de karakte-rinin çok işine işleyen şahane bir mutluluk örneği göstermişlerdi. Bu konuda ölesiye ciddiydi; şair olmak istiyordu ve bir şair olacaktı. Bir şair olmak istedi. Mekanik hiçbir şey yapmadı, makineler etrafında bir işte çalışmadı. Yapmak istediği şey ile çeliştiği için birçok işi reddetti.
‘’rj ile ilişkisiyle ilgili bazı karanlık denebilecek dedikodular vardı; sü-rekli egosantrik bir rol yapma oyunu üzerine spekülasyon yapıyorlardı. Hiçbir zaman şahit olmadım ama birbirlerinin boğazına bıçak dayadık-larına dair bazı grafik anlatımlı hikayeler duydum. Hepsi aşk, ölüm ve şiir içindi… Söylemem gerekir ki rj’nin Ievy’e gitme konusunda telefonu beni biraz şüphelendirmişti. Bu soruyla daha önce de karşılaştım, ve… bilemiyorum… O da fazlasıyla deli bir adamdı. Hani şu kendi dehası ve kaderlerine inanan insanlardan biri gibiydi. Hiçbir şekilde düzeltilmeye, eleştirilmeye dayanamadığı bir noktaya gelmişti. Başka bir bakış açısıy-la eğlenemiyordu: Makul ol, benim tarafımdan bak! Ecclesiastes’in mıs-ralarını biliyor musunuz ‘Her şey boş, bomboş, bomboş’? Ama herkes bu pasajın son satırını unutuyor: ‘Her şey boş ve her şey ruhun sıkkınlı-ğı,’ diyor vaiz. Bunu bir ahlak oyununa çevirseniz levy ‘boşluğu’, rj ise ‘ruhun sıkkınlığını’ oynayabilirdi. rj ile ilgili daha da karanlık olan teori-ler vardı; bence birçok insan için bu daha çok duygusal bir durumdu. rj’nin levy ile olan ilişkisi bir nevi ikisini bir araya getiriyordu. Birbirle-rinin tam zıttı insanlar olarak birbirlerine doğru koşuyorlardı. Bence bu etraftaki herkes için oldukça açıktı. Gördüğünüzde ‘Bunun yürüyeceğini sanmıyorum.’ diyeceğiniz türden bir ilişkiydi bu.
Bence aralarında fiziksel bir şey olmaması muhtemel. Aynı zamanda, intiharın rj’nin varlığında olması da eşit derecede olası. Belki de kapıyı kilitledi ve birkaç gün sonra bir tanıkla geri döndü. Bence rj’nin kendisi bizzat söylemediği sürece bunu asla hayatımız boyunca bilemeyiz ve rj’nin bir şey söyleyeceğini hiç sanmıyorum.
Daha çok rjs olarak tanınan Robert J. Sigmund, levy’le 65 yılının sonba-harında Cleveland’da bir kahve ve gazete işlettiği zaman tanıştılar. Ken-di sözlerine göre ‘’Oradaki yerel radikallerden biriydi.’’ levy son birkaç yılında bu şaire herkesten daha yakındı. t.l. kryss’e ait Ghost Press’te 1000 tane basılan özel basım ukanhavyrfucinciti gibi levy’nin bazı işle-rini toplayan ve düzenleyen de oydu. Kitabın beş sayfalık efsanevi su-nuş kısmında rj ‘’belki de bu kitap, tıpkı ilk hristiyanların isa’yı mah-vetmeleri gibi levy’yi mahvediyor, d.a. hakkında bir mitoloji yaratıyor &kendi kelimeleriyle onu öldürüyor ve böylece levy insan olmaktan çıkıyor. bir anlamda bu böyle, bana inanırsanız. yoksa neden bu analo-jiyi kullanayım ki? neden böyle bir kitap var olsun ki?’’ diyordu.
Ölümünden iki hafta önce, levy R.D. Wagner’a yazdığı mektupta rjs ile ilişkisini sorguluyordu:

rjs, ona ışığın peşinden gitmesini söylediğimde intihar etmesini önerdi-ğimi sanıyor. Sanmıyorum – ego yavaşça ölür- bilincin her aşamasında ufak ufak- şair ya da peygamber. sanatçı ya da aziz. hepsi aynı- ama ben bir aziz& bir büyücü& görünmez & insanlara iyi gelen şeyler yapan biri olmak istiyorum- &bu ülke peygamber olmak için iyi bir yer değil! faz-laca ölüm& bilinçsizce ölümü arzulama- şehir uyurken& ya da uyuyor gibi yaparken çok fazla boşa harcanan enerji…

Şaşırtıcı bir biçimde, Cleveland’ın dışında yaşayan ve tüm zamanını bir dönüm arazide çalışarak geçiren rjs başlarda ihtiyatlı olmasına rağmen levy ile ilişkisinden bahsetmeye meylediyordu. ‘’Ne bilmek istiyorsun? Ne kadar yakın olduğumuzu mu? Bir iş ortağı gibiydik- evinin altmış metre ötesinde yaşıyordum ve her sabah birlikte kahvaltı yapardık. İşte ne kadar yakın olduğumuz… Bana, yapacağı şeyleri belli ediyordu ama bazı şeyleri kaçırdık gibi geliyor. Muhteşem bir akrobasiydi, hissettiğim buydu. Ama jeton sonradan düştü, tüm söyleyebileceğim şey bu… Ne-den yaptı? Cleveland’dan ayrılmaya hazır değil miydi? Cleveland’ı terk etti! Tüm olay da bu, Cleveland’ı terk etti. Cleveland’ı terk etmek asıl meseleydi. Terk etti. İsrail’e gitti. Anlıyor musunuz?’’ Uzun bir durak-samadan sonra ‘’Günlük işlerle o kadar meşguldüm ki levy’nin söyledik-lerine pek dikkat etmiyordum. Bağlantı kuramadığım şeyler söyleyip duruyordu- bazen ‘eğer ikimizdeki enerjimizi Cleveland dışına çıkarır-sak her şey çökebilir’- gibi şeyler diyordu. Cleveland’daki bağlantılar her şeydi. Bu topluluk. Doğu Cleveland’da daha bastırılmış bir topluluk vardı- daha yalaka hippilerin olduğu, daha entelektüel. Bizim pek içinde olmadığımız başka bir hippi topluluk da Cleveland Heights’taydı. Bizde başka bir şey vardı. Bizimki Doğu Cleveland’daki cadılar meclisi gibiydi.
‘’Tabii ki uzun zamandır psikolojim iyi değil… Tom Kryss’in dediği gibi- o böyle söylememişti ama şunun gibi bir şeydi ‘dünyada ne olursa olsun onun gözlerini tekrar açmasını sağlamayacak.’ Suburdan Monastery Death Poem’in girişine bakın: oynadığımız bu var olma oyunu gerçek şeyler yapmamızı sağlar. Bedenimizi kurtçuklar yedikten, o son durağa vardıktan, Cleveland’ı terk ettikten, İsrail’e gittikten sonra bu oynadı-ğımız oyun ne anlam ifade eder? Bu bir varoluşsal aydınlanma… On yedi yaşımdan beri hep varoluşla ilgilendim. Sartre, Camus gibi yazarları okurdum. O zaman olduğu gibi bu konu kristalleşmedi hiçbir zaman, bugün belki farklı şekillerde hassaslaşıyor. Elbette yirmi yıl sonra sahip olduğunuz birçok şeyi kaybediyorsunuz. Dış görünüşüm biraz daha farklı… Orada kendimi kandırmayı neredeyse tamamen bıraktım.
‘’Biliyorsunuz, biyolojik bir tahakküm kendinizi kandırmanız için oyun-lar inşa etmeye devam etmenizi sağlıyor, çünkü devam ederseniz, ya-şamaya devam ederseniz biyoloji, entelektüel gerçeklik algınızı yeni-yor. Eğer yaşıyorsanız, sizi hayatta tutan bu biyolojik tahakkümler, gözlerinizi İYİ bir şekilde kapamanıza yardım eden oyunlar yaratıyor. Anlatabiliyor muyum?
‘’Son sohbetimizi (d. a. levy ile olan son diyalogu) pek hatırlamıyorum. Bedenini bulmadan ya iki ya da üç gece önceydi. Aslında, Kent Taylor ve kuzeni levy kapıyı açmadığı için daireme bir valiz bıraktıklarında bir nevi sezgisel bir durum oluştu. Cleveland’dan ayrılmak için bir valiz istiyordu. O zaman bütün parçaları birleştirdim. Steve Ferguson ile bu-luştuğumuzda, levy’nin öldüğüne dair ikimizde de sözlere dökmedi-ğimiz bir muvafakat vardı. Dairesine gittik ve temizlikçi kadından anahtarları istedik- cansız bedenini bulacağımızı biliyorduk. Bir nokta-da anlamıştık, hatırladığım kadarıyla, -yalnız gitmek istemiyordum- içeri girip levy’nin bedenini bulma fikri beni çok korkutuyordu. Temiz-likçi kadın çığlık attı! Garip bir şekilde öyle olmamasına rağmen, elimde bir bıçak ya da onun gibi bir şey taşıdığım ve polisin içeri girip beni ara-dığı gibi bir hisse kapıldım. Bilemiyorum, polis etrafta olunca hep böyle paranoya olur… Son konuşmamız…Bilmiyorum…Beni sürekli, kimi za-man hiçbir anlama gelmeyen ve bir cevabımın olmadığı aynı varoluşsal psikoloji konuşmalarına sürüklüyordu. O kadar anlamsızdı ki, hiçbir yere gitmeyen sohbetlerdi. Ben de aptal gibi görünerek şaşkınca otu-rurdum. Buradan nereye varılır derken ne demek istedin? Benimle ileti-şim kurmaya çalışıyordu, anlıyorum, saçmalama, bunun bir anlamı yok ve saçma bir şey. Yani, burada olmanın bir keyfi yok. Biz acınası varlık-larız. Ve hiçbir anlamı yok- başardığın her şey kendini kandırdığın bir oyun sadece. Peki buradan nereye varılır? Son konuşmamız böyleydi, ya da bunun gibi bir şeydi.
‘’Belki altı saat sürdü, gecenin körüne hatta sabaha kadar sürdü. Üzeri-me geliyordu ve ben cevap veremedim. Benim için net değildi. Evimi boyamak gibi aptalca şeyler yapıyordum, bilirsiniz. Orada olduğum gün, boya için gerekli bazı ekipmanları ödünç aldım, ıspatula gibi, aptal-ca şeyler işte. Hayatım o seviyedeydi- Yüksekten düşmüştüm ve şimdi uçağı yerde kontrol altında tutmaya çalışıyordum ve o gitmeyi planlı-yordu. Dediğim gibi, ne kadar uzağa gitmişti bilmiyorum çünkü göre-meyecek kadar yoğundum. Yoğunsanız, biri sizden çok uzaklaşmış olur ve siz bu uzaklığı fark edemezsiniz bile. Yani, biri sizden uzaklaşınca sadece görebildiğiniz kadar bir uzaklaşmayı görürsünüz. Ne kadar uzaklaştıklarını anlayamazsınız, çünkü siz orada değilsinizdir.
‘’levy bir nevi benim akıl hocamdı ve genelde arkada durur pek fazla şey söylemezdim. Ievy beni insanlarla tanıştırır ve ben de sessiz kalıp dinlerdim. Sonra olanlar hakkında ne düşündüğünü söyler, ben de hem-fikir olurdum. Resmin dışındaki kalıp d. a.’ye düşündüklerimle ilgili yedek bilgiler sunan bir gölge gibiydim, anlıyor musunuz? Söyleyebile-ceğim tek şey yirmi yıl geçti ve adım kadar eminim ki, o zamanlar her-hangi bir ilişkide yaşayamayacağım kadar çok şey yaşadığım bir yer-deydim. Kamu hizmeti veren şirketlerle kavga ettiğim bir demagog bölgenin yerel vatandaşları için oynanıyordu. Üzerinde son çalıştığım şey Çin’deki kuraklığın Amerika ve dünya yiyecek zincirine olan etki-siydi.
‘’İşte yine başlıyoruz.’’ diyerek güldü. ‘’Bunları yaşadın ve ben ne anlama geldiğini biliyorum. Beni aydınlanmadan uzak tutan aynı oyunları ben de oynuyorum… Tüm ışıklar söndü, tamam. Aynı karara varmadan (levy’nin kararı) onları geri açamazsın- uçlara yaklaşmak zorundasın, herhangi bir ışığa ulaşmak için o sivri uçlara gitmek zorundasın, gerçek ışıkları görene kadar kılıcın ucunda hazır durmalısın. Eğer orada dur-mazsan göremezsin. Biliyorsun, orada geçmiş var. Bu Mağara Analojisi. Aristoteles’in söylediği gibi; duvardaki gölgelere baktığında, duvardaki gölgeleri gören insanlardan birisin. Sadece orada duranlarla iletişim kuran ve arkalarında yanan ışığın aydınlattığı duvardaki gölgelere ba-kan kişi, bu gölgelerin sadece bir yansıma olduğunu nasıl anlayabilir?’’


Ölümünden yirmi yıl sonra, 1988’in sonbaharında, Cleveland’daki Case Western Reserve Üniversitesi’nde d. a. levy’nin yaşamına ve çalışmala-rına ithaf edilmiş üç günlük bir etkinlik düzenlendi. Neredeyse otuz sene önce, Gunrunner Press’ten Jim Sorcic’in bu mektubu levy’nin cansız be-deni bulunduktan bir gün sonra Amerika’nın tüm yeraltı toplulukların-da elden ele dolaşıyordu:

DUYMAYANLAR İÇİN: D.A. LEVY ÖLDÜ

26.11.68 morgan, dün gece 12:30 gibi geldi & clarissa’ya beni uyandır-masını söyledi. aşağıya indiğimde cleveland’dan rjs’nin aradığını söyle-di. kötü haberler beni bekliyordu/ d. a. intihar etmişti/ levy ölmüştü/ bir tüfekle beynini uçurmuştu/ d. a. ölüydü/ kendini parçalayarak öl-dürmüştü/ ölü/ ölümünün ne anlama geldiğini anlayamadım. d. a.’in mektuplarına tekrar baktım &onu bulmaya çalıştım/ onu geri getirecek bir şey…ölümünden bir gün önce bana yazmıştı- üç sayfalık bir şeydi- bana yazdığı en uzun şey: eğer benden haber alamazsan telaşlanma çünkü şimdi var olmama zamanı (sabırsızlığa kapıldığımda melekleri-min söylediği şeydi bu)- 1 aralık’a kadar- sadece- belki- bunun ne anla-ma geldiğini anlamaya çalıştım/ ne yapmam gerektiğini &belki de polis şefi değildi & richard nixon’dı belki de sendin d. a.’yi öldüren & onu ölüme iten bendim. belki de hepimiz onu rahat bıraksaydık/ onu itek-lemeyi &ona yazmayı/ buna değdiğini söylemeyi/ en nihayetinde her şeyin değerli olduğunu/ belki de onun o sikik yakasından bir kez olsun düşseydik & yaşayacağı bir alan verseydik YORULDUĞU İÇİN ÖLDÜ. bunlara bir anlam veremiyorum. çünkü bu sabah, d. a.’in ölmeden bir gece önce postaladığı kitapları aldım. çünkü ölü bir adamın gönderdiği paket üzerine ağlayamıyorum. çünkü ölmeden önce de onu seviyor-dum. öldüğü için & bunu anlayamıyorum… yaşamımda sadece iki kişi için ağladım: dedem & levy. bir daha ağlayacağımı sanmıyorum. iyi olun, pis herifler, hukuk& düzen Cleveland’a geri döndü &d. a. levy öldü.



HAMİŞ

İlk defa levy ile ilgili yazmaya başladığım 1988 senesinde röportaj yap-tığım herkesten farklı cevaplar aldım. Frank Osinski gibi bazıları levy’nin grup içindeki biri tarafından öldürüldüğü konusunda ısrar edi-yordu. Kimisi ise Yıkıcı Ekip’in işi olduğunu düşünüyordu. Hatta bazıları, Dagmar’ın cinsel anlamda levy’nin bazı yakın arkadaşlarıyla birlikte olduğu için intihar ettiğini söylüyordu. Hatta ve hatta kimisi de, bu ölümcül kararı almadan iki hafta önce levy’nin sendelediğini iddia edi-yordu.
Ed Sanders ve benim Cleveland’da, Case Western Üniversitesi’ndeki levy’nin yaşamı ve çalışmalarına ithaf edilen festivalin yirminci yıl dö-nümünde olduğumuz sırada, bir anda Osinski Kuzey Kaliforniya’dan aradı ve herkes için bir kerelik resmi olmayan bir mahkeme kurulma-sını istediğini söyledi. Suçlamalar ve karşı suçlamalar bir ileri bir geri savruldu, ama hepsi bu kadardı.
Makale yayımlandığında, levy’yi tanıyan herkes oldukça olumlu tepki-ler verdi ama rjs ya da Steve Ferguson makalenin onları tanımlama şeklinden pek mutlu değillerdi. Buna rağmen yanlış alıntılandıklarına dair şikayete bulunmadılar.
1990 senesinde, Clevelandlı ve bir zamanlar Pere Ubu adında bir grubu olan Tim Wright adında bir müzisyenle tanıştım. Wright, levy hakkın-daki makaleyi okumuştu ama benimle iletişime geçmemişti, ta ki ortak bir arkadaş vasıtasıyla tanışana kadar. W.C. Fields’i taklit eden post-modern bir Stan Laurel edasıyla bana ilk sözleri ‘’Yeni uydurulmuş ya-lanlara hazır mısın?’’ oldu. Wright, levy’nin ölümünden çok geçmeden Dagmar ve Ferguson’ın evlendiğini söyledi. Ferguson bu önemli haber-den hiç bahsetmemişti. Ama evlilik haberi zaten Wright’ın sürprizleri-nin sonuncusu değildi. ‘’Olanlarla ilgili bir dünya müstehcen detay var.’’ dedi ve ‘’Evlendikten altı ay kadar sonra Ferguson sözde San Francis-co’ya gitmiş ve (Jefferson) Airplane’le asit yapmış. Döndüğünde tama-men kafası bir dünyaymış ve kafası açılmadığı için Dagmar onu akıl hastanesine gitmeye ikna etmiş. Sonunda Ferguson’a elektroşok verdi-ler.’’ Wright, Ferguson’ı hastaneye götürmüş ve ‘’ Ferguson’a bu elektro-şok meselesinden vazgeçmesini söyledim, Dagmar bu durumdan pek hoşlanmadı.’’ Hatta Wright, sonradan hastaneye geri gitmiş ve Fergu-son’a bazı R.D. Laing kitapları götürmüş. Tekrar konuşmaya çalışmış, ama başarılı olamamış.
Gerçek ne? Hikayeye dair çok farklı yorumlar, birbirini işaret eden bir sürü insan var. Birisi bugün levy öldüğü sırada onunla aynı odada oldu-ğunu söylese bile, bu noktada tek gerçeklik levy’nin arkasında bıraktığı şiirler. Çünkü basitçe Ferguson’ın dediği gibi, ‘’Hepsi aşk, ölüm ve şiir içindi.’’