De Omnibus Dubitandum

KENDİ YAZDIKLARI – JOHN LENNON

türkçesi tolga öztürk editör şenol erdoğan Çevirmenin Notu: Bu kitapta yer alan bütün yazım hataları ve absürtlükler orijinal metinden kaynaklanmaktadır. – T.Ö. GİRİŞ Onunla Woolton köyünün şenliğinde tanışmıştım. Şişko bir okul çocuğuydum ve uzanıp kolunu omzuma koyduğunda sarhoş olduğunu fark etmiştim. O zaman on iki yaşındaydık ve favorilerine rağmen onunla arkadaş olduk. Kafası hep uçuk […]

türkçesi tolga öztürk
editör şenol erdoğan

Çevirmenin Notu: Bu kitapta yer alan bütün yazım hataları ve absürtlükler orijinal metinden kaynaklanmaktadır.
– T.Ö.
GİRİŞ

Onunla Woolton köyünün şenliğinde tanışmıştım. Şişko bir okul çocuğuydum ve uzanıp kolunu omzuma koyduğunda sarhoş olduğunu fark etmiştim. O zaman on iki yaşındaydık ve favorilerine rağmen onunla arkadaş olduk.

Kafası hep uçuk olduğu için onunla ilgilenen Mimi Teyze bana, onun aslında gösterdiğinden nasıl daha akıllı olduğundan ve bu gibi şeylerden bahsederdi. Okul dergisi için şöyle diyen bir keşiş hakkında bir şiir yazmıştı: “nefes almak hayatımsa, durdurmak için meydan okumaya cesaret edemem.”

Bu bende hemen bir merak uyandırmıştı – “O derin biri mi?” Gözlük takıyordu o zaman bu mümkündü, onlar olmadığında bile onu tutan bir şey yoktu. Takdir eden kahkahaların uğultusuna karşı “N’yaver?” derdi.

Önce Quarry Bank Erkek Lisesi’ne sonrasındaysa Liverpool Sanat Akademisi’ne gitti. Okulu bıraktı ve The Beatles adında bir grupla çalmaya başladı ve şimdi bir kitapla karşınızda. Yine düşünüyorum – “O derin biri mi?” “Sanatsal ya da kültürlü biri mi?”

Yazdıklarının neden manasız olduğunu düşünen kalın kafalı olmaya mahkum insanlar olacaktır ve gizli anlamlar arayan insanlar da.

“Brummercı nedir?”
“‘serssem esski binek’ göründüğünden daha fazla anlam gizliyor.”

Hiçbirinin manası olmak zorunda değil, eğer eğlenceli geliyorsa bu yeterli.

Paul

merhaba!
KISMEN DAVE

Bir zamanlar kısmen Dave olan bir adam vardı – hayatta bir misyonu ile. “Ben kısmen Dave’im” diye hommurdanırdı sabahları ki bu savaşın yarısıydı. Kahvaltı ederken yine söylerdi “Ben kısmen Dave’im” diye ve bu Betty’nin sinirlerini her zaman hoplatırdı. İşe giderken yolda “Bir rutinin içindesin Dave” derdi bir ses, sesin siyahi bir kondüktörden geldiği anlaşılırdı! “Senin için her şey yolunda.”

Dave düşünürdü, siyahi sorununun biraz farkına varırdı.

Kısmen Dave işinde tanrı vergisi yetenekli olağanüstü bir satıcıydı, bu Mary’nin sinirlerini her zaman hoplatırdı. “Görünüşe göre otobüs biletimi unutmuşum Cobber” dedi Dave farkına varmadan. “O zaman otobüsten iğğn” dedi Basubooo hayra alamet olmayan bir sesle ve siyahi sorununun gerçekten farkına varmayarak. “Tamam” dedi alçakgönüllülükle kısmen Dave kimseyi incitmemeye çalışarak. “Ama kızın onlardan biriyle evlensin ister miydin?” dedi bir ses Dave yanan bir spastik gibi otobüsü terp ederken.

FRANK’İN ÜZERİNDE HİÇ SİNEK YOK

O sabah Frank’in üzerinde hiç sinek yoktu – hem neden olmasın ki? Karısı ve çocuğuyla sorumlu bir yurttaştı, değil mi? Sıradan bir Frank sabahıydı ve tanımlamanın gücünü aşan bir kıvraklıkla banyodaki tartının üstüne zıpladı.

Büyük harold aşkına on iki inç daha uzağır olduğunu fark etti. Buna inanamadı ve kanı kudretli kırmızı bir renge dönüşmesine neden olarak kafasına hücum etti.

“Annem beni doğurtturduğundan beri hiç yağlanmayan vücudum hakkındaki bu inanılmaz gerçeğe imanamıyorum. Evvet, karanlık kulübedeki uşağın biçimden geçsemble hiç formal hissermeyeceğim. Ne böyük umutlusuzluk ki beni böyle yağlı bir tokmağa dönüştüren ney.”

Frank tekrar aşağıdaki, gözlerini korku verici bir ağırlıkla dolduran fena görüntüye baktı. “On iki inç daha ağırım, Ah! Ama yine de Eric’in oğlu Arthur’un çocuğu Newcastle’lı James’in koruyucuları Ronald ve April’in evinde doğan WotroWot’u yarım kilo geçince Gümüş Çiçek 21 numaradaki Madeline’i işleten Kenneth’teki Leslie’lerden gelen Alec’in oğlu kardeşim Geoffery’den daha yağlı değilim.”

Başı öne düşmüş ve üzgün bir biçimde alt kata gitti – onuzlarında büyük bir yüküle – karısının hurdası çıkmış suratı bile zavallı Frank’in – bildiğiniz gibi üzerinde hiç sinek yoktu – yüzünde bir gülümseme yaratmadı. Eski bir güzellik kralizatörü olan karısı ona cüsseli ama garip bir bakış attı.
“Sana ne oldu Frank?” diye sordu kuru eriğini çekiştirerek.
“Eğer gayriresmi değilse kederli görünüyorsun” diye ekletti.
“Dünün tam da bu saatine göre on iki inç uzağırlaşmamdan başka bir şey yok – insanların en kederlisi olmayayım mı? Bana sakın bir şey söyleme yoksa sana ölümcül bir yara verebilirim – bu çileyi kendi başıma çekimlemeliyim.”
“Ah! Frank – bu çirkin muhabbetle benim canımı sıkıyorsun – bu büyük sorunun suçlusu ben miyim?”

Frank üzgünce karısına baktı – sefaletinin nedenini bir anlığına unuttu. Yavaşça yürüyerek ama yavaşça karısına doğru yürüyerek başını ellerinin arasına aldı, birkaç süratli darbeyle karısını merhametlice öldürerek yere attı.

“Beni böyle görmemeli” diye mırıldandı “onun otuz ikinci yaş gününde böyle şişman halimle.”

O sabah Frank kahvaltısını kendi hazırlamak zorunda kaldı, ayrıca sonraki sabahlar da.

İki (yoksa üç müydü?) hafta sonra Frank yine uyandı ve hala_üzerinde_hiç_sinek_olmadığını gördü.

“Bu Frank çocuğun üstünde hiç sinek yok” diye düşündü; ama– hala mutfak zemininde yatan – karısının üstünde onu şaşırtırcasına birçok sinek vardı.

“O burada yatarken ekmeğimi yiyemem” diye düşündü. “Onu hoş karşılanacağı kendi evine götürmeliyim.”
Karısını küçük bir çuvala koydu (çünkü o sadece dört buçuk ayak boyundaydı) ve doğruca onun evine yollandı. Frank karısının annesinin evinin kapısını çaldı. Kapı açıldı.

“Marian’ı eve getirdim Bayan Sutherskill” dedi (ona hiç Anne diye hitap edemiyordu). Çuvalı açtı ve Marian’ı kapının ağzına yerleştirdi.
“Bu sinekleri evime sokmayacağım” diye bağırdı (çok titiz biri olan) Bayan Sutherskill kapıyı kapatırken.

“En azından bir bardak çay içmeyi teklif edebilirdi” diye düşündü Frank sorununu tekrar onuzlarken.

İYİ KÖPEK NIGEL

Hav, hav, gidiyor
Küçük tüylü dostumuz
Ne mutlu bir görüntü
Hav, hav, sokak lambasının altında
Havlıyor çitlerin etrafında
Güzel köpek! Eyi çocuk
Kuyruğunu sallıyor
Arka ayakları üstüne dikiliyor
Akıllı Nigel! Neşeyle zıpla
ÇÜNKÜ SAAT ÜÇTE
SENİ UYUTACAĞIZ, NIGEL

DİŞÇDE

Hanımefendi: Bana büyük acılar çektiren sallanan bir dişim var.
Beyefendi: Şu koltuğa yattırıverin Hanımefendi ve mağaranızı kocaman açın – Mağaranızda diş kalmamış.
Hanımefendi: Olamaz! Sekiz tane dişim kalmıştı. (sekiz dişim kaldı)
Beyefendi: O zaman seksen üç tanesini kaybetmişsiniz.
Hanımefendi: İmmikansız.
Beyefendi: Herbikes bilir ki bir çenede dörrt tane azimli iki tane sivri on tane de iğrenç diş vardır ve toplamda susuz iki diş eder.
Hanımefendi: Ama dişlerimi korumak için her şeyi yaptım.
Beyefendi: Varsokalım ki öyle ama yeterli olmamış.
Hanımefendi: Ah! Size daha önce niye dayanıştırmadım ki?
Beyefendi: Çok geç, ne yapacaksak ya şimdi yapmalıyız ya da hiçbir zapan.
Hanımefendi: Şimdi onları çekecek misiniz?
Beyefendi: Hayır Çılgınefendi, çekiçleyeceğim.
Hanımefendi: Ama bu çok acı verici.
Beyefendi: Bir bakayım – Çat! İşte burada Çılgınam
Hanımefendi: Ama Bayım ben o dişi istiyordum (derinden arzuluyordum).
Beyefendi: Kapkara ve kasvetli bir dişti, diğerleri de öyle.
Hanımefendi: Merhamet edin! Yakında hiç dişsiz kalacağım.
Beyefendi: Size bedava bir Edepsiz Hararet seti takacağım, sizi otuz yıl vahşileştirecek.
Hanımefendi: (Sessizce) Otuz yıl vahşileşecek miyim? (Bağırarak) Ben Katolik değilim Bayım, bütün ağaç köklerimi çekin!
Beyefendi: Tamamdır dişsiz.

ERIC HERBLE’IN BÜYÜYEN YAĞ BEZESİ

Yağlı bir sabah Eric Herble kafasının üstünde balon gibi şişmiş anorminal bir yağ bezesiyle uyandı. “Ah namussuz!” dedi çok, çok, çok şaşırmış olan Eric Herble. Her neyse çok da üzülmeden işine baktı. Birdentire ona adıyla seslenen küçük kısık bir ses duydu “Eric… Eric Herble”, tam emin olmasam da sanırım öyle demişti.

O akşam aynı ses tekrar konuştu “Eric, ben kafandaki yağ bezesiyim, bana yardım et, Eric”.

Eric yağ bezesi arkadaşına kısa sürede alışmıştı.

“Bana Kabuk de” demişti ses, öyleydi de.
“Bana Eric de” dedi Eric olabildiğince domal halde. O zamandan sonra hiç kimse Eric’i kafasındaki yağlı şişko kabuk olmadan görmedi. Ve bu yüzden Eric spastiklere dans etmeyi öğrettiği işini kaybetti.

“Çocuklarımızı özürlü birinin eğitmesini istemiyoruz” demişti Müdür.
GÜREŞEN KÖPEK

Bir zamanlar denizden millerce uzakta bir yerde tepelerinde kargaların bağrıştığı her yerden millerce uzaktaki uzak bir diyarda küçük bir adanın üzerinde 39 hinsan yaşardı.

Hasat zamanı geldiğinde herkes büyük bir şölenle kutlama yapar ve dans ederdi falan. Yeni ve heyecan verici (ki genellikle öyle olurdu) bir gösteri (bazen bir cüce kullanılırdı) sunmak (söylemek gerekir ki bundan keyif alıyordu) Perry’nin (Perry Gürültülü Belediye Başkanı’ydı) işiydi. Bu yıl bir Güreşen Köpek bularak Perry kendini aşmıştı. Ama bu acayip canavarla kim güreşirdi ki? Dövseler ben yapmam.

RANDOLF’UN PARTİSİ

Nobel zamanıydı ama Randolf yalnızdı. Bütün iyi dostları nerdeydi? Bernie, Dave, Nicky, Alice, Beddy, Freba, Viggy, Nigel, Alfred, Clive, Stan, Frenk, Tom, Harry, George, Harold? Bugün neredeydiler? Randolf büzülerek orada yaşamayan babasından gelen tek Noter kartpostalına baktı.

“İnsanın kesinlikle bi iki dostunu görmesi gereken bu günde bu kadar yalnız başıma olmamı anlayamıyom” diye düşündü Randolf. Hermeyse, püslemeleri koymaya devam etti. Sonra birdenpire kapıda mutlu bir tıklama duydu. Ama kapımı çalan kim olabilirdi ki? Kapıyı açtı ve kimi gördü dersiniz? Yalnızca dostları. Bernie, Dave, Nicky, Alice, Beddy, Freba, Viggy, Nigel, Alfred, Clive, Stan, Frenk, Tom, Harry, George, Harold değil miydi bunlar?

“Girin içeri eski dostlar, ahbaplar, arkadaşlar” diye yüzünde büyük bir gülümsemeye onları içeri damet etti Randolf. Girdiler içeri “Muptlu Mırılgan, Randoop” diye şapkalaşarak, gümüşerek, bağlışarak ve sonra hepsi üzerine atlayıp kafasına kafasına vurarak çığlık atmaya başladılar “Seni tanıdığımız bunca sene hiçbirimiz seni sevmedi, hiç gerçekten bizden biri olmadın seni cıvık kafa”.

Bilirsiniz işte onu öldürdüler ama en azından_yalnız_ölmedi, öyle değil mi?

Mutlu Nobeller Randolf, eski dostum ahbabım.

MEŞHUR BEŞLİ ELEMŞİMDİ MANASTIRINDA

Enig Mestane’nin meşhur beşlisi Tom, Stan, Dave, Nigel, Berniss, Arthur, Harry, Wee Jockey, Matoombo ve Craig? için tatil zamanıydı. Son on yedi yıl boyunca bu meşhur beşli meşhur terbiyesiz köpekleri Cragesmure ile çeşnili adalarda ve gizili adilerde maceralara atılmıştı. Popüler amcaları Philpol’un popüler kıvırcık beyaz saçları, hırpalanmış, eğri büğrü kırmızı yüzü, popüler balıkçı çizmeleri, işe yaramayan büyük bir kazağı ve küçük bir kulübesi vardı.

Tren “Pistrak Ka-buk, Pistrak Ka-buk” diye gidiyordu, “Pistrak Ka-buk, tattildeyiz” ve öylelerdi de. Fardıklarında hayra alamet olmayan gizemli bir yabancı gördüler.

“Oy, ney oluyo burada?” dedi yabancı arkalarından.
“Biz Greenod Mesane’nin meşhur beşlisiyiz diye cevapladı Tom, Stan, Dave, Nigel, Berniss, Arthur, Harry, Wee Jockey, Matoombo ve Craig? ve öylelerdi de.
“Sakın gizemli Elemşimdi Manastırı Tepesi’ne gitmeye kalkışmayın.”

O akşam sadık köpekleri Cragesmure’un ışığında Craig ve Mtoombo’yu pis işşi yapnaya ikna ettiler. Biraz sonra Elemşimdi Manyakstırı’nda sinsi yabancı olduğu ortaya çıkan yaşılı toppala bakılıyorlardı.

“Çimlere basmayın” dedi büyük bir şapkayla.

Matoombo atladı ve yaşlı toppala koyun eğdirdi hemen yarım gömüllülükle. Craig? hemencecik yaşlı toppalı ayağa topalladı.

“Elemşimdi Manyakstırı’nın sırtı neydir?” diye sordu Craig?.
“Siz beni marizleyebilirsiniz ama sırtı asla öyrenemezsiniz” dedi yeşil bir şapkayla.
“Söylediğin her şey Everton’da aleyhine kullanılabilir” dedi Harry ve öyleydi de.

ÜZGÜN MICHAEL

O sabah Michael’ın üzgün olması için hiçbir sebep yoktu (zavallı adamcağız), onu herkes severdi(zavallıcık). Zor bir günün akşamını yaşamıştı çünkü Michael bir Ukala Bekçi Kulübesiydi.

İyi kontrol edilmiş karısı öğle yemeğini paggetlemişti ama o yine de üzgündü. Tekmeleyecek bir karısı ve her şeyi olan bir adam için bu biraz garipti. Saat 4’te ateşi patlakça yanarken bir poliz vakit böldürmek için biçeri geldi. “İyakşam Michael” diye gonuştu poliz ama Michael cevap vermedi çünkü Michael savır ve abtaldı ve gonuşamıyordu.

“Karın nasıl Michael?” diye gonuştu poliz. “Kappa çeneni” dedi Michael.
“Ben senin savır ve abtal olduğunu ve gonuşamadığını sanıyordum” dedi poliz.
“Şimdi ben bütün o savır ve abtal kitaplarımı ne yapacağım?” dedi Michael uğraşması gereken bir sorun olduğunu hemen fark ederek.

DOLAŞTIM

Ilık denizlerde yelkenlilerle
Mehirlerde ve sıcak şeylerle
Bir fıstık kabuğunun içinde
Dolaştım bir Yahudi kadar neşeli
İyi Doris King’le buluşmak için

Korkunç ağaçları ve hantal binaları geçtim
Fare avlayan kedileri ve koyunları geçtim
Bir köşede yavrum eğildim
Dolaştım bir köpek kadar tüylü
Bir eyigece uykusu için

Karanlık patikalarda taşlı mavaralarda,
Sazanlıklarda ve yapışkan masallarda
Şişko Bir Musevi cüssesiyle
Dolaştım bir çorap gibi naçizane
Kötü Bernie Smith’le buluşmak için

BİR MEKTUP

Efendim, neden en semdiğimiz grup (Berneese und zee Rippers) hakkında daha fazla yazı ve resim yok. Biliyorsunuz artık otuz dokuz kişiler. Onları ayakkabıları yüzünden ve Alec ordan oraya hoblayıp zıblıyor diye seviyoruz.

Lütfen Bern ve Ern’ün dans edip bu en muhteşem grubu eğlendirmek için harika hareketler yaparkenki imalı bir kartpostalını gönderin, umarız bu mektup sizi ateşler.

Bir hayıran
Birayran

ÜÇÜNCÜ PERDE BİRİNCİ SAHNE

(Perde) Üzeri her türden iş evraklarıyla kaplı, baktığınızda rahatsızlık veren bir dağınıklığa sahip büyük kocaman devasa bir masa ve karşısında büyük bir şömine olan geniş omuzlu bir oda. Masaya dönük üç veya dört ya da beş sandalye var. Bir tanesinde büyük şişko kapitalist bir patrona el kol hareketleriyle ama sessizce bir şeyler anlatan kasketi kancaya asılı işçi sınıfından çelimsiz bir kütük oturuyor. Beyaz bir adam dikkatlice ateşe kömür koyuyor ve geri geri başka bir yere açılan devasa kapıdan çıkıyor. Köşede ateşten yanında pimekleyen bir kedi ayağa kalkıyor ve halının her yerine gülücükler saçıyor. Yukarıdan Tarlaadımlayan Gürültücü Montgammery’nin sorrun çözen bir resimsi iki adama bakıyor ve her ikisi de onu tanımaya çalışarak kafalarını yukarı kaldırıyor.

Devasa masanın altında bir köpek sessizce bir pigmeyi çiğniyor.

Pemcerenin yanındaki büyükmesane eski bir saat üç buçuğu gösteriyor.

Şişko: Saat ürç burçuk Taddpill ve adamlar hala bir grev yapmadılar. Niye biraz da baban hakkında olan uzun bir sendika tartışmasına başvurmadan her şeyi burada halletmiyoruz.
Çelimsiz: Neden sen goca şişko avzını kapatmıyorsun, yoksa suratını tekmelicem. Siz zengin şişko Burjivaların hepbiri aynı, bizim gibi çulsuz işçileri ölümüne çalıştırıp bütün parsayı alıp tattillerde Fransa’ya gidiyorsunuz.
Şişko: (Rengi atıp kıpkırmızı olarak) Ama beni dinle Taddpill, şimdi günde sadece iki saat ve haftada sadece üç gün çalışıyorsun ve bu bize para kaybettiriyor, ama sen yine de şikayet edip lanet okuyorsun ve ben sana yardım etmeye çalışıyorum. Fabrikamızı başka bir yerde, insanların çalışmayı sevdiği bir yerde kurabilirdik ama “Ah, yoo” burada hükümet desteği alabiliyoruz falan filan.
Çelimsiz: Neden sen goca şişko avzını kapatmıyorsun, yoksa suratını tekmelicem. Siz zengin şişko Burjivaların hepbiri aynı, bizim gibi çulsuz işçileri ölümüne çalıştırıp bütün parsayı alıp tattillerde Fransa’ya gidiyorsunuz.
(Sırtında koca bir bohçayla siyahi bir kadın, bir siyahi şarkısı söyleyerek girer.)
Mama: Çarntayı aç, terslimatı yap.
(Masanın sağ yanına bohçasını açar)
Şişko: (Sabırla) Ne var Mama, Taddpill’le bir prodlem yaşadığımızı görmüyor musun, içeri kapkara giriyorsun ve şarkı söylüyorsun. O çörp bohçasını kaldır büyük masamdan.
Mama: Tamam Kimu sahib bwana, massa. (Bohçayı kaldırır ve yer) Pek güjeldi.
Şişko: O neydi ki mama?
Mama: O şijin ikinci karınıjdan olan küçük kıjınıjdı KİMU SAHİB.
Şişko: (Kızararak) Ama ben evli değilim ki yaşlı mama.
(Mama elleriyle başını döverek) Aman Tanrım! O jaman ben şimdi bir piçi yedim.
(İstavroz çıkararak odanın içinde koşturmaya başlar ve bir yandan da başka bir şarkı söyler. Çelimsiz ayağa kalkıp kasketini düzgünce başına yerleştirir – kapıya doğru yürürken filmlerdeki gibi hafifçe arkasını dönüp yumruğunu sallar.)
“Adamlar öğrenmeden bu siyah kadını bu fabrikadan çıkar yoksa şişko Burjiva kıçına bir grev yersin, bunu senin kıçını kurtarmak için söylüyorum.”
(Çelimsiz Şişko, Mama ve on dört küçük Yahudi çocuğu hep beraber bir tür ilahi söylerken bırakır ve odayı terk eder.)

SON

DEFİNE AĞDASI

Bristow’da deniz kıyısındaki küçük bir pubda (okyanusun ötesinde bir ağdadaki büyük bir çöpfineyi aramak için yelken açmadan önce) hırpaniler kırpık bir şekilde toplanmış içiyor ve eğlemiyorlardı.

“Sıraya geçin bakalım uyuz herifler” diyerek girdi içeri Geniş John Salyalı. Denizlerde beraber yelken açtığı denizcilerin arasında dolaştı.

“Hep omzunda taşıdığın patağan nerde Geniş John?” diye sordu Kör Yahudi yukarı bakarak.
“Seni hiç ilgilendirmez” diye cevap verdi Geniş John “Senin beyaz sopan nerde?”
“Gözlerim görmüyoken nerden bilem be”

Sonra birdenbire kafasında sallak bir ifareyle dikkat çekmemeye çalışarak Küçük Jack Hawkins içeri süzüldü.

“Ha ha aa arrr delikanlı Jack” dedi Geniş John tipik bir edayla medayla.

Az sonra Kaptan Kokuşuk ve Yaver Düzüşük ile beraber limona doğru yola kovulmuşlardı. O saban arkalarında kuvvetli bir esintiyle yelken açtılar.

Geniş John Jack’i oğlu ya da öyle bir şey gibi görmeye başlamıştı, omzunda patağınıyla kolunu Jack’e dolayıp “Ha haaaar” diyordu. Ama bir gün Küçük Jack Hawkins boşluk bir fıçının içinde oluyordu Geniş John ve başka bir çok domuzcuyu Kaptan’a karşı bir pisyan çıkarttırcaklarını duydu.

“Para göründü!”diye çığlık yukarıdaki kuş yuvasından bir ses. “Para görüldü ve her şey yolunda. Evet, gerçekten doğruydu bu – findistan cevizleri ve palmiyye ağaçlarıyla küçük bir ağda önlerinde duruyordu.

“Eğer kayadan kayaya hoplayıp zıplayan sakallı yaşlı bir adam gömürsem şaşırmazdım” dedi filmi önceden izlemiş olan Disralli Hands ve işte oradaydı.

Karaya çıkan ilk kayıkta Geniş John Salyalı ve saymak için hem çok fazla hem de çok terli olan birçok denizci vardı. Her neyse, Ağda’ya çıktılar ve kendine Sten Gunn diyen bir deli ortaya zıpladı, yıllarca burada defineyle beraber yaşamıştı çünkü zalim yaşlı Kaptal Flint ona kara beneği vermişti ve kara benek verildiğine ne olduğunu bilirsiniz.

Böylece zulalarını yaptıktan sonra Bristow’a geri döndüler ama gelişmelerden dolayı hepsi tutuklandılar. Jack Hawkins otuz iki yaşında bir cüce olduğu ortaya çıktı, Geniş John Salyalı yeni bir tahta bacak almak zorunda kaldı çünkü Ağda’dayken ateş için bacağını yakmışlardı, Sten Gunn’ın başbakanlıkta çalışan genç bir adam olduğu ortaya çıktı ve sadık kedi Tom da Newcastle’a geri döndü.

KOMUŞMA HAPKINDA HER ŞEY

1. Mesela açık bir şekilde ve burun deliklerinizden konuşun. “Ron Ana’sına her şeyin affedildiğini anlatmak için yürekten çabalıyor.” Pek çok hinsan burada Ana kelimesiyle yüksek bir hürmet ifade eder.
2. Sesleri uzatarak şarkı söyleyin: Neskafe daha koyu bir sese sahip olmanızı sağlasa da derin nefes almanızı engeller, derin nefes almak sesleri uzzatmak için çok ömenlidir. Eğer savır ve abtal değilseniz her gün alıştırma yapın
3. Mesela fotojenik olarak yazılan bir kelimenin yaylanan sesli harfleri gramatik olarak garip bir şekilde telaffuz edilmelidir. Örn. “Seninle konuşurken ütüm soğuyor, bilirsin ki, benim de yaptığım gibi, ütü ıscakken yapılır.” Oxfırt’lılar konuşurken “Üütü” derken Campiliç’liler “Üüvtü” diye telaffuz ederler mikkat edin. Eğer pilsiz ve savır devilseniz her güm alıştırma yapın.

FINGLETOAD DEHŞEVİZYON KAPORU

Hıyartolar ve Mekanlar(Granağda)
“Hinsanlar ve Meyanlar”ı kaç bir hinsan kişi pizliyor? Yeni yapılan bir Küçümenmüçümen Anket’e göre ortalıkta dolaşan muhbir insanlara soruyor – “Big Grunty’yi mi yoksa Gray Burk’ü mü daha çok seviyorsunuz?
Bu sorumu birçok insan şöyle cevaplıyor.
“Öte yandan biz kimiz ki yargılayalım. Gerçekten biz kimiz ki?”

Panayırma(BBC)
Başka aynı benzer bir sorum bir takım çalışan arkadaşımıza da soruluyor – “Rinkled Dinglebone’u mu yoksa Tichie Pimblebean’i mi tercih edersiniz.”
Bu sorumu birçok insan şöyle yanıtlıyor.
“Pimpled Dinkletoes kim ki? Gerçekten O kim oluyor ki?

Buradan çıkan sonuç
a) Her birisi rabyo pizliyor.
b) I.T.B’de çok mu reklam var?
Konunun özü bu. Ben pekeyi iş çıkarrıdıklarına ikna oldum. Ama BBC’nin Belgelisel Frogramları’nı göz zönüne alırsak – kendileri öyle söylemesine rağmen harikalar.
c) Hinsanların 9 buçuğu I.T.B pizliyor.
Ve BBBBC de pizliyorlar. Ayrıca Godfree Wind hariç herinsankes Deadly Excess ya da Davey Grail okuyor.

ALEC KONUŞURKEN

Çok da bir şey demez Alec
Çimlerde toymaşmak deyip
Otyüzüşlerde soymunurken
Bimo bimat bütle
Bişiş bimink bimibüs
Bimirmelat Ay
Bir çop bütlü kireç
Bibyük cücük kaşık
Ve bende devam ederim
Umurumda olmadan
İleri, ileri, ileri
Otuz dokuzuncuya zafer ve övünç için dostlarım ileri

MİNİRPOOL

Hamamcı Judro’nun eski gelenekleri Minirpool’da yavaşça ama yavaşça tekrar dans ederek hayata dönüyor. Keltoş sokağının eski gömeleklerini hatırlıyor musunuz? Güneşleyenmek için Baş Sikkele’nin orası oldukça popoler ve tekneyle gezmek isterseniz de Parlak Cıbıldak tekneleri oldukça kullanışlıdır. Kraliçe Viktörize heykellesini pek de sevmeyiz biz ama Yürümseyiş Galerisi yağmur yağdığında işinizi görebilir. Keriz Georgie Binası siyah ( ve beyazdır, Cehennemi Kolejinden gelen gümercinler sayesinde). Şehiriye Binası da uydurma hikayeleriyle oldukça tarihisteriktir ve size söyleyeyim Kral Anne orada asla uyumamıştır. Eğer uçakları seviyorsanız Çığrış Havalimon’u sizin için iyidir (hem artık hükümet tarafından yönetilmiyor) ve M.Ç.Ç.Ç (Minirpool Ça Ça Ça) gayet iyi iş çıkarmaktadır. Mersey Kayıkçılık evlerine dönen yabancı bazı evlerinize dönün yabancılara kalan son üç kopyayı da satmaktadır. Minirpool’da yapılacak çok şey vardır ama pek işe yarar şeyler değillerdir.

PEK TABİ SORRABİLİRSİNİZ

Niye Taşkan ze Gaute Limancı Adenoit’le bu kadar iyi geçiniyor? Pek tabi sorrabilirsiniz. Niye Seyrek Loyled gözden düştü?

Niye Yorgun MacMilyon Bod Hobe’le kolf oynamaya gitti? Niye Frank Cunnings ve ve T.U.C Gelmiş Margate’e karşı?
Pek tabi sorrabilirsiniz. Niye Edincalvert Düddükü Udda Fogs’la tekne gezisine çıktı? Niye Trenses Margarin ve Süslü Armstrove Jamaika’yı verdi? Pek tabi sorrabilirsiniz? Niye Dostane Trumap esirlerine kendi emekli maaşını vermiyor?

HOŞÇA HOŞÇA CLIVE

Clive Barrow için o gün gayet sıradandı, olağandışı ya da garip hiçbir şey yoktu, her şey formaldi, göze kırpan hiçbir şey olmayan başka bir gündü işte ama Roger için özel bir şeyler vardı, diğer günler arsasında özel bir gündü… katırlanacak bir gündü… çünkü Roger o gün evleniyordu ve giyinirken arkadaşlarıyla geçirdiği mutlu bekar eğilencelerini düşündü. Ve Clive hiçbir şey demedi. Roger için her şey farklıydı, bugün Annesinin ona hep anlattığı, en iyi takım elbisesini falan giyeceği, insanlarla sokalaşacağı, insanların arabasına ayakkabı bağlayacağı ve üzerine pirinç fırlatacağı gün değil miydi?

Kötü günde ve daha kötü günde… Ölüm işini yapıp bizi kayırana dek… bunların hepsini kürekten biliyordu. Clive Barrow ise bihaberdi. Roger Anne’in dalgalanan gelinciğiyle tekerlekli sandalyesinin koridordan gelişini, yüzündeki mutlu gülümsemeyi gözünde canlandırabiliyordu. Tapyonunu bağlayıp saçlarını tararken çok helecanlandı. “Umarın doğru şeyi yapıyorumdur” diye düşündü aynaya bakarken, “Onun için yeterince iyi miyim?”. Ama Roger’ın endişelenmesine gerek yoktu çünkü öyleydi. “Tekerleklerimin her yerine çiçekler koysam mı?” dedi Anne ayak koyacağını cilalarken. “Yoksa böyle püssüz mü kalsın?” giye devam etti aşağıya annesinin süpürge saçlarına bakarken.

“Gerçekten fark eder mi?” diye yapıtladı annesi yorgunca levhasını silerken. “Peterleklerine bakacağını hiç sanmıyorum.” Anne görmüş geçirmiş birinin ifadesiyle gülümsedi.

Sonra şans eseri Anne’in babası denizden geri döndü ve damadı iptal etti.

KLÜP NEVILLE

Genç işi kazağımı giymiş korkunç bir delik gibi görünen Klüp Neville’deki soytarıların arasına kolayca kamışmıştım. Az sonra bütün herkes bana “Görevli nerde?” diye sormaya başladı. Birdentire fark ettim ki evkekler ve pızlar gruplar halinde oturmuş Hernia tüttürüyorlar ve Odeon yutuyorlar ve kafayı buluyorlardı. Dört ayak yukarılarda bir yerlerdelerdi ama onun uykusunda büyüttüğü bir Hint kamburu vardı.. Üfleyip yutarak kendisilerini uçuşturuyorlar, hoş hoş bakıyorlar ya da vahşice dans ediyorlar ve vahşi kıyametleriyle birbirlerine sürtünüyorlardı.

Dünya burunlarında değil gibi görünüyordu. Bir pız etrafını sarıp alkış tutanların arasında her şeyini gösteriyordu. Şok olmuş ve hayrete düşmüş bir biçimde lastik pabuçlarımı kapıya doğru yönelttim.

“İtip kakmayı nazikçe bırakır mısın?” dedi kalın bir ses.
“Kim olduğunu sanıyorsun?” dive yapıtladım gülümseyerek.
“Ben görevliyim” dedi kalın ve tok ses.
Oradan başka birisi “How High The Moon” diye çığlık attı ve şarkı çalmaya başladı.
Siyah bir adam bir muz ya da birini yiyerek dans etti.

Fark edilmeyi umarak orada durdum. Sonra bana yorgunca “Tost musun düşman mı?” diye sorttu.
“Düşman” diye cevap verdim onu tehlikeye atarak.

KÜFLÜ KÜFLÜ ADAM

Ben küflü küflü bir adamım
Boydan boya küflüyüm boydan boya
Ben küflü küflü bir adamım
Siz inanmasanız da buna
Gözlerime kadar küflüyüm
Ayak parmaklarıma kadar küflüyüm
Dans edemem utanırım
Tam bir sıradan adamım

BEYAĞIZ AVCIYLA SAPERİDE

Hormonda… büyük vahşi hormonda… Beyağız Avcı bu akşam uyuyordu.

Yatağın ayak ucunda Otumba ölümcül kotra ve yapışkan piston gibi tehlikeli yılanlardan korunmak için nöbet tutuyordu.
Yarın sabah erken saatlerde gerçek bir maceranın başlayacağından hiç habersizdi.
Otumbo elinde bir fincan tayla avcıyı uyandırdı ve hormonun içine doğru yola piştiler.

“O ilerideki yeni basutisini giymiş bir pil Pill değil mi?” diye sordu Temiz Savcı.
“Bazı durumlarda uçan bir liman işçisi de olabilir.”
“Hayır yürüyordu” dedi Otumbet Swahili dilinde, kargalar garklaması buradan çok tuzak değildir Swahili. Çok çabuk hep beraber hormondaki bir açıklığa geldiler ve kramp kurdular.

İsmi hala gizli olan Hormon Jim sayaçların altında yavaşça ama yavaşça ilerliyordu (ama Beyağız Aççı tarafından pizlendiğinin farkında değildi.)
“Otobüse atla Otumba” diye emir verdi Bayat Avcı.
“Hayır, ama belki önümüzdeki hafta şimdilik dokuzuncu platformda duran otobüse atlama sırası bana gelir,.”
İsmi hala gizli Sarman Jim Melez Avcı ve Doktrin’in germedanlara, hipopotatatamlara ve Otumbaş’a ateş ettiklerini gördü.
“Saymanlara ateş etmeyi bırakın” dedi amcak bunun onların üzerinde hiç yetkisi olmadı. Simsahlara, zarifalara, vahşi kuçulara, leofarlara ve Kobra Tom Amca’ya ve hepsine ateş etmeye devam ettiler… Cesur Rumple’a, Bom Dobby’ye ve hepsine… Kötü Rancorn’a, Üzgün Toddy’ye ve hepsine…

YAMLIZ PAŞIMA OTURDUM

Şişko ve küçüktüm, hor görüldüm
Bir ağacın altına oturdum yamlız paşıma
Kim olduğunu göremedim
Minik bir hanım şarkı söyledi bana
Bulmak için bu harika sesin sahibini
Baktım yukarıya ve gökyüzüne
Kafam karıştı şaştım kaldım
Yukarıda kimseyi göremeyince

“Şaşırtıyorsun beni, konuş, göster kendini”
Diye bağırdım çılgınlar gibi
“Biliyorum saklanıyorsun bu ağaçta”
Ama yine de çıkmadı ortaya

Yumuşacık şarkısı uyuttu beni bir ninni gibi
Bir veya iki saat, daha fazla belki
Yavaşça uyandım ve etrafıma bakındım
Ama yine bu hanımı bulamadım

Sonra birden küçük bir göz kırpmasında
Bir şeyler gördüğümü sandım ağaçta
Minik küçük bir domuzcuk, minicik
Şarkıyı söyleyen o olabilir miydi acaba

“Bir hanım sanmıştım seni”
Diye kıkırdadım pek tabi
Hanım hayretler içinde bırakarak beni
Ayağa kalktı ve uçarak gitti.

HENRY VE HARRY

Henry babasının oğluydu ve artık okulu bırakıp baba mesleği olan Brummercılık zanaatine başlaması gerekiyordu.
Ölmekte olan bir meslekti, hızla yok oluyordu.
“Ama Brummercılık hızla yok olan bir iş kolu Baba” dedi genç Henry, genç bir çocuktu. Babası Harry hemen cevap verdi.
“Saçmalama Henry. Benim babam ve onun babası, bizden önceki bütün dedelerimiz de Brummercıydı, bu bir gerçek” dedi tahta bacaklarını ateşin yanına koyarken.
“Bir daha anlatsana Baba o tahta bacak ödülünü nasıl aldın, Brummercılık yapışmasında değil miydi?” dedi genç ergen Henry.
“Niye bana hep tahta bacaklarımı soruyorsun Evlat?” dedi Harry Henry’ye güven verici bir sesle.
“Çünkü bu dinlemeyi sevdiğim bir hikaye Baba – hem herkesin gerçekten sakat bir babası yok ki.”
“Bu söylediğin çok doğru diyebilirim” dedi Henry gururla oğluna bakarak ve düşündü “Eğer oğlum bir Brummercı değilse ben de bir şey bilmiyorum” ve öyleydi de.
“Ben bir golfçü olmak istiyorum Baba” dedi Henry hiç gülümsemeden, umutla.
“Sen bir Brummercısın Evlat, bunu kafana sok” dedi Baba Harry.

Ertesi gün Henry küçük gecekondunun oralarda ne ortalıkta göründü ne de sesi duyuldu ve Baba Harry meraklanmaya başlamıştı. “Hiç böyle yapmazdı Anne” dedi yanlarında yaşayan kocakarıya.
“Çarp bitane ” dedi anne aksanlı bir sesle.

Tahmin ettiğiniz gibi genç Henry evi terk etmiş ve kaçmıştı.
“O tahta bacaklıya göstereceğim” dedi kendi kendine, çünkü yanında hiç kimse yoktu. Ama genç Henry hiçbir yerde, özellikle de Golfya’da golfçülük işi bulamadı.
“Öyle görünüyor ki babam Harry’nin dediği gibi ben de bir Brummercı olarak doğmuşum galiba” dedi Henry çok kısık bir sesle, çünkü onu dinleyen hiç kimse yoktu. Golfçülük işi bulamayan diğer bütün genç Henry’ler gibi gururu kırılmış bir şekilde evine dönmeye karar verdi. Uzaktan çocukluğunun geçtiği kenar mahalleyi görünce “Pisktir!” dedi.
“Anne, Anne, benim, genç Henry, eve döndüm” dedi fark edilmeyi umarak. Ama kocakarı annesi sanki onu fark etmemiş gibi kazmaya devam etti ve fark etmemişti de. “Ne kazıyor acaba, sesçi adamı olmaz”. Yaşlı gariban kazmaya devam etti ve bir yandan da bir şarkı söylüyordu – bugünlerde pek de duymadığınız bir şarkı. “Anne, Anne” dedi mısrarla Henry, endişelenmeye başlamıştı.
“Babanı, Budala Harry’yi gömdüğümü görmüyor musun” dedi annesi en sonunda.
“Bütün istediğim nazik bir cevaptı” diye cevap verdi Henry sorumluluk alarak.

SAĞIR TED, DANOOTA VE BEN

Tere depe büz gelip
Büyük mağdileri çimenleri ve ağaçları
Her somunu aştık
Sağır Ted, Danoota ve ben

Asla azıcık sapmayız yolumuzdan
Hep üçümüzde coşkulu
Savaşırız kudretli kılıcımızla
Sağır Ted, Danoota ve ben

Yanımızda sadık kurbağayla
Büyük kudretli bir ekibiz biz
Savaş uyuzları ve civelek siperler
Sağır Ted, Danoota ve ben

Savaşırız kötü kotücüklerle
Renk, ırk ve sözgürlük için
Zenci, Yahudi ve Bernie için
Sağır Ted, Danoota ve ben

Billy ve Burnley tokmaklarından geçtik
Ve Aston Villa’yla eder üç
Her somunu aştık
Sağır Ted, Danoota ve Ben

Eğer müthişimsi bir görüntü duyarsanız
Kamada ya da denizde
Hatırlayın bize diyebilirler ki
Sağır Ted, Danoota ve ben
(Bazen arkadaşımız
Malcolm’u da yanımızda getiriyoruz)

KÜÇÜK BOBBY İÇİN BİR SÜRPRİZ

Bugün küçük Bobby’nin doğum günüydü ve ona bir sürpriz yapıldı. Yumruğunu testiler (Savaş) ve bir doğum günü kancası oldu.

Bütün hayatı boyunca Bobby kendi kancası olsun istemişti ve şimdi otuz dokuzuncu doğum gününde duvaları gerçeğe dönüşmüştü. Tek sorun ona sol kanca yollamış olmalarıydı ve herbikes bilir ki Bobby’nin sağ yumruğu eskiden olduğu yerde değildi. Şimdi ne olacağı tek sorun değildi? Neyse, kendisi sol elini de kesti ve kanca tıpkı bir eldiven gibi yerine oturdu. Belki önümüzdeki yıl da sağ kanca hediye ederler, kim bilebilir ki?

HALBUT DÖMÜYOR

(bir tiyatro oyunu) Tam on dört pıldır tatlı Halbut’umun savaştan dönmesini pekliyorum (Halbut Hare’in birdenbire dömeceğinden ve ondan dürüst bir rahim yapacağından hiç haberi yoktu)
H: Eve geldiym Rosebeen, savaştaydım hani biliyorsun.
R: Gelirken tereyağı saldın mı Halbot?
H: Sağna bir zeynci detirdim Rosebeen, savaştan hani biliyorsun.
R: Benim kendim öz benim için mi Halbot?
H: Hep seni düşünüyordum benim Razebeem’im.
R: Savaştan getirdiğin bu zenciyi kendisini göster bana, bu gerçekten canlı
H: Hayır.
R: Sana neler oldu böyle Halford, artık senin kendinin değil miyim?

MUTSUZ FRANK

Frank bakmaya zar zor cesaret ederek masaya baktı.
“Bu masadan nefret ediyorum” dedi, “evimdeki bu lanet esski masadan”. Sonra saate baktı. “Lanet olsun evimdeki bu saate” dedi çünkü bilirsiniz orası kendi eviydi. Bir süre sonra gözleri annesinin kendisinin koltuğuna takıldı. “Şu koltuğu azıcık bile sevmiyorum” diye söylendi. “Şu piss ve kirrli çöplere bak. Bu kadar çerçöple nassıl ilgilenebilibilirim ki? Neyim ben, bütün her bütün insanlar, tünyadaki herkes bana güleriken bu çöplerle ilgilenen bir köle miyim? Hayatıma nasıl keman edebilirim ki? Nasıl? Bu lanet kendi serssem evimde semizlik yabmaktan başka bir hayatım olmayacak mı benim? Frank hayla onunla yamşayan serssem yaşlı annesinin yanına gitti.

“Neye gümülüyorsun seni serssem esski binek ?”
“Sen döşeden komuşmadan da terince derdim bar”
Böylece Frank ayağa kalktı ve annesinin kafasını tekmeledi.
“Al sana yaşşlı caddı.” “O binekten nefret ediyorum” dedi kendi kendisine gülerken.
“Bu dökümtülerin hepsini ve Anneciğim seni de satacağım.”

Böylece her şeyi sattı ve ülkeyi terk edip bir öfke anında kaybettiği yaşlı sevecen annesinin yaşadığı eski sıcak yuvası İngiltere’nin yarısı kadar bile sevmediği başka bir ülkeye yerleşti. Bu da neler olduğunu gösterirbilir.

BU SERDÜK SABAHTA

Küçük bir mucize bu serdük sabahta
Bir zenci gibi ağvarmaklıyım
Yamlız başağıma ne yapacağımsı düşünmerkten
Bu tokotlar boyunca pamaketerek

Belki kırpaşağıcağım kurbaloğayla
Hiç diksasız kaytarmadan
Ama ekimseyeceğim fıçroldu
Kurtarmak için iyi köyü Ive’ımı

Onlar için belk çentneli olacak
Yapmacıktan gülüp uşaklıca zıpladığımda
Bütün bu morarmış artefiklerimle
Yapacağım ama bir kambur uğraşacağım

Zeni yere vuracağım koküçümsük kaçrab
Ben miyim büsbocukça yulaf?
Bütün bu londreminlerinizle
Her zaman su üstünde kalacağım

Şapşak Hollandalıya
Ve hortamaz arzardaşlarına da mı ben
Hepsine yumuşdurmak vereceğim
Yapmaları için her ne yapacaklarsa

Parçalayana kadar saldırırlar
Geceyarısı saatini kremıparmazlar
Büyük Doris çırpınıpohpolar
Ve siyahimsiyahbok kulesi

Rephy büvarlak ve gramaz
Graddie geniş ama küçşümük
Bir şişkoyu kepbelemez
Salyangoz sallayacak bir odada

Bilt zeitung sütünlük elma
Geltzinin şınaydıpayı
Gravuç grakat grelma
Warum neden niçin?

Seğin şişen cinni kuysun
Ve meksizin denize açılan herkesin
Benim uzun ama küçük Eric’im
Hiyç kölkelenmesin

Senin misveğin yozelensin
Bütün kötü alametleriyle
Düşüş toplansın dubarminlere
Tenekedeki kuzu ile

Yolun açık olsun

VICTOR YİNE BİR ZAFER KAZANIYOR VE BAYAN WEATHERBY DERSİNİ ALIYOR

İğrenç Sümüklü Böcek küçük biy köydü ve orada yaşayan terliler arasında şişko kalın kedikodular yayılıyordu.

Bu kedikoduların bir tanesi, asla kimseye karar vermemiş kendi halinde biri olan Victor Hardly hakkındaydı. Bu saçma kedikoduları yayanlardan biri ilk kocalarından dul kalan tipik yaşlı kocakarı Bayan Weatherby’ydi.

Köyde “Viktor’un evinde Kara Büğü yapıyorlar” söylentisi dolaşıyordu – ama ben bunu hiç duymadım. Bu tip şeyler Victor’u üzmese de canını sıkıyordu.

“Ama ben kimseye karar vermemiş ve hiç kötü söz söylememişken neden benim hakkımda unları söylüyorlar?” diyordu Victor – ama ben bunu hiç duymadım.

“Hristiyanları mezarlarından çıkarptırıyovlar” diye bir söylenti yaydı Bayan Weatherby. Bütün köy paniğe kapıldı.

“Bu kabul edilemez” dedi kendisi de bir Hıristiyan olan Papaz Yardımcısı. “Kilisemize karşı yapılan bu hareketin suçlusunu yakalamak için bir tuzak kurmalıyız.”

Kiliseyle oyun oynayan kişiyi yalakalamak için planlar yapıldı. Perşembe ya da Pazartesi günü, otuz iki kişilik küçük bir grup, hepsi Konsey üğeleriydi, Papaz ve Papaz Yardımcısı, diğer bütün o yatan ölü şeylerin arasına fark edilir şekilde saklandılar.

“Bu onu yakalayacaktır, Tanrı savolsun” diye düşündü Oxpırt yüzlü bir adam.

Sekiz ya da ona benzer bir saat sonra hiçbir şey olmadığını hepsi fark etti – ve merak etmeye başladılar – neden? Sonuçta bütün bilgiyi güvenilir bir kaynaktan almamışlar mıydı?

ARNOLD’I HATIRLARIM

Daha dün sabahmış gibi
Hatırlıyorum Kakky Hargreaves’i
Kakky, Kakky Hargraves
Bay Vaughan’ın oğlu

Bir Pazar günü
Küçük bisikletinin üstünde
O neşeli yumurcak
Mutlu mesuttu

Evet, hatırlıyorum Kathy Hairbream’i
Daha dünmüş gibi
Kathy, Kathy Hairbream
Bay May’in oğlu

Gelirdi hep istasyona
Bir yerlere gitmek için
Tam zamanında
Şimdi tam gidik
(ona bir tren ya da öyle bir şeyin çarptığı anlamına geliyor )

Ve böyle zamanın sonuna dek
Yaşlamdık ve bombili
Hombili dombili bombili
Harry Lime’ın oğlu

Bombili Hambili Hombili
Bombili Dum. (Teşekkürler)