₺ 644,00
Açıklama
COWBOY ŞARKILARI: VE DİĞER İLK YERLEŞİMCİ BALLADLARI:
MADENCİLER, ODUNCULAR, SINIRADAMLARI, SİLAHŞÖRLER VD…
DERLEYEN JOHN A. LOMAX
Türkçesi Tolga Öztürk
Kapak çizimi Servet İnandı
Editör Şenol Erdoğan
296 sayfa
15x20CM
Batı’nın büyük ve hala insan yaşamayan vahşi ve uzak köşelerinde –Rocky Dağları’ndaki kanyonlarda, Nevada ve Montana’nın maden kamplarında, ve Texas, New Mexico ve Arizona’nın ücra sığır çiftliklerinde -Tennyson ve Browning’in ortaya çıkışından sonra bile İngiltere ve İskoçya’nın gözlerden uzak bölgelerinde etkin olan Anglo-Sakson ballad ruhu yaşamaya devam ediyordu. Bu ruh hem İngiliz balladının korunmasında hem de yerel şarkıların yaratılmasında kendisini gösteriyordu. Okuma-yazması olmayan insanlar, ve gazetelerden ve kitaplardan uzak kalmış insanlar – duygularını ifade edebilmek ve eğlenebilmek için ilkel kaynaklara dönmüşler -belki bin yıl önceki atalarının yaptığı gibi, kendilerini aynı karakterdeki şarkılarla ifade ediyorlardı. Bu kitapta da benzer biçimde yaratılmış ve korunmuş kovboy şarkıları ve diğer ilk yerleşimci balladları yer almaktadır.
Şarkılar içgüdülerin ve geleneğin işleyişini temsil etmektedirler. Mevcut nesiller için hayli ilginçtirler, çünkü akıncı yaşamının şartlarına bir bakış sunmakta ve modern uygarlık için eşsiz ve romantik bir figür olan Amerikan kovboyları hakkında bilgi vermektedirler.
Büyük batı eyaletlerinde hala kaybolmamış bir sanat olan sığır gütme işi asıl önemine İç Savaşı izleyen ilk yirmi yılda ulaşmıştır. Örneğin Texas’ta gür yeşilliklerle kaplı olan engin çayırlar sığır yetiştiriciliğinin önünü açmıştır. Birçok örnekte görüldüğü üzere tek bir kişi binlerce sığır sahibi olmuştur. Kış mevsiminde sığırlarla ilgilenmek, baharda onları bir araya toplayıp bir yıllık buzağıları damgalamak, ve sonrasında da pazar için hazır olanları Texas’tan Fort Dodge, Kansas’a götürmek için birçok insana ihtiyaç vardı. Texas’tan Kansas’a gitmek “patikadan yukarıya çıkmak” olarak bilinir hale gelmişti, çünkü yolu izi olmayan tepelerden ve düzlüklerden giden sığırlar bu hatta gerçekten de bir patika oluşturmaya başlamışlardı. Ayrıca büyük yavru öküz sürülerini Texas’tan, bazı mevsimlerde çimenlerin güneydekinden çok daha gür çıktığı Montana kadar uzak yerlere götürmek de bir gelenek haline gelmişti. Montana’nın iklimi ve çimleri genç sığırların pazar için gelişmesini sağlarken, sığırların çiftleşmesi için en ideal yer ise Texas’tı.
Patikada yukarıya doğru yapılan bir yolculuk, genellikle toplumun bir arada yaşadığı yerlerden yüzlerce mil uzağa konuşlanmış çiftliklerin monoton yaşamına önemli bir mola vermek demekti. Çiftlik topluluğu genellikle bir patron, bir şef, kovboylar, at çobanı, ve – genellikle zenci – bir aşçıdan oluşuyordu. Bu adamlar pratikte eşit şartlarda yaşıyorlardı. Bir tek patron yaptığı işler karşılığında bir miktar daha fazla para alıyordu. Burada en aza indirgenmiş bir toplum vardı. Adamların çalışması, günlük yaşamları, düşünceleri, ilgi alanları hep ortaktı. Böyle bir topluluk eğlenmek için de kendi içine dönmek zorundaydı. Şarkılar kendiliğinden türüyordu, bazıları çocukluğun tanıdık, hassas ezgileriyken diğerleri her ne kadar ham ve cilasız olsalar da, hepsi de özgün ve orijinal kompozisyonlardı. En yetenekli adamın ürettiği şey bütün kampın eleştirisiyle yüzleşir, ve adamların fikirlerine uygun hale gelirdi. Bu bakımdan böyle bir gruptan gelen bir şarkı bütün adamların katılımıyla yaratılmış olurdu ve belki de hep beraber yaşadıkları bir zorluktan, paylaştıkları ortak bir suçtan veya tanık oldukları trajik bir ölümden bahsediyor olurdu. Şarkı üretimi adamlar patikadan yukarı çıkmaya koyulduklarında da kesilmiyordu. Aksine şarkılardan pratik amaçlar için yararlanılıyordu. Bu şarkılar yalnızca sığırları harekete geçiren –bazen söze de dökülmüş– keskin ve ritmik çığlıklar değil aynı zamanda uzun gece nöbetlerinde durmadan hayvanların etrafında dönerken söylenen ve onları sakinleştirip uykuya daldıran doğaçlama sığır ninnileriydi de. Bu “sahipsiz buzağı şarkıları” olarak adlandırılan parçaların en iyilerinden bazıları sığırların kaçışmasını önlemek için yaratılmıştı ve bu şarkılar doğrudan gecenin durağanlığında sürüsüyle dostça konuşan kovboyların yüreğinden gelirdi.
Patikadan yukarıya yapılan uzun yolculuklar aylar sürüyor ve hem gece hem de gündüz sürekli olarak tetikte olmayı ve durmak bilmeden çalışmayı gerektiriyordu. Nihayet bir yükleme noktasına varıldığında sığırlar ya pazara sürülüyor ya da araçlara yükleniyorlardı, ve kovboylar ödemelerini alıyorlardı. Bu nihai rahatlamanın pervasız eylemlere neden olmasına şaşmamak gerek. Barlardaki müzik, dans ve rulet topunun tıkırtısı cezbediciydi, kızıl ışıkların cazibesine karşı konulamıyordu. Sarhoş cümbüşler, hem çiftlikte hem de yolda aylarca çekilen eziyet, mahrumiyet ve yalnızlığa verilen tepkiler, geçici bir deliliğe tutulan pek çok kovboyun ölümüne neden oluyordu. Bir yerleşimci kasabasında bu yiğitliğe ayak uydurmaya çalışan bir bar sahibi, iş yeri için zekice bir tabela olarak dükkanın ön duvarına, Tanrı’ya, insanoğluna ve Şeytan’a meydan okuyarak şunu yazmıştı: Mahvolmaya Giden Yol. Bu yoldan, tez ve istekli adımlarla, Batı’yı fethe çıkan pek çok öncü geçmişti. Gerçek ya da kafasında öyle olduğunu düşündüğü bir hakaretten çabucak alınmış, alışık olmadığı içkiyle öfkeli, patlamaya hazır silahı her daim yanında, profesyonel bir kumarbazın numaraları adil bir oyun duygusunu kışkırtmış ve son olarak da kendi pervasızlığının cesaretlendirmesiyle – bir araya gelen bütün bu güçler bir öncünün bazen eşit derecede kendisi gibi cesur ve ihtiyatsız başka biriyle trajik bir anlaşmazlığa düşmesine neden oluyordu. Çok sık olmasa da yine de tahmin edileceği üzere öncü iş başındayken ölebiliyordu. Şu anda sınır eyaletlerinde yaşayan en zengin ve en çok saygı gören vatandaşlar, durulup sakin bir ev yaşamına geçmeden önce kovboyluk yapmışlardı.
Yetmişlerde bir sığır kampı genellikle çok çeşitli adamlardan oluşurdu. Bir zencinin, vahşi atlarla başa çıkabilmedeki yeteneği veya kement atmadaki becerisi nedeniyle mutfakçılıktan kovboyluğa yükselmesi alışılmadık bir şey değildi. Bu kamplarda bulunan tanıdık bir başka figür ise bazı İngiliz ailelerin genç çocuklarıydı ve İngiliz balladlarının Batı’da bulunmasının nedeni belki de bu çocuklardı. Dahası bu adamların hatırı sayılır bir çoğunluğu da suça bulaştıkları için eyaletlerden uzak duran adamlardı, bir adamın gerçek isminin ne olduğunu ya da nereden geldiğini öğrenmeye çalışmak hoş karşılanmazdı. Yine de kovboyların çoğu, atalarının okyanusu aşması ile aynı nedenlerden dolayı Batı’ya taşınmış cesur, genç ruhlardı.
Göçebeliği seviyorlardı, özgürlüğü seviyorlardı, içgüdüsel olarak öncülerdi, onları Doğu’dan ayırıp Batı’ya doğru yollara düşüren bir dürtü vardı.
Kovboyların cesur olduğu herkes tarafından kabul gören bir önermeydi. İzole yaşamı her ne kadar onu sessiz ve ketum yapmış olsa da, aynı zamanda Beowulf’un bal likörü salonlarında görülebilecek türden bir konukseverlik ruhu da yaratmıştı. Rüzgara ve yağmura, kışın yağan kara ve çöllerin korkunç kum fırtınalarına hep aynı sükunet ile karşı koymuştu. Bütün işi çiftlikte ve yolda değildi. Çünkü kovboy, altın arayıcılarından da, Sam Amca’nın askerlerinden de daha fazla, Batı’yı fethediyordu. Dolambaçlı sığır patikalarının arasında Kırk Dokuzlular, California’ya giden yolu bulmuşlardı. Sığır çiftçiliği bir iş kolu haline geldikten sonra kovboy daima Kızılderililerle savaştı, ta ki savaşacak bir Kızılderili kalmayana dek. Kovboy, Birleşik Devletlerin Meksika’dan aldığı toprağın kazanılmasında kendi rolünü oynamıştı. Hep medeniyetin çatışmalı sınır hattında olagelmişti. Korkusuz, kıpır kıpır, cömert, dizginsiz, zor bir hayat yaşadı, hızlı silah çekti ve yüzü düşmanına dönük öldü. Hala tam anlaşılmamış olan kovboy hem basın hem de gösteri sanatları tarafından iftiraya uğrar ve karikatürize edilir. Belki de doğrudan kovboyun deneyimlerinden gelen ve onun umarsız, hassas duygularını dile getiren bu şarkılar, gelecek nesillerin onun kim olduğunu daha iyi anlamasını sağlayacaktır.
Batı’nın büyük çiftlikleri artık daha küçük çiftliklere bölünmektedir. Artık buralara çiftlik kurmak için devletten arazi kiralayanlar gelmiştir ve bir yere gidecekleri de yoktur. Yitip gidenler ise bufalolar, Kızılderili savaş çığlıkları ve açık düzlüklerin bedava çimenleri olmuştur –sokan kertenkeleler, boynuzlu kurbağalar, kırkayaklar, çayır köpekleri, çıngıraklı yılanlar bile hızla kaybolmaktadır. Kansas ve Montana’ya giden patikaları ya ot bürümüş ya da dalgalanan tahıl tarlalarının altında kalmışlardır, buralara özgü sığırların yerini, denizin ötesinden getirilen kuzenleri almıştır.
Eski zamanların değişmekte olan ve romantik Batı’sı artık hikayelerde ve şarkılarda kalmıştır. Ortadan kaybolan son figür ise kovboydur, yok olan çağın canlandırıcı ruhu. Dağlarla çevirili, batan güneşle puslu bir mora bürünen geniş bir vadide ilerlerken atında rahatça oturur –yüzü sabit bir biçimde yola dönüktür, “üzerinde güneşin battığı yola”. Hareketli, gözü pek, bir kadına karşı Kral Arthur kadar nazik olsa da Sir Galahad’ın doğaüstü saflığından yoksun, gerçekten de yirminci yüzyılın şövalyesidir o. Serseri bir rüzgar boynuna gevşekçe doladığı kızıl mendilin ucunu titreştirir, atının nal sesleri mahmuzlarının şıngırtısına karışır, ve umarsız, zarif figür ufukta gözden kaybolurken, meltem kulaklara, soluk ve yine de neşeli bir kovboy şarkısının nakaratını getirir:
Vuhuuu ti-ya-yo, toplanın hadi küçük buzağılar,
Bu benim bahtsızlığım sizin değil.
Vuhuuu ti-ya-yo, toplanın hadi küçük buzağılar,
Biliyorsunuz Wyoming olacak yeni eviniz.
John A. Lomax
Deming, New Mexico