₺ 180,00
Açıklama
15cmx20cm 76 sayfa
Hem John A. ve Alan Lomax’ın Belly ile olan süreçleri -evveli ve sonrasıyla, hem de Belly’nin uzun uzun kendi anlatısını sunarak bizi şereflendirmesiyle eşsiz bir yapıtla sizlerleyiz -hep olduğunca.
iyi şirinler olmayı becerebilirsek yakın gelecekte bu kitabın sadece Belly’nin şarkılarını kapsayan manevi ikinci cildi gelebilir.
Lomax familyasına dünya aynı anda teşekkür etse bir minnet bakiyesi etmeyebilir.
Sadece bu sorunlu insan hayatını muazzamlaştıranlardan biri olduğu için ona ve beraberindekilere ve çemberindeki tüm mucize insanlara şükran.
ilkini Jazz is Dead markamızın ciltlerinden biri olarak sunduğumuz “LOMAX ARŞİV” bu ikinci nadidesiyle yoluna sakince devam ediyor ve edecek.
-şenol erdoğan
Bu kitapta onun yaşam öyküsünü ve onunla beraber yaşadığımız ilginç deneyimlerden bazılarını anlatıyoruz. Bizimle tanışmadan önceki yaşam öyküsünü kendi ağzından aktarıyoruz.
Giriş
Alüminyum disklere kaydedip, Kongre Kütüphanesi’ne koymak için dokuz güney eyaletinde folk şarkılarının peşinden koştuğumuz iki yıl boyunca oğlum Alan’la beraber birçok ilginç karakterle karşılaştık. Bu durum özellikle bu eyaletlerin ıslahevleri için geçer-liydi –çünkü Zenci mahkumlar arasında o kadar çok, çeşitli ve saf şarkılar buluyorduk ki. Her eyalet bizlere yeni melodiler, yeni şarkılar ve büyüleyici vokalistler sunuyordu. Bu şarkılardan bazıları bütün Güney boyunca söylenirken bazılarıysa bölgelerle sınırlı kalıyordu, diğerleriniyse sanki sadece söyleyen insanlar biliyorlardı.
Angola, Louisiana’da, Eyalet Islahevi’nin merkezinde, gitarı ve kuvvetli, bariton sesiyle öylesine yetenekli bir mahkum vardı ki gardiyanlar ona güven duyuyorlar ve ıslahevini ziyarete gelenlere şarkı söylemesi için el altında tutarak onu ana karargahın çamaşırhanesinde çalıştırıyorlardı. Huddie Ledbetter –ya da dostları-nın ona taktığı isimle Lead Belly– bildiği şarkı sayısı bakımından eşsizdi ve on iki telli gitarını tıngırdatırken bütün hepsini etkileyici bir biçimde söyleyebiliyordu. Kendisine “dünyanın on iki telleri gitar çalanlarının kralı” diyordu. Söylediği şarkıların birçoğunu kendisinin “bestelediğini” iddia ediyordu. (Söylediği bu tip şarkılar Zenciler arasında “uydurma” veya “günah dolu” şarkılar olarak bilinir. Onları “ruhani” şarkılardan ayırmak için kullanılan başka bir terim ise “azgın şarkılar”dır.) Alan ve ben özellikle sözleri bazen hapsedilmenin, soğuğun, açlığın, sıcağın, beyaz adamın adaletsizliğinin trajedilerini içeren Zenci işçilerin şarkılarını arıyorduk. Şansımıza, sonradan belli olduğu üzere O’nun da şansına, Lead Belly bu tip şarkılara düşkündü.
Kaderin cilvesi bu ya, Angola’ya yaptığımız ikinci ziyaretten yalnızca bir ay sonra Lead Belly salıverilmişti. Sonradan öğreneceğim üzere bu onun hapisten ikinci çıkışıydı, Texas ıslahevinde cinayetten yatmıştı, üç defa adaletten kaçmıştı, “katil” diye bilinen tiplerdendi ve hayatı şiddet dolu olmuştu.
Angola’da salınmasından altı hafta sonra ben Güney’de oradan oraya dolaşırken, o benim arabamı sürüyordu. Kısa süre sonra bize Alan da katıldı ve üçümüz beraber New York City’ye gittik. Tek bir dostu olmayan ve çizgili hapishane kıyafeti giymiş bir ıslahevi Zencisi olarak önümüzde dikilip bize şarkı söyledik-ten tam altı ay sonra ismi New York City gazetelerinin manşetlerine çıkmıştı. Sabıka kaydı Zenci bir müzisyen olarak dinlenmesini güvence altına alıyordu. Üç ay boyunca New York’un içinde ve yakınlarında beraber yaşadık.
Bu kitapta onun yaşam öyküsünü ve onunla beraber yaşadığımız ilginç deneyimlerden bazılarını anlatıyoruz. Bizimle tanışmadan önceki yaşam öyküsünü kendi ağzından aktarıyoruz.
Bir müzisyen olarak Lead Belly parasını müzikal yetenekleriyle kazanan, bugün burada yarın orada, yeteneklerini her gün değişen dinleyicilere sergileyen Zencilerin bir örneğidir. Bu adam-lardan bazıları gece çalıp –genellikle bütün gece– gündüz uyurlar ve başka bir iş yapmazlar; diğerleri başka işlerde de çalışırken ek gelir kazanmak için müzikal becerilerini kullanırlar. Onlar, kendilerinden önce gelen ve aynı işi yapan daha kalabalık öncüllerinin meşru varisleridirler.
İç Savaş Zencileri özgürleştirdikten ve Zenciler Güney’in değişen ekonomik yaşamına uyum sağlamanın zorluğuyla yüzleş-tikten sonra, bazıları müziği para kazanma aracına dönüştürdüler. Hafta içlerinde bu kemancılar, şarkıcılar, gitarcılar ve banjocular akşamları beyaz dostlarına serenat yaparken, Cumartesileri, yani “zenci günü”nde, herkes kasabaya geldiğinde, müziklerini karanlık sokak köşelerinde yaptılar. Beyaz dinleyicilerden para toplamak için bu müzisyenlerden biri daima şapkasını gezdirirken, Zenci dinleyiciler herkes görsün diye ayağa kalkıp onlara doğru yürür ve parayı önlerine koyardı. Genellikle müzisyenler arasında “back step” dansı yapan biri de bulunurdu ve programı canlı bir dansla bitirirdi. Her kasaba böyle bir grubu desteklerdi ve her şehrin bir sürü grubu vardı.
Tabi ki hepsinin işleri ideal koşullarda değildi. Hem siyahlar hem de beyazlar için olan dans salonları, tavernalar, randevu evleri ve her türden batakhane bu gruplara iş verirdi. Kasabadan kasabaya da gezerlerdi ve bazen konserlerini girişte ücret alınan salonlarda verirlerdi, hatta bazen Mason-Dixon Hattı’nın kuzeyindeki büyük şehirleri bile ziyaret ederlerdi. Cesur ve müzikal açıdan yetenekli bir kişi, yarı serseri bir yaşam sürerek tek başına da yolculuk edebilirdi. Bazıları kör böyle birçok müzisyen ve şarkıcı hala Gü-ney’de dolaşmaktadır. Bu ilk adımların nihayetinde, kendilerinden önceki kuşaklardan miras aldıkları ezgileri korusalar da, çoğunlu-ğu beyaz “yanık şişe mantarı” sanatçılarını taklit eden Zenci minstrel toplulukları ortaya çıkmıştır.
1885’te doğan Lead Belly’nin mirası her ne kadar Zenci minstrel sınıfı bakımından oldukça zengin olsa da kendisi ilk yıllarında jazz’ın etkisinden kaçmıştı. Hatta “blues” bile ikinci sırada gelmişti. Taşrada yaşayarak ilk önce, susamış çiftçilere su taşımak, pamuk toplamak, Güney’e uçan kazlara ateş etmek hakkında hikayeler anlatmaya yarayacak basit ezgiler öğrenmişti –bunlar tarlalarda çalışan adamlar tarafından söylenen, doğayla alakalı şarkılardı. Bunun etkisinden asla kaçamamıştı. Country ve country dans müziği de ezgileriyle onu kendi paylarınca yeterince cilalamıştı, özellikle de ikincisi. Aslına bakarsanız şarkılarının çoğu dans müziğidir ve bir dans ustası olarak popüler müziğin gelişimine şöyle ya da böyle ayak uydurmak zorunda kalmıştır.
Columbia Üniversitesi’nden Dr. George Herzog’a göre Lead Belly malzemelerinin çoğunu miras almıştır. “Bu ezgilerin ve me-tinlerin yarısından çoğu farklı biçimlerde, farklı toplamalarda yayınlanmıştır. Diğerleri ise beyaz menşelidir, bazıları saf ve basit beyaz ezgileridir”. Fakat Lead Belly bunları başka insanlardan dinleyerek öğrendiği ve çoğuna yıllarca ücra ıslahevlerinde pratik yaptığı için, bunların diğer versiyonlara çok da benzemediğini söyleyebiliriz.
Lead Belly bir defasında tam şarkı söylemek üzereyken ona niye böyle sessizce oturduğunu sorduğumuzda “Kalbimle düşünüyorum” demişti. Onun seyirci önündeki usulü buydu –sessizce oturup, gevşemek, korkunç bir enerjiye sahip bu adam kafasından neler geçiriyordu bir tek Tanrı bilir, sonra, bir işaretle, elleri ve sesi çözülüp şarkı söylemeye başlıyordu. Çalarken gitarının üzerine eğiliyor, parmakları süratle ve beceriyle hareket ediyordu, ve öylesine tutkuyla şarkı söylüyordu ki söylediklerinden tek bir kelime anlamayan dinleyicileri bile sarsıyordu. Gözlerini sımsıkı kapatıyordu ve kaşlarının arasında şeytanın boynuzları gibi geriye kıvrılan derin çizgiler beliriyordu. Bir ayağıyla ritmi tutarken diğeriyle onu süslüyordu. Lead Belly kalbiyle düşünü-yordu ve onun kuluçkaya yatan gevşemesinden sözler ve müzik çıkıyordu, ve bütün varlığı şarkıya odaklanıyordu.
Lead Belly kendi şarkı söyleme tarzının en iyisi olduğuna inanıyordu. Eline geçen her şarkıyı değiştirmişti, çünkü o şarkıların bariz bir biçimde kendisine ait olmasını istiyordu. Bilinçli olarak kendi tarzına uyarladığı her ezgi, onun süslemeleri ve gitar eşlikleriyle allanıp pullanmıştı. Kıtalar arasına kattığı ve “konuşma” dediği yorumlar onun yaratıcı dürtüsünden, kalbiyle düşünmesinden geliyordu. “Şarkının neyle alakalı olduğunu insanlara anlatmak”, boşlukları kendi halkından miras kalan bölük pörçük ve bazen muammalı uyaklarla doldurmak, onların blues’larını oluşturan genellikle karman çorman kıtalar toplamalarına bir düzen ve ahenk vermek istiyordu.
Bu eklentiler konuşma biçiminde değillerdi, söylediği şarkının dominant akoruna göre söyleniyorlardı. Belki de Lead Belly, derinlere dalmışken vaazını mırıldanan ve bazen de neredeyse şarkı gibi söyleyen sıradan taşra Zenci vaizlerinin tarzını taklit ediyordu.
Lead Belly’den “folk’a benzer” yüzün üzerinde şarkı öğrendik, bu sayı herhangi birinden öğrendiğimizden oldukça fazlaydı. Ayrıca bugünlerde ya da önceden popüler olan birçok şarkıyı daha biliyordu. On bir yıllık mahkumiyeti onu radyodan ve fonograftan uzak bırakmıştı. Kendisine göre, “sadece dinleyerek” beş yüzden fazla şarkı öğrenmişti. Ne evinde ne de hapisteki hücresinde yazılı notalar görmemiştik.
Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir folk şarkıcısı olarak değil de geleneğe katkıda bulunan bir folk sanatçısı ve Amerikan popüler müziğinin gelişiminde önemli bir rol oynayan bir müzisyen olarak Belly’yi size sunuyoruz. Zenci “günah şarkılarının” geçmişine ve siyah bir deriyle Zenci batakhane yaşamının içine doğmuş ve bir mahkum hayatı yaşamış bir sanatçının “yaşamı ve eserlerine” renkli ve kişisel bir bakış sunuyoruz.