De Omnibus Dubitandum

JAMES SCHUYLER’DEN FRANK O’HARA’YA MEKTUPLAR

 153,40

Kategoriler: Etiketler:

Açıklama

15cmx20cm
96 sayfa

James Schuyler, 1951’de, şair Frank O’Hara ile küçük bir dergide, Accent’te karşılaştı. O sayıda Schuyler’in üç öyküsü ile Schuyler’i güçlü bir şekilde etkileyen O’Hara’nın “Üç Penilik Opera” adlı şiiri birlikte yayınlandı. Schuyler bir süre sonra Tibor deNagy Galerisi’nin yöneticisi olacak Buffalo’lu arkadışının dikkatini bu şiire çektiği zaman John Bernard Meyers ona şöyle karşılık verdi: “Neden, sevdiceğim, o burada, odada.” Aslında ikisi ancak birkaç ay sonra, Tibor de Nagy’de, Larry Rivers’ın, Ekim 1, açılışından sonra, partide karşılaştılar.
O’Hara hemen Andre Gide’in karısının ona yazdığı mektupların hepsini yaktığına dair haberi işaret edip kendini tanıttı: “Gide’den hiçbir zaman hoşlanmadım, ama tam bir bok olduğunun farkında değildim.”
Böylece, Schuyler ile aralarında, Schuyler’in, O’Hara biyografisi yazarı Brad Gooch’a söylediği kadarıyla bir dostluk başladı: “Uzun uzun konuştuk, ya da daha çok o konuştu ve ben dinledim.”
O dönemde, O’Hara, 326 Doğu 49. Sokak’ta altıncı katta, merdivenle çıkılan bir dairede Harvard’dan eski arkadaşı Hal Fondren ile yaşıyordu. Fondren daireden taşındıktan sonra, Schuyler 1952 yazında ona katılmadan önce, O’Hara, bir süre aylık kirası 31 dolar olan dairede yalnız kaldı. Bir işçi sınıfı mahallesinde bulu-nan apartman O’Hara’nın çalıştığı Modern Art Müzesi’ne ve Schuyler’in çalıştığı 54. Sokaktaki Periscope-Holiday Kitapevi’ne yürüyüş mesafesindeydi. Hem Schuyler’in hem de O’hara’nın sevdiği Kent Merkezi’ne ve bale binasına da yakındı. Schuyler daireyi ara sıra O’Hara ile paylaştı–John Ashbery de sık sık orada kamp atıyordu, ta ki 1957’de O’Hara aşağı kente taşınana kadar.
Ocak 1954’te, O’Hara, Southampon, Long Island’da, Larry Rivers’ın evinde ikamet ederken, Schuyler’den yeterince ayrı kalıp birbirlerine uyum sağladılar. Schuyler’in, O’Hara’ya yazdığı mek-tupların tonu yazdığı bütün başka mektuplardan daha tatlıydı. Dostluklarının rahat içtenliği, Schuyler’in şevkinin içinden geçen anında ve devamlı deliliydi; Schuyler, O’Hara’ya, Eylül 5, 1958 tarihli son mektubunda “Hepsini duymak için sabırsızlanıyorum”, diye yazmıştır.
Açıkçası, bu iki adam birbirinden oldukça hoşlanıyordu; humorları uyum içindeydi ve aynı müzisyenlerin, ressamların ve şairlerin dünyalarında dolaşıyorlardı. Ancak 1957’de ayrıldılar. O’Hara hiçbir yakın arkadaşından böyle aniden kopmamıştı. Bunun yerine, yaşamları basitçe farklı yönlere kıvrıldı. O’Hara’nın yaşamı tırmanışa geçerken, Schuyler’in hayatı ise Mart 1961’de geçirdiği bir sinir krizinin ardından onu Fairfield Porter’in ailesiyle Southampton ve Maine’de yaşamaya sürükledi.
Nathan Kernan’ın Schuyler biyografisi sayesinde onların dostlu-ğu hakkında daha çok şey öğreneceğiz ama O’Hara, Schuyler’in mental sorunlarının dönüştürücü ve uzatmalı doğasını ağına dü-şürmekte zorlanmış olabilir. 1956’da Schuyler, piyanist Arthur Gold’dan ayrıldığı zaman 49. Cadde’ye dönmeyi önerince, O’Hara ona yeniden hoş geldin dedi. Ama Joe LeSueur de o zamanlar aynı eve taşınmış O’Hara’nın yatağını paylaşıyordu. Tek lavabosu, dolayısıyla ferah evde traş olabilecek tek yer mutfakta olduğu için sorun yaratıyordu; aynı zamanda “Mundar Malikane”, diye tabir edilen evi çekip çevirmek de öyle.
Gold ile ayrılışından dolayı başı belada olan Schuyler, dairede depresyona ve ağır oluşa sürüklendi. Ve can sıkıcı bir dağınıklık…
Frank O’Hara’nın, In Degressions on Some Poems, adlı şiirinde LeSueur, Schuyler’in evde sürekli tereyağlı süt içip, gösterişli bir biçimde süslenmiş bardakları parçalayıp yere attığını belirtiyor, “Beni bırakma.” Kısa süre sonra paylaşacakları dört daireden birine taşındılar. O’Hara’ya yazdığı bu mektuplarda, periyodik olarak ve ağrılarla Schuyler’in beline binen hastalığın esamesi okunmuyor. Bunlar, mutlu bir genç adamın mektupları, iyi bir dosttan diğerine, her şeyi paylaşmaya arzulu. Kitapları seviyorlardı, filmleri-her türlü filmi- resim, müzik, bale ve dedikoduyu. Yazarlık kariyerlerinin başlangıcındaydılar-kariyer gibi büyük bir işe giriştiklerini düşündüklerinden değil.
Bize göre Schuyler ile O’Hara daha da fazlasını paylaşıyordu. İkisi de ilgi alanlarını terk edip işe girişmişti. O’Hara bir piyanist olmak istiyordu; eğitmenlik ile beste yapmak… Harvard’a girmeden önce New England Konservatuarı; Eastman School, Rochester, New York ve Philadelphia Curtis Enstitüsü’ne girmeyi aklından geçiriyordu. Harvard, O’Hara’nın ebeveynini tatmin etti. Müzik departmanının başındaki besteci Waltor Piston, O’hara’yı cezbet-mişti. Her nasılsa, üniversitede ve sonra Ann Arbor’daki Michigan Üniversitesi yüksek lisans programı sırasında O’Hara bir şair oldu.
“Schuyler, New Yorker gazetesinde yayımlananları örnek alıp kısa öyküler yazmak istiyordu. Bu, Bethany College’i başarısızlık yü-zünden bıraktıktan sonra bir süre onunla dolaşan başıboş bir yaklaşımdı. Schuyler II. Dünya Savaşı’nda donanmaya hizmet verdi ve İtalya’da birkaç yıl geçirdi; oraya taşındıktan sonra W.H. Auden’in çevresine girdi. Accent’in sayfalarında görüldüğü üzre Schuyler, O’Hara’nın kendine göre ne kadar gelişmiş olduğunu fark etmiş olabilir. Çoğu Bloomingsdale Hastanesi, White Plains, New York’ta geçen sonraki aylarda, Schuyler, bir sinir bozukluğunun ardından O’Hara’dan esinlenip şiir yazmaya başladı. Kısa sürede yayımlanan ilk şiiri “Salute.”’yi bitirdi.
49. Sokak’ta beraberlerken, Schuyler, Alfred ile Guinevere adlı romanını yazıyordu; bugünkü atölye profesyonelizmine zıt olarak O’Hara ile işlerini yoldaşça birbirlerine gösterdiler. Yazdıkları şiirler ile nesirler çalışılmak için değil haz almak içindi ve hoşa gitmek…
Bu sıradan, kendine güvenen yaklaşım hiç de bir büyük amaç güden bir edebi adak değildi. İş önce gelirdi, bir sanat dünyasında yaşadıklarından, müzik ve yazın, gerisi de doğal olarak bunu takip edecekti. Bu mektuplar, birbirlerine tanıdıkları, diledikleri her şeyi yapabilme özgürlüğüne dair yazılanlar ile dolu, neşelendirici olmalı.