De Omnibus Dubitandum

Patois – Patwa Poetikası – Mercedes Bengoechea

Türkçesi: Yasin Öner Editör Şenol Erdoğan l. BATI HİNT EDEBİYATINDA DİL PROBLEMİ Afrika veya Asya’da sömürgecilik yoluyla İngiliz dilinin yayıldığı ülkelerde edebi üretimlere ilişkin bir dil seçme sorunu, beyaz olmayan yerli yazarlar için üstesinden gelmesi imkânsız bir durumdur. Daha geniş bir kitleye ulaşmak için uluslararası zeminde kabul edilen bir dilin genel olarak anlaşılır biçimlerinin kullanılması […]

Türkçesi: Yasin Öner
Editör Şenol Erdoğan

l. BATI HİNT EDEBİYATINDA DİL PROBLEMİ
Afrika veya Asya’da sömürgecilik yoluyla İngiliz dilinin yayıldığı ülkelerde edebi üretimlere ilişkin bir dil seçme sorunu, beyaz olmayan yerli yazarlar için üstesinden gelmesi imkânsız bir durumdur. Daha geniş bir kitleye ulaşmak için uluslararası zeminde kabul edilen bir dilin genel olarak anlaşılır biçimlerinin kullanılması gerekliliği nedeniyle, seçimlerini kendi ana dilleri yönünde yapan yazarların uluslararası bir okunma ve tanınma fırsatından vazgeçtikleri söylenegelmiştir. Ancak standart İngilizce kullanmayı seçtiklerinde, aşırı milliyetçi eleştirmenler tarafından “yabancı tanrılara fahişelik yapmakla” suçlanmak (Sridhar, 1982: 293) ya da “kendi yerel toplumunun varını yoğunu almalarına karşın ona kendi dilinde hiçbir şeyi vermeyerek” kendilerini birer hain gibi görmeleri türünden sonuçlarla karşılaşılmıştır (Le Page, 1969: 1).
Batı Hint Adaları’ndaki dilsel durum, bu ikilemi ortadan kaldırıyor gibi görünebilir; çünkü standart İngilizce, kültürlü orta sınıfın beyaz olmayan üyelerinin okuma listesinin de bir parçasıdır (Lawton, 1982: 269). Yirminci yüzyıldaki Batı Hint yazarları ve okuyucuları, bir lehçeyi konuşan topluluğun eğitimli ürünleridir, bu da onların bu lehçeye aşinalıkları ve eğitimlerindeki standart İngilizcesinin yeterli olduğu anlamına gelir (Ramchand, 1974: 201). İki dilli Karayip toplumunda, sözde “lehçe” olan düşük dil; günlük yaşamın, evlerin, ailelerin ve mahallelerin dili olan “Patois” veya “Patwa” olarak da adlandırılan Creole’dür; yüksek dil olan standart İngilizce ise devlet idaresinde, devlet okullarında ve medyada kullanılmaktadır (Gramley ve Piitzold, 1992: 386). Bu iki türün işlevleri arasında görünüşteki katı ayrımlara rağmen, aslında her iki dil de dil becerileri standart İngilizceden Creole’e kadar değişen okur yazar siyahi Batı Hintlilerin ana dilini oluşturur . Her iki tür de konuşmada sürekli etkileşim halindedir. Ancak bu yazın açısından söylenemez. Yazmak başka bir konudur. 1940’lara kadar İngilizce, Batı Hindistanlı yazarlar için neredeyse tek edebi ifade diliydi . Creole edebiyatta marjinal bir konuma indirgenmişti; otantik Karayip dilini yansıtmaktan ziyade mizah ve hiciv amaçlı, yerel bir renk sağlamak veya bir karakter oluşturmak için kullanılırdı.
Yüzyılın son bölümünde Karayip toplumlarının geçirdiği siyasi dönüşümler bu meseleyi daha da karmaşık hale getirdi. 1950’lerin başından itibaren lehçe; bilinçli olarak şiirde, özellikle toplumsal protesto, siyasi devrim mücadelesi ve etnik direniş aracı olarak kullanılmaya başlandı. Dönemin yeni dergilerinden birinde yayınlanan bir şiirden alınan aşağıdaki alıntı, davul ritmi ve Karayip lehçesiyle siyasi değişim (‘İttifak’) çağrısı yapıyor:

Öyleyse çalın davulları
Çalın davulları çocuklar
İttifak gelene kadar
Sonra atlayalım zamanda
Uzanıp Creole uyağına
Şehir boyunca.

(La Fortune, 1958).

Jamaika gibi adalarda bağımsızlığa ulaşıldıktan sonra, standart İngilizce edebiyatta hala en sık kullanılan ifade aracı olsa da bir iletişim aracı olarak Creole daha çok kabul görür oldu ve çeşitli edebi ve edebi olmayan biçimlerde bu lehçenin örneklerinin yolu açıldı. Politik bir bakış açısından, yeni Karayip uluslarının doğuşu, Batı Hintli yazarları İngiliz edebiyat geleneğini takip ederek mi yazmaları yoksa kendilerine ait bir ulusal edebiyat yaratmaya mı yardımcı olmaları gerektiği yönünde bir ikileme soktu. Ekonomik başarıya dair kişisel bir bakış açısından yazarlar, tıpkı Afrikalı veya Asyalı meslektaşları gibi, dillerini seçerken ya bölgesel bir okuyucu kitlesini ya da uluslararası bir okuyucu kitlesini gözetmek zorundaydı. Dahası, Batı Hint edebiyatını yayınlayan kuruluşlar genellikle Batı Hint bölgesinin dışından olduğundan (Roberts, 1988: 144) ve yayıncılar ve okuyucular sık sık Krapp’ın edebiyat hakkındaki fikirlerini paylaştıklarından seçenekler aslında oldukça sınırlıydı; ancak zaman zaman eleştirmenler bu durumu “kişisel ve ulusal tatmin için ‘otantik’ bir temsil veya ekonomik başarıya ulaşmak için ‘işi sulandırma’“ (Roberts, 1988: 143) olarak görüyordu ki bu ifadeler, “yabancı tanrılara fahişelik yapma” suçlamasından çok da uzak olmayan bir ifadelerdi ve pek çok Afrikalı ve Batı Hintli yazara yöneltilmişti.
Seçim sınırlaması, aslında Karayipli bir yazar için İngilizce ile başka bir dil arasında gerçek bir seçeneğin olmadığı sonucunu ortaya atıyordu (Ramchand, 1970: 82); eğer biri yazıyorsa mutlaka İngilizce kullanmak zorunda idi. Gerçekten de çoğu roman, şiir, gazete, dergi ve tabii ki makaleler standart İngilizce ile yazılmıştı. Ancak CREOLE İLE YAZILMIŞ BİR EDEBİYAT BULABİLİRİZ, sadece yukarıda belirtilen nedenlerden; yani yerel bir tat vermek için bir süsleme dürtüsü, mizahi bir arayış, yazarın politik duruşu ve ekonomik başarı arzusu (ya da arzusuzluğu) açısından değildir bu. Lehçenin kullanılmasının nedenleri, bunlar ve/veya genellikle daha karmaşık olan çeşitli şeyler olabilir. Yazının geri kalanında bu nedenlerin ana hatlarını çıkarmaya çalışacak, öncelikle de Creole’ün bulunma olasılığının daha yüksek olduğu metin türlerini listeleyeceğim. Sonra, özellikle şiire odaklanarak, sosyo-psikolojik bir çerçevenin bu fenomeni kavrayışımızı zenginleştirebileceğini ortaya atacağım.
2. BATI HİNT EDEBİYATINDA CREOLE
Patois’i ne tür metinlerde bulma olasılığı daha yüksektir?
Başlangıç olarak, edebi tür genellikle bir fark yaratır. Creole, öncelikle yerel kitlenin önünde icra edilen veya anlatılan türlerde ortaya çıkar; drama, (ardına uzun bir toplumsal “tasvir” geleneğini almış halk masallarıyla tarihsel olarak bağlantılı) kısa öykü ve kendine has özellikleri nedeniyle ayrıca analiz edilmeyi hak eden çeşitli şiir türleri.
Kurgusal anlamda; bir kitle önünde icra edilmeyen, yalnızca okuyuculara sunulmuş ve salt Batı Hindistan’dan çıkmamış bir tür olan Patois’le karşılaşma ihtimali ise çok daha azdır. Romanlarda görülen Creole genellikle diyalog için kullanılırken, standart İngilizce metnin diğer bölümlerinde kullanılır; dolaylı anlatım, tanımlamalar, her şeyi bilen anlatıcının konuşması… Kural olarak ve lehçenin göze çarpması açısından Batı Hint eserlerinde kurgusal sohbet; roman yazarlarının karakterlerinin konuşma tarzına diyalektik biçimler koyarak gerçek dil çeşitliliğini yansıtmaya çalışmalarıyla, toplumlarının gerçekçi bir temsilini iletme gibi temel bir işleve sahip olabilir . Samuel Selvon’un A Brighter Sun (1952) adlı eseri, siyahiler ve yerliler de dahil olmak üzere, Trinidadlı farklı sosyal ve etnik grupları ortaya çıkaran açık bir dil örneğidir. Dahası, lehçenin konuşmadaki etkisi faydacı olabilir; durum ve ilişkilerdeki değişiklikleri, duyguların baskısını, mesafeliliği veya yakınlığı gösterebilir.
Ancak, Ramchand’ın (1970) Karayipler’deki kurgu eserlerde Creole bağlamına ilişkin öncü çalışmasında belirttiği gibi edebi anlamdaki Patwa, Batı Hint bölgesinin “sosyal gerçekçiliğin taleplerinden öte daha geniş ifade gereksinimlerini karşılamak için biçimlendirilmiş” edebi bir icadıdır. Bazı roman yazarları, hem standart İngilizce hem de Creole dilinin mükemmel bir karışımı olan bir içebakış dili geliştirdiler ki bu, “birçok Batı Hintlinin sözel yöneliminin bir özelliği olarak, yerel dilin oldukça geniş bir aralığından eğitimle gelen yerel kullanımlara kadar geniş bir lehçe kullanım çeşitliliğini yansıtıyordu.” (Le Page, 1969: 7). Bu çeşitlilikle İngilizceden Creole’e aktarılan bilinç akışı, Samuel Selvon’un The Lonely Londoners’ının (1956) ardından son kırk yılda birkaç romancı tarafından Batı Hint bölgesinin içsel deneyimini doğru bir şekilde aktarmak amacıyla başarıyla kullanıldı.
3. BATI HİNT ŞİİRİ MESELESİ
Niyetim şiire odaklanmak; çünkü çağdaş şiir son derece uyarlanabilir bir tür, yazarın kişisel ihtiyaçlarını ve politik görüşlerini karşılamaya açık bir biçimdir. Şairler birkaç kısıtlamaya tabi olduğundan, bir şairi Creole veya standart İngilizce kullanmaya zorlayabilecek açık nedenler yoktur; ancak sorunun temeline yine de işaret edilebilir. Genel olarak, şiirde İngilizce veya Creole seçimi, işlevi (seslendirilecek olsun ya da olmasın), teması ve üslubunu ile yapılabilir.
The Penguin Book of Caribbean Verse antolojisinin editörü Paula Bennet, kitabının girişinde biri edebi ve diğeri sözlü olmak üzere iki farklı geleneğe göre ayırdığı Karayip şiirinin dilini ele alır; birincisi standart İngilizce, ikincisi ulus dili veya Creole kullanımıyla ilişkilidir. Halk masallarının, bilmecelerin, atasözlerinin, çocuk tekerlemelerinin ve halk şarkılarının Batı Hint Adaları’nda her zaman büyük popülerliğe sahip olmuş geleneksel sözlü türler olduğu inkâr edilemez; yazıya geçirildiklerinde genellikle Creole temelli şiir biçimindedirler. Ancak, bu unsur önemli görünse de Creole biçiminde bulunabilecek şiirleri tek başına açıklayamaz; yine de Creole kullanan Louise Bennett veya James Berry gibi şairlerin neden Karayip halk geleneğiyle (örneğin atasözleri açısından) ilişkili olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. Peter Roberts, “icra edilen” (kelimenin en geniş anlamıyla) şiirin yerel dil ile yazılmış olduğunu, oysa standart İngilizce ile yazılan şiirin ussal olarak ele alınma eğiliminde olduğunu belirterek bu açıdan biraz daha ileri gider (Roberts, 1988: 147). “Ussal” ifadesi duygusuz anlamına geldiğinden, Roberts şairin dil seçiminde hesaba katması gereken ikinci bir yön olarak şiirin üslubunu ima eder.
“Şiirdeki üslup; benliğe, dile, işçiliğe, şairin hammaddesine ve okuyuculara yönelik bir tutumun iletilişini içerecek şekilde alınabilirse, bu durumda erken dönem Batı Hint şiirinin üslubu yoktur; ne son derece naif ne de duygusal bir türdür.” (Ramchand, 1974: 198). Erken Karayip şiirine hâkim olan duygusallık, kendine düşkün ve sevecendi; bazen grotesk, bazen ironik ve sıklıkla mizahiydi. Aynı hafif dokunaklı ton, Creole ile yazılmış yirminci yüzyılın şiirinin bir bölümünde hala mevcuttur; ancak bu şiirler sosyal temalara yönelik artan bir ilgi ve keskin bir ironiyle bezenmiş, sosyal gerçekçilik ve sosyal protesto edebi hareketlerinin etkisi altındadır:
Sevgili küçük kız hep mutlu olmak isteyen
Dua edip Lord’a/kutsayan ve affedensin sen
Sen ki hep kutsayan ve affedensin beni
Hamd olsun Tanrı’ya
5 pound’un ve bir Noel kartpostalın var,
Tanrı seni kutsasın!
Marangoz da gelmeyecek çıkmaya düz çatıya
O yüzden harca paranı ve onu fuardaki
O güzelim Rosy’ye ver, onu görmelisin!
Gelecek ay yine harçlık gönderirsen,
Lord’un adına göreceğiz neler olabilir.

(Bruce St John, “Letter to England”. Brown, 1992: 91).
“Patwa” şiirindeki duygusallık ile sosyal endişelerin karışımı; birbirilerine çarpıcı bir şekilde karşıt olan, usa hitap etmesi istenen standart İngilizce ve duygusal-politik protestoları seslendirmek için kullanılan edebi Creole gibi yalnızca iki olası algılama ve ifade biçimi olduğu şeklindeki istenmeyen yorumlara yol açtı. Ne yazık ki bu tür yorumlar, yazarın kişisel tercihlerinde neler olup bittiğini açıklayamayacak kadar toydur.
Tüm bunlardan dolayı ve bunlara bağlı olarak, ele alınan konu aynı zamanda şu ya da bu dilin kullanımını açıklamak için belirleyici bir unsur olabilir. Bir bakıma, tıpkı şiirin teması gibi konusu da şu veya bu dile gereksinim duyabilir. Şair Grace Nichols’un dediği gibi, “Bir şiiri yazarken bilinçli olarak onu Creole veya standart İngilizce ile yazmak için yola çıkmıyorum. Dil, biçim ve ritim gibi kendini belirliyor.” (Markham, 1989: 297). Genel anlamda ve muhtemelen “orta sınıftan insanlar Jamaika Creole’ünü tamamen dışlayan bir cehaleti korumayı sevdiği ve onu çeşitli şekillerde lehçe, bozuk dil veya ‘işçi sınıfına özgü’ olarak adlandırdığı için (Lawton, 1982: 271)”, çoğu zaman “bir yandan yoksulluk ve mahrumiyet, diğer yandan mülkiyet ve iktidar dünyası, sosyal görünümlerdeki her bir ifadeyle bağlantı kurmak için hem Creole hem de -standart- İngilizcenin ustaca kullanımıyla ikna edici bir şekilde birleştirilmiştir.” (Lawton, 1982: 262). Standart İngilizcede yazılan şiir, Roberts’ın belirttiği gibi “ussal” olarak görülmekle kalmaz, aynı zamanda elitist, rafine ve popülerlik dışı olarak da ele alınır. Standart İngilizce, yüksek kültürü, aklı ve üst orta sınıfların dünyasını temsil etmeyi amaçlarken, Creole en düşük sosyal grupların zorlu yaşam koşullarını eleştirmeye yardımcı olur. Bu, özellikle 1970’lerde, siyasi bir bağlamda birleşmiş bir grup şairi, “dub” şairleri sosyal ve politik temaları ele almaya, şiirlerinin duygusal üslubunu mücadeleci bir üsluba dönüştürmelerine teşvik etmiş, mizahi unsurlar ya ortadan kaybolmuş ya da açıkça yıkıcı bir ironi biçimini almıştır. Şiirleri büyük ölçüde müzikten etkilenmiş ve icra edilmek üzere yaratılmıştır (aslında şiirlerini bir videoda bulmak bir kitapta bulmaktan daha kolaydır); güçsüzlerin ihtiyaçlarını ve maruz kaldıkları zorlukları müziklerini ve dillerini kullanarak ifade etmeyi amaçlamışlardır. Dub şairleri şiiri, insanların korkunç yaşam koşullarını bir protesto ve toplumsal devrim için mücadele aracı olarak tanımlar. Sıradan insanın dilini ezilenlerle ve onların deneyimleriyle bir bağlantı aracı olarak kullanırlar. Başlıca temsilcilerinden biri olan şair Michael Smith, Jamaika’da dört adam tarafından taşlanarak öldürülmeden bir yıl önce, 1983’te yapılan bir röportajda, şiir için kaynağını Creole’ü yaygın olarak kullanan kendi halkından alması nedeniyle Creole kullandığını ifade etmişti. Şöyle de eklemişti, “Eğer İngilizceyi öğrenmek için gerçekten zaman ayırabilirsem ve İngilizler de gerçekten ne anlattığımı öğrenmek için zaman ayırırsa -ya da bir Amerikalı, bu açıdan kim olduğu önemli değil. Gerçekten biraz zaman ayırıp anlayabilirler. Jamaika ve Jamaikalılar hakkında sahip oldukları romantizmden kurtulabilmelerinin tek yolu budur…” (Markham, 1989: 282).
4. BATI HİNTLİ GÖÇMENLERİN ŞİİRİ
Göz ardı edilemeyecek başka bir gerçek var. Ain’t I a woman!: Poems by Black and White Women (Linthwaite, 1987) gibi çağdaş şiir antolojilerini yakından incelersek, Creole’ün tek örneklerinin Büyük Britanya’ya göç etmiş Batı Hintli yazarların örnekleri olduğunu görürüz; Jamaika veya Guyana’da doğan yedi şairin on beş şiirinde Creole, 1960’larda veya 1970’lerde İngiltere’ye göç eden üç kişi olan Dazzly Anderson, Valerie Bloom ve Grace Nichols tarafından kullanılır. Caribbean Poetry Now (Brown, 1992) kitabında, 120 şiirden yalnızca 34’ü Creole ile yazılmıştır, bu da kabaca %25’lik bir dilimi kapsar. Bunların arasında, “halkbilimci” Louise Bennett dışında, Oku Onuora, Malik, Fred Nunes, A. Hinkson veya geç Michael Smith gibi “dub” şairleri de vardır. Ulusal dilde yazan şairlerin geri kalanı yurtdışında yaşamakta ya da bir süre yaşamıştır ve çoğu da Britanya’dadır; Edward Kamau Brathwaite, James Berry, Linton Kwesi Johnson, John Agard, AL Hendriks, Amryl Johnson, “Shake” Keane, Valerie Bloom veya Grace Nichols. E. A. Markham, tarafından düzenlenen bir antoloji olan Hinterland. Caribbean Poetry from the West lndies and Britain kitabında, Louise Bennet ve “dub” şair Michael Smith dışında daimî anlamda Creole kullanan şairler Edward Kamau Brathwaite, James Berry ve Linton Kwesi Johnson, hayatlarının büyük bir kısmını Batı Hint Adaları’ndan uzakta geçirmişlerdir. Tüm bu bulguların ışığında, Claude McKay’in Jamaika’daki evinden Amerika’ya taşınıp 1912’de o özlem dolu Songs of Jamaica in a mixture of Creole kitabını yayınladığından beri, göç eden şairlerin hepsi Creole’ü kullanmasa da anavatanlarından uzakta yaşayan Karayipli şairlerin büyük oranda bu lehçeyi kullandığı söylenebilir.
Edebiyat, kullanılacak uygun dile ilişkin belirgin normların olduğu “kurumsallaştırılmış düzeneklerden” biridir ve “motivasyon eksikliği veya topluluklar arası karşılıklı olumsuz tutumlar” nedeniyle, tam da bu “kurumsallaşmış düzeneklerde” farklı etnik gruplar genellikle birbirleriyle karşı karşıya gelirler (Giles, 1979: 255-56). Bununla birlikte, beklentilerin aksine, bazı siyahi İNGİLİZ şiirleri Patois ile doludur. Öyle görünüyor ki, yurtdışında yaşayan Karayipli siyahi yazarlar, Batı Hint kimliklerini tam da “metropollerin anası Londra’da” oldukları için Creole aracılığıyla sembolize etme ihtiyacı duymuşlardı (Markham, 1989: 118). Bu yorum, George Lamming’in bir Batı Hint toplumuna ait olmanın, “Batı Hintlilik” duygusunun Karayipler dışında da vücut bulduğuna dair açıklamasıyla çelişmez:
Burada (Londra’da) gerçekten hayata geçen bir keşfi görüyoruz. Ne bir Barbadoslu, ne bir Trinidadlı, ne bir St. Lucianlı ne de Batı Hint Adaları’ndan hiçbir adalı, yabancı topraklarda başka bir adalıyla karşılaşıncaya kadar kendisini Batı Hintli olarak görmez. … Bu açıdan, benim kuşağımdan çoğu Batı Hintli İngiltere’de doğdu. Eskiden coğrafi bir terim olarak görülen Batı Hintçe ifadesi artık kültürel bir anlam kazanmaktadır (Lamming, 1960: 214).
Edward Kamau Brathwaite, siyahi Karayip edebiyatının ana figürlerinden biri olan Lamming ile Britanya’da benzer bir şey yaşadığını kabul etmektedir (Markham, 1989: 118). Hem Brathwaite hem de Lamming, bazı ortak özelliklere sahip olduklarını ve bunların birlik ve “topluluk” duygusuna katkıda bulunduğunu itiraf eder. Britanya’da şekillenen bu duygu nedeniyle; başka bir toplulukla, yani KİMLİK DUYGUSUNU ŞEKİLLENDİRMELERİ GEREKTİKLERİ beyaz İngilizlerle karşılaşıldığında bu durumun ortaya çıktığı sonucuna varmaktan kaçınılamaz. Britanya’da şiirlerini yazdıklarında, dil seçimlerinin önemsiz bir araç değil, mesajlarının özü ve ideoloji ile yüklü olduğunu hemen görebiliriz. Buna ek olarak, Creole sadece sanatsal bir araç değil, şiirin konusudur. Creole bu nedenle hem konu hem de iletişim aracı olarak hizmet eder (Roberts, 1988: 145-46).
Bana kalırsa, bu olgunun hem nedenlerini, kapsamını ve önemini hem de bu dil sorunuyla yüzleşen siyahi İngiliz yazarların çok sayıda şiirinin içeriğini tam olarak kavramak istiyorsak, bir sosyo-psikolojik çerçeveye (yani Etnikdilsel Kimlik Teorisi’ne) ihtiyacımız var. Nichols’ün “biçim ve ritim gibi dilin de kendisini belirlediği” (Markham, 1989: 297) düşüncesine değil, şairin şu ya da bu izgeyi kullanmasının kişisel bir kararı ve bir stratejiyi varsayan bilinçli bir seçim olduğu hipotezine dayanıyorum (Giles ve Johnson, 1987: 69). Bu kararlar ve stratejiler, “birlikte geliştirdikleri veya başka bir toplulukla, siyahi olmayan İngilizlerle çeliştikleri ölçüde topluluklar arası fenomenin bir parçasıdır.” Etnikdilsel Kimlik Teorisi, dilin etnik köken ve topluluklar arası ilişkilerdeki rolünü incelemek için formüle edilmiştir; özellikle de bir etnik grupta kimin hangi dil stratejisini, ne zaman ve neden kullandığı konusu ve etnik gruplar arası karşılaşmalar bu açıdan bize değerli bir araç sağlayabilir.
Etnikdilsel Kimlik Teorisi, güçsüz toplulukların konuşmacılarının baskın toplulukların söylevine yaklaşma, yani konuşmalarını baskın topluluğun söylevine “uyarlama” eğiliminde oldukları varsayımından başlar. Bu “bağdaşım”, yalnızca sosyal bir onay veya iletişimsel verimlilik elde etme arzularından değil, aynı zamanda daha geniş anlamda topluma katılım için bunun temel bir başarı olduğu gerçeğinden de kaynaklanmaktadır. Teori, özellikle de belirli durumlarda bir topluluğun birçok üyesinin, dıştaki topluluğun konuşmacılarıyla sohbet ederken etnikdilsel özelliklerini (lehçe, dil vs.) vurguladıklarını, diğerlerinin ise dilsel ayırt edici özelliklerini azaltarak onlara yakınlaştıklarını açıklamak ister. Dış-topluluk dilinin toplumsal norm olduğu ve etnikdilsel farklılaşmanın sonuç olarak önemli sosyal yaptırımlara yol açabildiği durumlarda, özellikle gelişen farklılaşma örnekleriyle ilgilenir.
Afro-Karayip İngilizcesiyle yazılan şiiri özel bir “konuşma” türü olarak düşünür ve dış topluluk dilinin -bu bağlamda Standart İngilizce- toplumsal norm olduğunu (edebiyat dili standart İngilizce OLMALIDIR) hesaba katarsak, toplumsal normdan sapma olasılığının okuyucuların cesaretinin kırılmasına; okur sayısının, ekonomik kârın ve “sanatçıların” tanınırlığın azalmasına neden olabileceğinden, uyum sağlamamanın sonuçları “sosyal bir felaket” olabilir. Britanya’da Creole’ün edebi kullanımı, tüketicilerin İngiliz okurlar (siyah veya beyaz) olduğu ve sanatçının “uyuşmamayı” seçtiği etnik gruplar arası karşılaşmaların açık bir örneği gibi görünüyor. Bu tür eylemler Etnikdilsel Kimlik Teorisi kapsamına girer, bu nedenle teoriyi incelemek ve konu hakkında ne söyleyeceğini görmek makul görünmektedir.
5. ETNİKDİLSEL KİMLİK TEORİSİ
Etnikdilsel Kimlik Teorisi, Tajfel’in Topluluklar Arası Davranış Teorisi’ni dile uygular. Tajfel’in ana kavramları şunları içerir: a) Sosyal Sınıflandırma – Sosyal Kimlik – Sosyal Karşılaştırma – Psikolojik Ayrışma İhtiyacı ve b) bir dizi Topluluk Stratejisi. Teori şu şekilde özetlenebilir; bireyler doğdukları andan itibaren kendilerini ve dünyayı tanımlamada aktiftirler. Bunu başarmak için, sahip oldukları en önemli araçlardan biri sınıflandırmadır; insanları erkek veya kadın, siyah ve beyaz vs. olarak sınıflandırırlar. Ait oldukları belirli kategoriler veya etnik gruplar ve bu kategorilere veya gruplara olumlu veya olumsuz terimlerle verilen değer hakkındaki bilgileri, sosyal kimliklerini belirler. Sosyal kimlik yalnızca diğer gruplarla karşılaştırma yapılarak kazanılır. Topluluklar arası sosyal karşılaştırma, bireyleri kendi topluluklarını diğer topluluklardan olumlu anlamda ve psikolojik olarak farklı kılacak şekilde algılamaya ve hareket etmeye teşvik edecek, kendi topluluğunun diğer topluluklarla olumlu anlamda karşılaştırmasına izin veren niteliklerini sorgulayacaktır. Bir topluluğun üyeleri, tatmin edici bir sosyal kimliği ancak kendi topluluklarının diğer topluluklardan olumlu bir şekilde farklı olduğunu algıladıklarında paylaşırlar, çünkü bu topluluk kendileriyle olumlu bir doğrultuda karşılaştırılır.
Genel olarak topluluklar, topluluklar arası duruma ve baskın veya ikincil dil grupları olup olmadıklarına bağlı olarak farklı sosyo-dilbilimsel stratejileri izleyerek, dış topluluklarla karşılaştırıldığında olumlu bir dil farklılığı kazanmak için mücadele edeceklerdir. Etnikdilsel Kimlik Teorisi dinamik bir modeldir çünkü Giles, etnikdilsel gruplar arasındaki ilişkilerin “belirli” olmadığını ve değişebileceğini vurgulamaktadır. Teori, baskın toplulukların dilsel üstünlüklerini sürdürmek için izleyebilecekleri (kendi dilinde zorunlu dil eğitimi veya dış topluluğun düşük statüsünü meşrulaştırmak gibi) ve alt grupların değişiklikleri benimseyebilecekleri koşul ve stratejileri inceler.
Baskın veya üstün bir topluluğun üyeleri olan kişiler, pozitif bir sosyal kimlik elde edecekler ve bu nedenle, toplulukları ile alt gruplar arasındaki ilişkiyi değiştirmek için bir motivasyon bulamayacaklardır. Aksine, genel olarak mevcut topluluklar arası durumu sürdürmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Buna karşılık, mevcut topluluklar arası durum, bir topluluğun üyelerine olumsuz bir sosyal kimlik sağladığında, o üye daha olumlu bir sosyal kimlik kazanmak için kendi topluluklar arası ile üst grup arasındaki ilişkide bir değişiklik arzu edeceklerdir. Ancak bu değişiklik alt topluluk üyelerinin bilişsel alternatiflerin farkına varmasıyla mümkün olacaktır. Bu farkındalık iki ana faktöre dayanacaktır; durumun algılanan istikrarı-istikrarsızlığı (yani, işlerin değiştirilip değiştirilemeyeceği) ve topluluklar arası ilişkinin (adil olsun ya da olmasın) güncel meşruiyeti-gayri meşruiyeti. Üyeler, mevcut statü ilişkisine dair hiçbir bilişsel alternatifin mümkün olmadığını algılarlarsa, topluluk olarak durumlarını değiştirmek için hiçbir şey yapmazlar, ancak şu iki bireysel eylemden birini olumlu bir sosyal kimliğe ulaşmanın bir yolu olarak benimseyebilirler; bunlardan biri baskın topluluktan ziyade iç grubun üyeleriyle bireysel koşullarını karşılaştırmak, diğeri ise, baskın topluluğunkine daha çok benzeyecek şekilde kişinin kendi kültürel değerlerini, kıyafetini ve konuşma tarzını değiştirerek elde edilebileceği, sosyal hareketlilik olarak adlandırılan yoldur.
Olumsuz bir sosyal kimliğe sahip toplulukların üyeleri bilişsel alternatiflerin farkına varırsa, Tajfel’e göre daha olumlu bir sosyal kimliğe ulaşmak için birbirini dışlayan dört farklı topluluk stratejisi benimseyebilirler. Bir topluluğun muhtemelen benimseyeceği ilk strateji, baskın grubun üyeleriyle kültürel ve psikolojik olarak benzeşmek olacaktır. Bu işe yaramazsa, ikinci bir strateji, topluluğun daha önce olumsuz olarak değerlendirilen özelliklerini yeniden tanımlamak olabilir (ten rengi, dil vs. : Siyah güzeldir, Afro saç stili havalıdır…). Üçüncü bir strateji olarak alt grupların üyeleri, grubun baskın gruptan yeni bir pozitif ayrımı üstlenebileceği, daha önce topluluklar arası karşılaştırmalarda kullanılmayan yeni boyutlar yaratabilir. Dördüncü strateji, baskın ve alt grup arasında çatışma ve uzlaşmazlık yaratacak bir doğrudan rekabet olacaktır.
Giles ve Bristol Üniversitesi’ndeki meslektaşları, bu teoriyi Etnikdilsel Kimlik Teorisi olarak adlandırarak özellikle dile uyguladılar (Giles, Bourhis ve Taylor, 1977; Giles ve Johnson, 1987). Giles/Tajfel’in teorik çerçevesini Afro-Karayipli yazarlar tarafından üretilen edebi metinlerin analizi için kullanırsak, Britanya’da yaşayan Jamaika doğumlu şairlerin yazdığı bir dizi şiir üzerinde temellenmiş topluluk stratejileri ile şu sıralanışı bulmak mümkündür: sosyal sınıflandırma – sosyal kimlik – sosyal karşılaştırma – psikolojik farklılaşma ihtiyacı. Aynı zamanda ve daha önce de belirttiğim gibi, dil sadece sanatsal araç değil, Karayip şiirinin ana konusu olduğundan, bu şiirlerin içeriği Giles/Tajfel’in temel kavram ve stratejilerini gösterecektir. Bu yaklaşımın bize Batı Hint edebiyatında şu ya da bu dilin kullanımını açıklamak için nihai ve kesin bir aracı, yazarın siyahi Batı Hintli sosyal kimliğine tepkisini sağladığını da göreceğiz.
6. SİYAHİ BATI HİNTLİ SOSYO-DİLBİLİMSEL KİMLİĞİ
Dilin, topluluk üyeliğinin önemli bir göstergesi olarak kullanılabilecek insan niteliklerinden biri olduğu kanıtlanmıştır; sosyal grupları sınıflandırmanın temellerinden biri, farklı konuşma tarzlarıdır. Bir topluluk kendi dilini veya konuşma çeşitliliğini dış topluluklarla karşılaştırmanın bir boyutu olarak gördüğünde, dilinin değerlendirilmesi etnik kimliklerinin en önemli boyutlarından biri haline gelir (Giles, 1977). Topluluğun kimliği sadece diğer toplulukların aksi yönünde anlam kazandığından, dille iletişim bakımından insanların topluluk üyeliğinin bir göstergesi olarak kendi dillerini kullanmaları göze çarpar. Çoğunlukla, Fishman’ın belirttiği gibi, sadece ten rengi veya dini bağlılık değil; aynı zamanda etnik lehçe de topluluğun kültürel kimliğinin çok önemli bir boyutudur. Bu o kadar önemlidir ki, dil genellikle etnik yapının sembolü haline gelir (Fishman, 1977). Artık Batı Hintli yazarların edebi eserlerinde Creole’ü kullanmayı tercih edişlerinin tam olarak Büyük Britanya’da gerçekleştiği olgusunu anlayabilecek bir konumdayız.
Giles’in yaklaşımına göre, bir dille iletişim durumunda topluluğun sosyal kimliği, iç ve dış topluluğun dilleriyle ilgili duygularını ve değerlendirmesini yansıtacaktır. Peki Britanya’da Afro-Karayiplilerin konuşmaları nasıl değerlendiriliyor? Ne yazık ki, İngiliz toplumunda siyahi kültürünün düşük statüsü; İngilizlerin sık sık gevşek, bayağı, dikkatsiz, savruk ya da “salt bozuk İngilizce” olarak gördüğü dile de yansımaktadır (Edwards, 1985). “Yeni Dünya’nın Sömürge Çocuğu”nda Jamaikalı şair James Berry, konuşmalarıyla ilgili siyahi duyguları, dillerine yönelik hor görüye karşın kafa karışıklığı, şaşkınlık ve sonrasında anavatanlarında gelişen sosyal ve öz kimlik kaybı hakkında derinlemesine bir kavrayış sunuyor:

Sesimi nasıl bilebilirim
değil mi ki bu bir domuz homurtusu
bir kazın viyaklaması
veya rüzgarın uğultusu?

(Berry, 1984: 189).
Siyahi Batı Hintli yazarlar, Walcott’in “Gros-Ilet” şiirinin sonunda belirttiği gibi, kendi etnik konuşma biçimleri olan Creole’ün “yalnızca” bir İngiliz lehçesi değil, aynı zamanda bir köle ırkının dili olarak düşük statüsünün de acı verici bir şekilde farkındalardır:

Ayrımlar var ufkumuzun cennetinin de
ötesinde. Burası mor üzümlü Ege değil.
Burada şarap yok, peynir yok, bademler yeşil,
deniz üzümleri acı, dil kölelerin dili.

(Walcott, 1987).

7. BATI HİNTLİLERİN POZİTİF BİR PSİKOLOJİK AYRIMA DUYDUĞU İHTİYAÇ
Başka bir etnik grubun üyesiyle karşılaşmayı topluluklar arası bir karşılaşma olarak tanımlayan ve dilini kimliğinin temel bir yönü olarak değerlendiren kişiler, iç topluluk diline geçiş, etnik lehçe ve argo vurgusu vb. gibi çeşitli “ayrıştırıcı psiko-dilbilimsel” stratejiler benimseyerek pozitif bir kimlik üstlenmek isteyeceklerdir. Creole’ün kazandığı değerin azlığına rağmen edebiyatta kullanılıyorsa, bu, Afro-Karayipli toplulukların kendilerini baskın toplulukla karşılaştırdıkları ve kültürel bir farklılık elde etmek için dili bir girişim aracı olarak kullandıkları bir süreç olmalıdır. Baskın bir topluluğa karşı psikolojik farklılıklar, bir etnik grubun olumlu bir sosyal kimliğe ulaştığı anlamına mutlak olarak gelmese de oldukça yardımcı olabilir. Aslında, topluluklar arası bir durumda farklılaşma fırsatını değerlendirmenin, sonuç olarak daha olumlu bir benlik kavramı yarattığı Oakes ve Turner tarafından bulgulandı. 1952’de Britanya’ya yerleşen Barbadian Rudolph Kizerman’ın “Kabileden Kaçan Biri” şiirinden alınan aşağıdaki kısım, iç-topluluk konuşmasının etnik kimlik ve kültürel dayanışmanın sembolü olarak nasıl hizmet edebileceğini gösteriyor. Alıntı, topluluğa kültürel mirası hakkında bilgi veriyor ve topluluğun duygularını aktarıyor. Şiirin sonu gösteriyor ki, Giles’ın da belirttiği gibi etnik tehdit koşulları altında, belirli terimler topluluk içi üyeliği işaret eder ve vurgular. (Giles, Bourhis ve Taylor, 1977: 307)
Ne zaman görsem o eski zaman entelektüelini
telaşsız, ilgisiz ve o Kara
kediyi, kazanmış ve
kaybetmiş bir şeyleri.

Hatırlarım o günleri,
uzun uzun yürüdüğünü bu kedinin
külçe külçe ciltleriyle Rousseau’ya
Kant’a
buyurgan Yunanlılara
ve Roma İmparatorluğu’na dair.
Edindiği felsefi dağarcığın
baksan zenginliğine
anca uzun uzadıya anlatır
semantiği,
diyalektiği,
bir başkasının ampirizmini
ve o evrensel olanı, Shakespeare’i!
ne Turner
ne Puşkin
ne Harriet Tubman
ne de Sojurner Truth:
repertuarında yer kalmamış ki
hiçbiri için!

Her neyse,
artık döndü
o tanıdık siyahi manzaralara;
öyle bir girişti ki
o tanıdık gevezeliğe
insan zorlanıyor inanmaya:
sakin ol,
yaylan,
ikile,
çakozla,
siktir et,
kes şunu,
sökül,
domuz,
orospu çocuğu,
sakinliğini koru,
işini mahvetme,
istifini bozma,
bir şey yapma,
kahretsin, bebeğim!

İzin ver adama;
çabalıyor bizim kedi
kabileye bulmak için
geri dönüş biletini
üstünde yeni bir
kelime treninin.

(Rudolph Kizemam, “Kabileden Kaçan Biri”. Berry, 1984: 126-129).
Giles, insanların (diğer şeylerin yanı sıra) kendi topluluklarının canlılığını daha yoğun algıladıklarında dış topluluktan uzaklaşarak konuşma stillerini vurgulayacaklarını, kendilerini topluluğun üyeleri olarak öznel ve güçlü bir şekilde tanımlayacaklarını ve statülerini değişken olarak göreceklerini öne sürer (Giles, 1987). Yukarıda alıntılanan bölümün şairi Michael Smith, İngilizlerin ve Amerikalıların biraz Creole öğrenmek için zahmete girmeleri gerektiğini ve Karayip halklarının Amerikalılar için sahip olduğu güçlü cazibeyi vurgularken, Batı Hintli canlılığının (veya çekiciliğinin) yoğun olduğuna da işaret eder. Böylelikle, dilbilimsel farklılığın, yani psiko-dilbilimsel açıdan Amerikalılar ve İngilizlerden farklılaşmanın, İngilizlerin ve Amerikalıların onları kendi koşullarında görmelerini sağlayarak İngilizce konuşan topluluğun baskılara karşı siyasi bir direniş gerçekleştirdiği anlamına geldiğini açıkça ortaya koyar. Bu psikolojik ayrım, daha uygun bir sosyal kimlik gerektirebilir.

8. OLUMLU BİR PSİKODİLBİLİMSEL KİMLİK İÇİN ALT GRUPLARIN DİLSEL STRATEJİLERİ: A) BİLİŞSEL ALTERNATİFLER ALGILANMADIĞINDA
Etnikdilsel Kimlik Teorisi, siyahi İngilizler örneğinde olduğu gibi, alt grupların mevcut topluluklar arası durumdan olumsuz bir sosyal kimlik türetmelerine rağmen, durumun değişmez ve dönüştürülmesinin imkânsız olduğunu veya topluluklar arası iletişimin meşru ve adil olduğunu düşünürlerse bir değişim için mücadele etmeyeceklerini iddia eder. Bu durumda, alt grupların üyeleri konuşma tarzlarını baskın grubun üyeleri yerine iç grubun üyeleriyle bireysel anlamda karşılaştırabilir veya konuşma stillerini baskın grubunkine daha çok benzeyecek şekilde değiştirebilir. İlginçtir ki, dilsel strateji olarak sosyal hareketliliği benimseyen bireylere kendi topluluklarının üyeleri tarafından her zaman olumlu bakılmaz ve çoğunlukla hain olarak görülürler.
Jimi Rand’ın şiiri “Sensin”, hem bireysel bir sosyal hareketlilik stratejisini hem de siyahi topluluğun bu tür bir stratejik dayanışma eksikliğine karşı hissettiği küçümsemeyi gösterir. Barbadoslu ve Londra’da yaşayan şair, bu şiirde alaycı ve küçümseyici bir şekilde isimlendirilen bu “hainlerle” alay eder. Karayipli ismini değiştiren ve bir İngiliz ismini benimseyen siyahi Batı Hintli bir göçmenin Karayipli eski bir tanıdığı ile karşılaşmasını anlatır. Bir İngiliz kızıyla birlikte, havalı ses tonu ve savuracak parası ile gerçek bir orta sınıf olan ikincisi, birincisini tanımıyormuş gibi yapmak zorunda hissederek Oxbridge aksanıyla konuşur; yani kendi topluluğunun konuşma biçiminden sapmıştır ve sanki ağzında sıcak bir patates varmış gibidir. Mizahi etki, yazarın tam da kendilerini siyahi topluluktan uzaklaştırmaya çalışan, muhtemelen canlılığını görmezden geldikleri ve “onlara doğru hizmet için” kullanıldığını düşündükleri Afro-Karayip diliyle olan bağlarını reddeden siyah bireylerin rahatsız durumunu tasvir etmedeki becerisiyle elde edilir:
Geçen gün yürürken sokakta;
duydum bir adamın bağırıp çağırdığını
ismimi söylüyordu açıkça:
“Gubba, Gubba, Gub.” Bana sesleniyordu
böylece durdum birden, beni kimin tanıdığına meraklanıp.

Uzun, çok uzun zaman oldu bu ismi kullanmayalı;
evimden İngiltere’ye geldiğimden beri
başka bir ismi kullanıyorum,
tıpkı İngilizlerinki gibi
önce, bay, sonra iki Hıristiyan ismi,
sonra bir soy isim, sonra tire, sonra bir başka soy isim
onları kısaltınca, ESQ, tam da böyle
güzel görünüyor bir mektubun üstünde.

Koşarak geldi yanıma bu adam,
kesik kesik soluyup
hızla nefeslenerek.
“Gubba, Gubba, sensin, sensin!” dedi
elimden tutarak, ama geri çekildim
ve onu tanımamazlıktan geldim.
“Çok üzgünüm babalık, ama korkarım bir şekilde
yanılıyorsun.”
Ona İngiliz ağzıyla seslendim:
Doğu Londra ağzıyla değil, Oxbridge aksanıyla,
sanki ağzımda sıcak patates varmış gibi;
bilirsin, tam da o sesleri çıkarmak için.

Eh, yüzümü tekrardan süzdü dikkatle.
“Sensin, sensin,” dedi. “Hiçbir şeyi unutmadım ben:
yüzünü her zaman tanırım.
Memleketteyken sen ve ben hırsızlık yapardık birlikte.”
Eh, tahmin edersiniz ki afallayıp kaldım-
ne hoş kelime ama değil mi?
Orada, giyinmişken en şık
Pazar günü buluşma kıyafetimi. Yalnız çarşambaydı o gün.

Ve o kız varken yanımda.
O İngiliz kız, o havalı ses tonu ve savuracak parasıyla,
gerçek bir orta sınıf

(Jimi Rand, “Sensin”. In Berry, 1984: 106-07).
Şiir aynı zamanda teorinin bahsettiği ilk bireysel stratejiyi de örneklendirir: bir alt grubun üyeleri kendilerini baskın grubun üyeleri yerine kendi topluluklarının üyeleriyle karşılaştırabilir ve bu karşılaştırmadan daha uygun bir kişisel kimlik çıkarabilir. Kıskançlıktan “kendilerinden daha iyi durumda olan” kardeşlerini azarlamaya (“alçaltmaya”) çalışan siyahiler hakkındaki alaycı imaya atıfta bulunuyorum; bu, böylesi bir bireyci stratejiyi benimseyen bir topluluk üyesinin kendi topluluğunun tepkisini nasıl algılayacağıyla bağıntılıdır:

görmeliydin ona aldırış etmememi kıza açıklamamı
çünkü bazı siyahiler çok kıskançtır ve sanır-
çalışırız hep ahbap siyahları aşağılamaya,
daha iyi olduğumuzu gördükleri zaman.

(Jimi Rand, “Sensin”. In Berry, 1984: 108).
Aynı çerçeveyi, insanlarının standart İngilizceyi kullanmasını küçümseyen siyahi eleştirmenlerin ve siyahi yazarları siyahi kültürüne sadakatsizlikle veya “yabancı tanrılara fahişelik yapma” ile suçlayanların davranışlarına da uygulayabiliriz. Teori, hem bireyci bir strateji olarak İngiliz edebiyatı dünyasında başarılı olmaya karar veren yazarların hem de sosyodilbilimsel ve kültürel bir tehdit olarak algıladıkları bu duruma yanıt olarak, yazarların toplumsal normlara uymak yerine etnik dayanışma çerçevesinde hareket etmelerini talep eden, aksi takdirde onları beyazlara “satılmış olmakla” suçlayan eleştirmenlerin tutumunu aydınlatır. James Berry’nin, Walcott “klasik İngiliz geleneğini” izlediği için beyaz kuruluşlarının onu desteklediğine dair haksız iddialara maruz kaldığına şahit olmuştum.
9. OLUMLU BİR PSİKODİLBİLİMSEL KİMLİK İÇİN ALT GRUPLARIN DİL STRATEJİLERİ: B) BİLİŞSEL ALTERNATİFLER ALGILANDIĞINDA
Teoriye göre, durumun adaletsiz ve/veya istikrarsız olduğunu fark eden olumsuz sosyal kimliğe sahip bir topluluğun üyelerinin daha olumlu bir sosyal kimlik elde etmek için benimseyebilecekleri dört strateji, Karayip şairlerinin dil konusundaki duruşuna uygulanabilir; ama aynı zamanda, bu dil sorunuyla yüzleşen Afro-Karayipli yazarların şiirlerinin vermek istediği mesajda da bulunabilir.
İlk strateji, baskın bir toplulukla eşitlik elde etmek için alt grubun onların özelliklerini üstlenerek bunları kabul edilen bir parçası haline gelmesini ifade eden asimilasyon olacaktır. Bütünlüklü bir asimilasyon, tüm Afro-Karayip topluluğunun İngiliz edebiyat geleneği içinde yazmak için yalnızca standart İngilizce kullanmasını ima eder ve bunu yapmayı başaran Batı Hintlilerin iyi eserleri olmasına rağmen, bazıları Patois’i kullanmayı tercih etmiştir.
Bu siyahi şairlerin neden asimile olmayıp hala Creole ile ürün verdiğini anlamak için Britanya’daki beyazlar-siyahiler durumunu incelemeliyiz. 50’li ve 60’lı yıllarda İngiltere’ye büyük sayıda Batı Hintli geldi ve kendileri için istediklerini çocuklarının gerçekleştireceği umuduyla düşük ücretli işleri kabul ettiler. Yirmi beş yıl sonra, Irksal Eşitlik Komisyonu Batı Hintli ailelerinin kalabalık ve modernize edilmemiş koşullarda yaşadıklarını (CRE, 1977); ayrıca, diğer işçi gruplarından önemli ölçüde daha düşük bir kazanç elde ederek, düşük statü pozisyonlarına sahip olduklarını (Smith, 1976; 1977) bildirdi. 70’li yıllara gelindiğinde, beyazlar ile beklenen bütünleşme gerçekleşmediği için asimilasyon yetersiz görülmeye başlandı. İkinci kuşak memnun değildi. Onlar, İngiliz toplumunda düşük statülerde yer alabileceklerini ebeveynlerinden öğrenmiş, öfke ve hayal kırıklığıyla dolu genç siyahilerdi. Batı Hintli liderler, beyaz İngilizlerle beklenen birleşimi sağlamadığı için asimilasyona son verilmesi çağrısında bulundular. Eğer asimilasyon mümkün değilse, o zaman beyaz topluma karşı kendi kimliklerinin yeniden ortaya atılması kaçınılmazdı. Bu, konuşmalarının önceki olumsuz değerlendirmesinin yeniden tanımlanmasını gerektiriyordu. Dillerini daha olumlu bir yönde yeniden değerlendirdiler ve bunu sürdürmekten gurur duyduklarını kanıtladılar. Creole kullanımı, erişimi kendileri için kısıtlanmış olan daha geniş bir halk topluluğuna karşı Karayip kimliklerini onaylamanın bir yoluydu. Artık Creole’den korkmuyorlardı. Jimi Rand’ın “Sensin” şiirinde gördüğümüz gibi, beyazlar gibi konuşma tarzları artık küçümseniyor ve siyahi topluluğu tarafından reddediliyordu. Dil, topluluk içinde giderek daha fazla kullanıldı ve bu, topluluk dayanışmasını ve uyumu daha da güçlendirdi. Örneğin, daha önce siyahi lehçesini konuşmayan ve ergenlikte ebeveynlerinin arzusuna karşı Creole kullanmaya başlayan İngiltere doğumlu siyahi gençlerin vakalarının artık nadir olmadığı söyleniyordu. Desmond Johnson’ın tutarlı bir şekilde ifade ettiği gibi, “bozuk lisan”, itaatkar ve uysal bir dil olan Patwa (ya da onlar için “Yuva’nın dili”, “Jamaika dili” anlamına gelen “Yard Talk”) nihayet patlamayı başaracak ve zafer kazanacaktı:
kelimelerim
insanların boğazının dibinde
kekelenen cümleler gibi
yardtalkingilizcesineteslimiyet
patt-wa patlayıp zafer kazanana dek

(Desmond Johnson, “Yard Talk” (1984).

Jimi Rand tarafından yazılan “Konuş, Konuş: Zenci Konuş Konuş”, topluluğun dilini daha olumlu bir şekilde yeniden tanımlamaya çalışan ve zenci kelimesinin çok farklı bir çağrışım kazandığı siyahi iletişiminin güçlü bir savunmasıdır. Eski aşağılama anlamı kaybolmuş ve zenci ifadesi kalplerinin derinliklerinde olduğu gibi doğrulanmıştır. Dilbilimsel değildir, büyük kelimeler içermez, üst düzey durumlar için uygun değildir veya önemli insanlar, liberaller veya renkli insanlar bu şekilde konuşmazlar; ama bu, siyahilerin konuşma biçimidir:

Dinle şimdi, konuşuruz diye döndüm sana, bilirsin
Sonradan ne zaman dönerim bilmem
Bu yüzden otur ve konuş benimle şimdi
Hadi tartışalım birlikte.
Tek ihtiyacımız konuşmak: konuş zenci konuş.
Umarım beni anlayabilirsin
Çünkü ben Londra ağzıyla konuşmam
Avrupa ağzıyla da konuşmam
Konuşurum bir siyahi gibi, zenci gibi;

Eğer ruhum varsa
Dinlemen gerek beni.

Eğer siyahsan, anlarsın bunu.
Eğer bir zenciysen
Konuşman gerekir
Ama renkliysen, bilirim bunu istemezsin.
Konuşurum, konuşurum zenci gibi:
Böyle konuşurum
Çünkü konuşmak birlikteliktir.

Ne liberal konuşması
Ne dilbilgisi
Ne büyük sözler
Ne ileri gelenlerin konuşması:
İnsanların konuşması
Siyahilerin konuşması
Siyahilerin, zencilerin konuşması.

(Jimi Rand, “Konuş, Konuş: Zenci Konuş Konuş”. In Berry, 1984: 1 12-14).
Creole, bir topluluk üyeliği işareti ve üyeler arasındaki dayanışmayı vurgularken onları çevreleyen İngiliz toplumundan farklı olma iddiasını oluşturur. Bu şiire göre, insanların dilsel davranışları, derilerinin rengine göre etnik bağlılıklarının daha otantik bir yansımasıdır, “Eğer siyahsan, anlarsın bunu; eğer bir zenciysen, konuşman gerekir; ama ‘renkliysen’, bilirim bunu istemezsin.” Kişi deri rengi için olmasa da dili açısından seçim hakkı olduğu için şaşırtıcı değildir bu (Giles, Bourhis ve Taylor, 1977: 326). Afro-Karayip etnik kimliğinin dilsel ifadesini, sadece topluluk üyeliğinde değil, aynı zamanda bir dizi değere bağlılığı sembolize eden bir dile sadakatte bulmasının nedeni budur. Creole kullanırsanız, Jimi Rand’ın da bir şekilde belirttiği gibi, kendinizi Afro-Karayip toplumunun değerlerine bağlarsınız. Görünüşe göre değerlerini ve dili şaşırtıcı bir şekilde ilişkilendiriyorlar; tıpkı İngiliz Profesör Le Page’in dediği gibi, “Hiç şüphesiz İngiliz olmadan kimse bir İngiliz gibi yazamaz,” (Le Page, 1969: 2) ki bu gerçekte oldukça belirlenimci (ve dolayısıyla tartışmalı) bir ifadedir!
Teorinin baskın topluluklara yönelik ileri sürdüğü üçüncü strateji, alt grupların kendilerini baskın toplulukla olumlu bir şekilde karşılaştırabilecekleri yeni boyutlar arayışıdır. Rastafaryanların yeni bir dil türetme dürtüsü muhtemelen bu yaratma sürecinin bir parçasıdır, ancak tek örnek bu değildir. Diğer siyahi İngilizler de edebi eserlerinde Karayip konuşma ritimlerini mizahla birlikte kullanarak olumlu bir sosyal kimlik oluşturmak için yaratıcılıklarını kullanırlar. John Agard veya James Berry bu konuda ustadır; dilde müştereklik ilkesini (en azından Grice’in nicelik, nitelik ve muhtemelen anlam ilkelerini) doğrudan ihlal ederek yaparlar bunu. Onların şiirlerinde, açıkça sahip olmadıkları şeylerle övünen bir üslup buluruz (İngiliz beyaz kültürü tarafından pek takdir edilmeyen bir şey!). “Bu, insanların yaptıklarını abarttığı, sahip olmadıklarının bir tür telafisi olarak yoksunluğa yönelik bir saldırıdır.” Aşağıdaki özel şiirde kullanılan standart imla, bizi onun standart İngilizce’yle yazılmış bir şiir olduğu için okumaya yönlendirmemelidir; bu şiirler Batı Hint sesinin ritimleri ve telaffuzuyla yüksek sesle okunacak türdendirler, aksi takdirde üslubunu ve anlamını yanlış anlarız:
Diskoya yığılı kızlar ve aralarında dans ederim,
bir partide, cin içmediğimi herkesin bildiği.
yürürüm kavga ile karışmış bir odada
Sakinleştirir, rahatlatır, koyarım işleri yoluna-
geri ittiririm bir kafayı sürüklendiği yere;
itelerim bir omzu olduğu yere.
Öpücükler yıkar beni huzur bulmam için zor anımda;
hediyeler yığılır üstüme birçoğuna sahip olsam da
Çünkü -sosyal bir serseriyim canım
Saçıp savururum- âşığıyım altın kartların
ama adamım, bilirsin, ritimdir olayım
ve kızım, bilirsin, şarkısını söyler benim tarzım.
[…}
(James Berry, “Yörünge Haritamı Anlatmama İzin Ver “. 1988. Sf. 43-44.).
Britanya’daki Karayip gençlerine hitap eden pek çok şiir, reggae sesleriyle düzensiz bir şekilde okunacak (veya daha doğrusu icra edilecek), sanki “rap yapılacak” (veya Batı Hintlilerin “dubbing” demeyi tercih ettiği) şekilde bestelenmiştir. Ancak “dub” şiiri terimi sözleri daha çok yoksulluk, işsizlik, isyan, polisle kavga ve günlük deneyimleri anlatan reggae müziği türünü açıklar. 1981’de Londra’nın Brixton bölgesindeki isyanları anlatan Linton Kwesi Johnson tarafından yazılan ve siyah gençler ile polis arasındaki çatışmaları vurgulayan “Büyük İsyan” gibi, bu şiirlerin çoğu açık bir şekilde politiktir:
Nisan’ıydı bin dokuz yüz seksen birin
Brixton gettosunun tam da içi
babilonda öyle bir sürtüşme oldu ki
büyük bir isyanı yanında getirip
oradan koca bir millete geçti
ve tarihî bir olay gerçekleşti

Genellikle “dub” şiirleri, yani tipik olarak Karayipler, teorinin stratejilerinin dördüncüsünü oluşturur; kendiliğinden değil, İngiliz düşmanlığı ve karşıtlığından doğan doğrudan rekabet. Tajfel’in de kabul ettiği gibi, herhangi bir özel durumu anlamak, bu sosyal psikolojik dinamikleri sosyolojik bir bağlama yerleştirmeyi gerektirir. 1960’lardan itibaren Britanya’daki ırk ilişkileri bağlamına yakından bakarsak, bunların beyaz ve siyah İngilizlerin sosyal kimliğini korumak için yaşanan mücadeleleri yansıttığını anlayacağız. Örneğin, 1962, 1968 ve 1971 ayrımcı göçmenlik yasalarının, “üst topluluğu konumunda tutmayı amaçlayan önlemlerin yoğunlaştırılmasına” verilen yanıtlar olduğunu anlayabiliriz. Husband’ın belirttiği gibi, “1960’ların çoğunda… beyaz nüfus siyah nüfusu giderek bir tehdit olarak tanımlar oldu. Başlangıçta Batı Hintli göçmenler kendilerini ‘İngiliz’ gibi hissediyorlardı… Ancak, beyazların düşmanca tavrı yakın zamanlarda buna bağlı deneyimlerle yeni sosyal kimlikler edinmiş siyahi topluluğun farklı kesimlerinden daha doğrudan ve militan bir tepki doğurdu.” (Husband, 1977: 231-232) Şiddetli meydan okumaları şiirlerinde de görülebilir. Örneğin yukarıdaki şiirin devamı şöyledir:
Yılın olayıydı bu
ve keşke orada olabilseydim
bütün Brixton isyan ederken
polisleri ezip geçerken
lanet tipleri duman ederken
Seksen-birdeki bataklığı süpürürken
ne için?
yönetenlerin anlaması için
baskıları artık kabul etmeyeceğimizin

(Linton Kwesi Johnson, “Büyük İsyan”. In Berry, 1984: 65).
10. SONUÇLAR
Etnikdilsel Kimlik Teorisi’ni Creole’deki şiirin nedenlerini, kapsamını ve önemini anlamak için bir çerçeve olarak kullanarak, bu şiirin onlar için olumsuz bir sosyal kimlik belirleyen şeye, topluluklar arası haksız bir duruma karşı Batı Hintli siyahilerin tepkisi olduğunu kanıtlamaya çalıştım. Bu, Batı Hint lehçesinin “işaretli” bir seçim olduğu Britanya’da, Creole seçiminin neden daha yüksek göründüğünü açıklayabilir. Siyahilerin deneyimlerine gösterdiği tepki hiçbir şekilde homojen değildir. Bu çeşitlilik, bazı şairlerin neden standart İngilizce yazarken kendilerini rahat hissettiklerini, diğerlerinin ise reddettiğini açıklayabilir.
Etnikdilsel Kimlik Teorisi’nin ortaya attığı üzere (Giles ve Johnson, 1987), Creole’deki şiirlerin çoğu; yazarların, dili kendi kimliklerinin önemli bir sembolü ve canlılıklarına dair yüksek bir kavrayış gibi gören bir toplulukla ve beyaz İngilizlerle tehlikeli sosyal karşılaşmalarla güçlü ve öznel özdeşleşmesini ifade eder. Etnik tarzlarının vurgulanması, baskın toplulukla karşılaşma sürecinin bir parçasıdır ve sonuç olarak daha olumlu bir sosyal kimlik üstlenmek için stratejilerin benimsenmesini sağlar. Şairler veya edebiyat eleştirmenleri kendi topluluklarının statüsünü değişken olarak gördüklerinde; pek çok şair, yeterli beceriye sahip olmalarına rağmen standart İngilizceyi kullanmamayı seçti ve bazı eleştirmenler Karayipli yazarlardan standart İngilizce kullanmayı reddetmeyi gerektiren bir etnik dayanışma talep etti. Böylece şairler ve eleştirmenler, Creole aracılığıyla salt bir savunma mekanizması ya da bir meydan okuma sembolü yaratmaktan çok alternatif bir sosyal kimlik oluşturmaya çalıştılar.
Afro-Karayipli yazarların günlük yaşamlarında kullandıkları dili kullanması, Batı Hint Adaları üzerinde ciddi bir etkiye sahip olabilir. Creole’de İngiliz edebiyatının varlığının sadece dilbilimsel, edebi, kültürel ve politik çıkarımlar yönünde olması muhtemeldir, en önemlisi ise muhtemelen Creole’ün meşruiyetine, değerine ve normalleşmesine yaptığı katkıdır. Buna yönelik olumlu bir uluslararası tepki, uzun yıllar süren sömürgecilikten sonra kuşkusuz “ulusal kültürün büyümesi ve bu kültüre karşı duyarlılığın ve bilincin gelişmesiyle ilişkili” etnik ve ulusal değerlerin doğrulanması olacaktır (Le Page, 1969: 1). Bu İngiliz yazarlar, gelecekteki Karayip yazarlarının önünü açacak ve yakında olgunlaşacak yeni bir edebiyat için potansiyel bir okuyucu kitlesi yaratmaya yardımcı olacaktır. Çalışmaları, lehçe ve standart dil arasındaki karşılıklı etkinin şekillendirdiği edebi bir dilin; Batı Hint bilincini, eskiden sömürgeleştirilmiş ama artık zihinsel ve dilsel olarak sömürgeleştirilmeyi reddeden insanın zihnini ifade edebilen, biçimlenebilir ve esnek bir araç olduğunu kanıtlayan bir ifade aracının şekillendirilmesine katkıda bulunacaktır.
Gumperz’ın iddiasına göre (1982: 7), Patois’teki siyahi İngiliz şiirinin sosyo-psikolojik bir yorumu, sosyal kimlik ve etnik yapının büyük ölçüde dil aracılığıyla oluşturulduğunu, korunduğunu ve kendi etnik ve sosyal kimliğimizi yarattığımız değişkenler ve sınırların, edebiyat yoluyla da iletişimsel anlamda üretildiğini kanıtlar.