De Omnibus Dubitandum

Güller Ve Bülbüller: İran’da geleneksel anarşizmi aramak

 120,00

Kategoriler: , ,

Açıklama

15×20 CM
24 sayfa

Hakim Bey Külliyatımızın 7.kitabı. Bu arada baskısı tükenen her Hakim’i peyderpey yeniden üretiyoruz, yaşadıkça da üreteceğiz.

Askeri diktatör Reza Şah Pehlevi, 1935 yılında Pers adını İran olarak değiştirdi. Bu hamle, bir asırlık İngiliz ve Rus emperyalist müdahalesinin yanı sıra yabancı petrol şirketlerinin artan gücü ile uğraşılan bir dönemde, çoğunlukla hayal ürünü bir Hint-Ari geçmişinin yüceltilmesiyle bir ulus yaratma yönündeki daha geniş bir çabanın parçasıydı.
Bugün İran, “Şeytan Ekseni (Axis of Evil)” olarak adlandırılan ülkeler listesinde yer alıyor. Bu durum, İran halkının Bush-Cheney yönetiminin kitlesel katliam fantezileriyle ve neo-kolonist emelleriyle sürekli tehdit altında olduğunu gösteriyor. Güncel olayları göz önünde bulundurarak, Peter Lamborn Wilson’ın 1970’lerin başında Güneybatı Asya’yı gezerken karşılaştığı sapkın, İslami tasavvufa olan hayranlığını anlattığı “Güller ve Bülbüller” adlı eserini sunuyoruz.
Wilson, Tasavvufun aşırı uçlardaki unsurlarını, milliyetçi modernleşmeye, Avrupa emperyalizminin derinleşmesine ve artan devlet baskısına rağmen direnerek varlığını sürdüren kültürel bir eğilimle ilişkilendiriyor. Araştırmaları sırasında Wilson, İran öncesi Pers kültüründen kalıntılar ve ortodoks olmayan çeşitli İslami (ve İslamiyet öncesi) uygulamalar bulduğuna inanıyor. Sûfilerin aşırı vecd ve zühd halleriyle arayış içinde oldukları manevi coşku hali, katı İslam öğretisine ve katı hukuk kurallarına bağlı olanları geçmişte olduğu gibi günümüzde de tedirgin etmeye devam ediyor.
Çoğunuz, Wilson’ı az bilinen gizemli konulara vâkıf bir gözlemci olarak takdir ediyorsunuz. İslam toplumlarının tarihinde özgürlüğe ve hayal gücüne değer veren akımları ortaya çıkarma çabaları oldukça derinlikli. Genelde Sûfiler, dinin Ayetullah oligarşisi, Suudi hanedanı aristokratları ve Hizbullah ile El Kaide gibi katil ve ahlak bekçileri tarafından baskıcı bir şekilde kullanılmasına karşı çıkan Müslüman topluluklarıdır.
Alaycı yeni muhafazakârlar ve nefret dolu, sağcı Hıristiyan/Siyonist neo-haçlılar, Arap ve Müslüman olan her şeyi şeytanlaştırmak ve aşağılamak için İslam toplumunun zalim özelliklerini abartırken, bu kültürün Ulusal Güvenlik Devleti’nin ırkçılık, önyargı ve taşralılık kullanımına meydan okuyan herhangi bir olumlu değerlendirmesi memnuniyetle karşılanır.
Ancak yine de, Wilson’un tasavvufa olan hayranlığı ve bu alt kültürlerdeki kadın düşmanlığı karşısında hoşnutsuzluk duyanlar olacaktır. Bazı okuyucular (kendim de dâhil olmak üzere FE editoryal kolektifinin bazı üyeleri) hiçbir teizm biçimini -ne kadar heyecan verici veya coşkulu olursa olsun- özgürlük, karşılıklı yardım ve dayanışma ile uzlaştırmanın imkânsız olduğunu düşünüyor.
Ancak birkaç gece önce arkadaşım Sayeedeh ile tasavvuf ve siyasi muhalefet üzerine yaptığım bir sohbeti hatırladım. 1978 Eylül ayında gerçekleşen kanlı kitlesel hükümet karşıtı gösteriler ve polis baskınlarının ardından, Tahran Üniversitesi’ndeki birçok Marksist arkadaşı gibi o da hem Şah’a sadık haydutlar hem de Humeyni’yi destekleyenler tarafından tehdit edildi. Sonunda şehirden kaçmak zorunda kaldığında, yoksul Sûfilerin yardımıyla karanlık tren yollarını takip ederek kaçtı. Bir Marksist feministin polis köpeklerinden ve Şii köktenci militanlarından kaçmasına neden Sûfi zahitlerinin yardım ettiğini sorduğumda, Sayeedeh ortaçağ Hristiyan heretik ve radikal primitivist Jan Hus’tan bahsetti.
Hus’u takip eden feodalite karşıtı köylü ve zanaatkâr isyan hareketindeki herkes gerçekten Hıristiyan mıydı? Yoksa bazıları, içinde bulundukları derin sosyal krizin gerçeklerini ifade etmek için sadece Hıristiyan dili ve sembollerini mi kullanıyordu? Belki de Wilson, Tasavvufu da aynı şekilde takdir ediyor.

-Doug Graves