De Omnibus Dubitandum

Haşhaşîlerin Sırrı: Sabbahîler – Hakim Bey

Haşhaşîlerin Sırrı Sabbahîler Hakim Bey Türkçesi Barış Tanyeri Hazırlayan Şenol Erdoğan Ofset Hazırlık Samet Tengerşek Peygamber Muhammed’in ölümünden sonra yeni İslami topluluk, halk tarafından seçilen ve Hak-güdümlü Halifeler adı verilen dört yakın Yoldaşı tarafından sırayla yönetildi. Bunların sonuncusu Ali ibn Ebu Talib idi; Peygamber’in damadı. İman edenler arasında Ali’nin kendi ateşli takipçileri vardı, ve onlara […]

Haşhaşîlerin Sırrı
Sabbahîler
Hakim Bey

Türkçesi Barış Tanyeri
Hazırlayan Şenol Erdoğan
Ofset Hazırlık Samet Tengerşek

Peygamber Muhammed’in ölümünden sonra yeni İslami topluluk, halk tarafından seçilen ve Hak-güdümlü Halifeler adı verilen dört yakın Yoldaşı tarafından sırayla yönetildi. Bunların sonuncusu Ali ibn Ebu Talib idi; Peygamber’in damadı.
İman edenler arasında Ali’nin kendi ateşli takipçileri vardı, ve onlara sonra da Şii, ya da “yandaş” adı verildi. Ali’nin Muhammed’den sonra gelmeye hakkı olduğuna, ve ondan sonra oğulları (Peygamber’in torunları) Hasan ve Hüseyin’in yönetimi ele alması gerektiğine inanıyorlardı; ve onlardan sonra onların oğullarının yönetici olması, ve bu şeklide monarşi-benzeri bir teselsülün devam etmesi gerektiğine.
Ali dışında hiçbiri İslamiyet’i yönetmedi. Hak iddia edenler oldular ve sonuç olarak İslam’da Alevilik adı verilen mezhep ortaya çıktı. Bağdat’taki ortodoks (Sünni) Halifeler’in aksine Peygamber’in bu nesli İmamlar olarak bilinmeye başlandı.
Şiiler için İmam bir Halife’den çok ötede, rütbe olarak üsttedir. Ali spiritüel büyüklüğü sayesinde hükmediyordu, Peygamber onu varisi olarak atamıştı (Ali sufiler tarafından da Müslüman azizin “kurucu”su ve prototipi olarak görülür). Şiiler ortodoks ya da Sünni Müslümanlardan şu noktada ayrılır: Şiiler bu spiritüel seçkinliğin Peygamber’in kızı Fatma’dan Ali’nin soyuna geçtiğine inanırlar.
Altıncı Şii İmamı Cafer-i Sadık’ın iki oğlu vardı. Büyük olan oğlu İsmail varisi olarak seçilmişti, ama babasından önce öldü. Cafer sonra genç oğlu Musa’yı yeni varis olarak atadı.
Ama İsmail’in çoktan bir çocuğu olmuş –Muhammed bin İsmâ‘îl eş Şâkir- ve onun yeni İmam olacağını söylemişti. İsmail’in takipçileri bu konu yüzünden Cafer’le anlaşmazlığa düştüler ve Musa yerine İsmail’in oğlunu takip ettiler. Böylece İsmaililer olarak bilinmeye başladılar.
Musa’nın soyundan gelenler “ortodoks” Şiilik’e hükmettiler. Birkaç nesil sonra bu soydan gelen 12. İmam iz bırakmadan materyal dünyadan kayboldu. Spiritüel düzlemde yaşamaya devam ediyor, ve bu zaman döngüsünün sonunda oradan dönecek. O, Peygamber tarafından müjdelenen Mehdi, “Saklı İmam.” Bugün İran’ın dini “İsnâaşeriyye” Şiilik’i.
İsmaili İmamları duraklamaya geçtiler ve saklandılar, başlayan yeraltı hareketi ekstrem sofuları ve Şii devrimcilerini etkiledi. Sonuç olarak bir ordunun başındaki güçlü bir kuvvet olarak çıkageldiler, Mısır’ı fethettiler ve söylenegeldiği üzere Kahire’nin anti-Halifelik’i Fatımi hanedanlığını kurdular.
İlk zamanlarda Fatımiler aydınlanmış bir şekilde hükmediyorlardı, ve Kahire İslam’ın en kültürlü ve açık şehri haline geldi. Ama İslami dünyanın geri kalanını kendilerine çevirme konusunda asla başarılı olamadılar; Mısırlılar’ın çoğu bile İsmaililik’i kabul etmediler. Tarikatın yüksek derecede evrimleşmiş mistisizmi hem en büyük albenisi, hem de en büyük sınırlamasıydı.
1070’de Fars, zeki bir din değiştirmiş genç adam İsmaililik’in yüksek initiatic (ve politik) rütbelerinde görev almak üzere Kahire’ye gitti. Ama Hasan Sabbah bir süre sonra kendisini bir güç çekişmesinin içinde buldu. Halife Müstensir en büyük oğlu Nizar’ı varisi olarak atamıştı. Ama daha genç oğullarından biri olan Mustali onun yerini almak istiyordu. Müstensir ölünce Nizar –hak sahibi varis- hapsedildi ve öldürüldü.
Hasan Sabbah Nizar’ın tarafını tutmuştu, ve bu yüzden Mısır’dan kaçmak zorunda kaldı. Sonra devrimci Nizari hareketinin başı olarak tekrar Pers İmparatorluğu’na döndü. Zekice İran’ın Kuzeybatısında, Kazvin yakınlarındaki ele geçirilemez Alamut (“Kartal Yuvası”) kalesinin kumandasını eline aldı.
Hasan Sabbah’ın gözüpekliği, acımasızlığı, romantikliği ve vizyonu İslam dünyasında bir efsane haline geldi. Takipçileriyle birlikte bu kıraç, terk edilmiş kayalık alanda Kahire’nin şanını minyatür bir şekilde yeniden yaratmaya çalıştı.
Alamut ve küçük ama etkileyici nüfusunu korumak için Hasan Sabbah suikastlere güveniyordu. Nizarileri tehdit eden bütün politikacı, yönetici ya da dini lider bir fanatiğin hançeri tarafından öldürülme riskiyle karşılaşıyordu. Hasan’ın ilk büyük reklam darbesi, çağın belki de en güçlü adamı olan Pers İmparatorluğu’nun Başbakanı’nın öldürülmesiydi (ve efsaneye göre aynı zamanda Sabbah’ın çocukluk arkadaşıydı).
İsimleri korkuyla birlikte anılmaya başlandıktan sonra ezoterik teröristlerin ölüm listesinde olma tehdidi bile çoğu insanın nefret edilen kafirlere karşı bir eyleme geçmekten caymasına sebep oluyordu. Bir ilahiyatçı önce bir bıçakla tehdit edilmiş (uyurken yastığının yanına bırakılmıştı) sonra da rüşvet olarak altın verilmişti. Müritleri kürsüsünden neden Alamut’a karşı ateş püskürmeyi bıraktığını sorduklarında, cevap olarak İsmaili argümanlarının “tesirli ve okkalı,” olduğunu söylemişti.
Alamut’un büyük kütüphanesi yandığı için Hasan Sabbah’ın asıl öğretileri hakkında çok az şey biliniyor. Görünüşe göre Kahire’dekini temel alan bir yedi initiatic hiyerarşi çemberi oluşturmuş. En dipte haşhaşinler, en tepede de kültürlü mistikler varmış.
İsmaili mistisizmi ta’wil, ya da “spiritüel tefsir” konseptine dayanır. Ta’wil asıl olarak “bir şeyi kaynağına ya da en derin önemine kadar götürmek,” anlamına gelir. Şiiler Kuran üzerinde her daim bu yorumlamayı yapmışlar, bazı dizeleri örtülü, ya da Ali ve İmamlara yönelik sembolik kinayeler olarak okumuşlardır. İsmaililer ta’wili çok daha radikal olarak genişlettiler. Bütün İslam yapısı onlara bir kabul gibi görünüyordu; anlam çekirdeğini elde etmek için kabul ta’wil tarafından delinmeli, ve hatta tamamen kırılmalıydı.
İslam’ın yapısı, çoğu dinden çok daha fazla dahili ve harici ikiliğine sahiptir. Bir yandan İlahi Kanun (şeriat), bir yandan da Spiritüel Yol (tarikat) vardır. Genellikle Yol ezoterik çekirdek, ve Kanun harici kabuk olarak görülür. Ama İsmailizm için ikisi birlikte ta’wil tarafından delinecek bir sembol olan bit bütünlük oluştururlar. Kanun ve Yol’un ardındaki nihai Gerçeklik (hakikat), teolojik anlamda Tanrı’nın Kendisi –metafizik bir anlamda Mutlak Varlık.
Bu Gerçeklik insan kapsamının dışında bir şey değildir; eğer ki varsa, o halde kendini tamamen bilinç seviyesinde ortaya koymalıdır. Böylece bir erkek olarak görünmelidir, Mükemmel Erkek –İmam. İmam Bilgisi Gerçeklik’in kendisinin direkt olarak algılanmasıdır. Şiiler için Ali’nin Ailesi mükemmel bilinç ile aynı şeydir.
İmam gerçeklik kazandıktan sonra, Kanun ve Yol seviyeleri doğal olarak ayrılmış kabuklar olarak düşerler. İç anlam bilgisi kişiyi dış forma bağlı olmaktan kurtarır: ezoterik olanın harici olan üzerindeki nihai zaferidir.
Ama “Kanun’un feshi” İslam’da açıkça kafirlik olarak kabul ediliyordu. Şiiler’in kendilerini korumaları için her zaman takiye, “mübah örtbas”, ya da Gizleme yapmaya ve ölümden ya da cezadan kurtulmak için ortodokslarmış gibi davranmaya izinleri vardı. İsmaililer hangisi daha avantajlıysa, Şii ya da Sünnilermiş gibi davranabiliyorlardı.
Nizariler için Gizleme yapmak Kanun’u uygulamaktı; başka bir deyişle ortodoks taklidi yapmak İslami Kanun’a uymaktı. Hasan Sabbah Alamut’taki en yüksek rütbeler dışında herkese Gizleme yapmaları için baskıda bulunuyorlardı, çünkü İmam’ın yokluğunda illüzyon örtüsü doğal olarak mükemmel özgürlüğün ezoterik gerçekliğini saklamalıydı.
Ama kimdi bu İmam? Tarih bakımından Nizar ve oğlu hapsedilmiş ve vasiyet bırakmadan öldüler. Hasan Sabbah bu yüzden var olmayan ve tahtta hak iddia eden kişiyi destekleyen kanuni bir sistem taraftarıydı! Kendisinin İmam olduğunu asla iddia etmiyordu, varisi de “Dağ’ın Yaşlı Adamı” olduğunu iddia etmiyordu, onun varisi de öyle. Yine de hepsi “Nizar adına” övgülerde bulunuyorlardı. Tahminen bu gizemin sırrı yedinci initiation çemberinde çözülüyordu.
Dağın üçüncü Yaşlı Adamı’nın Hasan adında bir oğlu vardı. Bu genç adam kültürlü, cömert, zarif ve sempatik biriydi. Aynı zamanda bir sofuydu, İsmaililik’in ve Sufizm’in en derin öğretilerine ilgi duyuyordu. Babası yaşarken Alamut sakinlerinin bazıları genç Hasan’ın gerçek imam olabileceğini fısıldamaya bile başlamışlardı; babası bu dedikoduları duydu ve bunları yalanladı. Ben İmam değilim, dedi, oğlum nasıl olsun?
1162’de babası öldü ve Hasan (Hasan Sabbah’dan ayırt etmek için ona İkinci Hasan adını verelim) Alamut’un hükümdarı oldu. İki sene sonra Ramazan’ın 17sinde (8 Ağustos), 1164 yılında Kıyamet, ya da Büyük Diriliş beyanatını yaptı. Oruç ayının ortasında Alamut orucunu sonsuza kadar bozdu ve sürekli tatil ilan etti.
Ölülerin “zamanın sonunda” bedenlerinde yeniden dirilmeleri İslam’ın (ve keza Hristiyanlığın) en zor doktrinlerinden biridir. Kelimesi kelimesine alındığında absürddür. Sembolik olarak alındığında ise sofunun deneyimini içerir. Benliğin, programlanmış-ilüzyon-olarak-egonun ayrımcı ve yabancılaşmış yönlerinin farkına vardığında “ölümden önce ölür.” Bilinçte “yeniden doğar” ama bedende bir birey olarak, “ruhu huzurlu” olarak yeniden doğar.
İkinci Hasan, Zaman’ın sonu anlamına gelen Büyük Diriliş beyanını yaptığında gizleme örtüsünü kaldırdı ve dini Kanun’u feshetti. Komünal sağladı, ve mistikin büyük macerası mükemmel özgürlüğe bireysel bir katkı yaptı.
İmam adına eyleme geçti, ve İmam’ın kendisi olduğunu iddia etmedi. (Hatta Halife, ya da “temsilci” sıfatını aldı. Ama Ali’nin ailesi mükemmel bilinç ile aynıysa, o halde mükemmel bilinç de Ali’nin ailesiyle aynı şeydir. Tahakkuk eden sofu Ali’nin soyundan biri “haline gelir” (Ali’nin peleriniyle sarıp evlat edindiği ve sufiler, Şiiler ve İsmaililer tarafından Fars Salman gibi).
Gerçeklik’te, hakikatte İkinci Hasan İmamdı çünkü İsmaili deyişine göre “kendi-benliğinin-imamı”nı gerçekleştirmişti. Kıyamet de takipçilerine aynısını yapmaları, ya da en azından dünyadaki cennetin zevklerine katılmaları için yapılan bir davetti.
Hurileri, sakileri, şarapları ve haşhaşıyla Alamut’taki cennet bahçesinin tadı Haşhaşinler tarafından bedensel olarak çıkarıldığı efsanesi belki de Kıyamet hakkındaki halk anılarından kaynaklanıyor olabilir. Ya da kelimesi kelimesine doğru da olabilir. Gerçekleşmiş bilinç için bu dünya cennetle aynıdır, ve bütün saadet ve keyiflerine izin vardır. Kuran cenneti bir bahçe olarak tasvir eder. Zengin Alamut’un Kıyamet’in spiritüel durumunun dışsal yansıması olması da mantıklı değil de nedir?
1166’da İkinci Hasan hükmünün dördüncü yılında öldürüldü. Düşmanları belki de Alamut’ta Kıyamet’e ve eski gizli hiyerarşinin çözülmesine (ve böylece kendi güçleri çözülüyordu) içerleyen tutucularla işbirliği içindelerdi, ve açık açık kafir olarak yaşamaktan korkuyorlardı. İkinci Hasan’ın oğlu onun yerine geçti ve Kıyamet’i Nizari doktrini olarak resmileştirdi.
Kıyamet bütün gereklilikleriyle kabul edilseydi büyük ihtimalle Nizari İsmaililik’i ayrı bir tarikat olmaktan çıkacak, çözünecekti. Qa’im, ya da “Dirilişin Efendisi” olan İkinci Hasan Alamutluları mücadeleden ve kanuni sistem taraftarı zorunluluktan kurtarmıştı. Sonuçta saf ezoterizm herhangi bir forma bağlı olamaz.
Bu yüzden İkinci Hasan’ın oğlu ödün verdi. Görünüşe göre babasının aslında direkt olarak Nizar’ın soyundan geldiğini “ortaya serdi.” Hikayeye göre Hasan Sabbah Alamut’a yerleştikten sonra gizemli bir elçi ona İmam Nizar’ın küçük torununu getirmişti. Çocuk gizlice Alamut’ta yetiştirildi. Büyüdü, çocuğu oldu, öldü. Oğlun oğlu oldu. Bu bebek Dağın Yaşlı Adamı’nın, dışsal hükümdarın doğduğu gün ile aynı günde doğdu. Çocuklar gizlice beşiklerinde değiştirildi. Yaşlı Adam’ın bile bundan haberi yoktu. Başka bir versiyona göre saklı İmam Yaşlı Adam’ın eşiyle zina yapıyordu, ve aşk-çocuğu olarak bebek İkinci Hasan oldu.
İsmaililer bu iddiaları kabul ediyorlardı. Alamut’un Mongol hordalarına karşı düşmesinden sonra bile soy devam etti ve tarikatın şu anki lideri Aga Khan Ali’nin soyunda 49. sıradaki kişi (ve Mısır’ın tahtında hak iddia eder) olarak kabul edilir. Alid meşruluğu üzerindeki vurgu tarikatın bir tarikat olarak muhafaza edilmesini sağladı. Kelimesi kelimesine doğru olsun olmasın, bu Kıyamet anlayışı için pek önemli değil.
Diriliş’in ilanıyla birlikte İsmaililik’in öğretileri herhangi bir tarihsel olayın ona dayattığı sınırların ötesine taşındı. Kıyamet halen daha herkesin girebileceği bir bilinç hali olarak kalmaya devam ediyor; duvarları olmayan bir bahçe, kilisesi olmayan bir tarikat, unutulmayı reddeden, İslam tarihinin kayıp bir anı, zamanın dışına duran, bütün kanunculuk ve ahlakçılığa karşı bir başkaldırı, haricinin bütün zalimliğine karşı bir meydan okuma. Cennete bir davet.